1944 yılında Almanya’nın yenildiğinin anlaşılması üzerine Millî Şef İnönü iktidarının; ABD, İngiltere ve Rusya’ya yani galip tarafa şirin gözükmek için sahte bir dava ile Türk Milliyetçilerini, Türkçüleri yargılamaları üzerine; Türk milliyetçisi üniversite gençliğinin isyanının, kahramanca direnişinin adıdır 3 Mayıs Türkçüler Günü.

Nisan 1944’de Almanya’nın yenildiği artık belli olmuştur. Savaşta tarafsız kalan Türkiye ve iktidardaki İnönü, ABD, İngiltere ve Rusya’nın ortak galibiyeti sonucu değişen yeni dünya güç dengelerine karşı vaziyet alma telaşına düşerler. Öncelikle İnönü’nün dahî bıraktığı ve Başbakan Şükrü Saracoğlu dâhil hemen her bakan ve vekilin “Hitler” bıyıklı resimlerini makamlarından kaldırarak işe başladılar.

İkinci Dünya Savaşı’nda savaşan taraflar arasında denge politikası ile her iki tarafa da şirin görünerek ve zaman kazanarak vaziyeti idare eden devlet aklı, artık galip tarafın belli olması ile korkaklık ve yalakalıkla yeni pozisyon almaya karar verir.

Hitler ve Almanya’nın “Irkçı- Nazist” siyasetine karşı olduklarını göstermek için, Faşist Mussolini’nin Türkiye’yi tehdidine karşı hakaret dolu şiirle cevap veren büyük Türkçü mütefekkir, edip, şair, eğitimci Nihal Atsız beyefendiyi Orhun dergisinde yazdığı iki yazıyı bahane ederek yargılamak üzere mahkemeye verirler.

Konu, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitaben yazılan iki mektubun Orhun dergisinde yayınlanmasıdır.

1 Mart ve 14 Nisan 1944 tarihlerinde yayınlanan bu iki mektupta Nihal Atsız hocamız Türkçü bilinen Şükrü Saraçoğlu’nu üç komünist Rus yanlısı devlet memurunu görevden almaya çağırır.

Kimdir bu üç komünist?

Ankara Devlet Konservatuar hocası Sabahattin Ali.

Dil Tarih Coğrafya fakültesinde folklor hocası Pertev Naili Boratav.

İstanbul Üniversitesi Pedagoji enstitüsü öğretim üyesi Prof. Sadrettin Celal Antel.

Nihal Atsız hocamız bu üç kişiyi “vatan haini, komünistler” olarak niteler ve Maarif Vekâletini de bu duruma göz yummakla suçlar.

Fırsat yakalanmıştır. Nihal Atsız hoca öğretmenlik görevinden alınır. Sabahattin Ali’ye Nihal Atsız hocamıza karşı hakaret davası açtırılır.

Davanın açılmasına karşı Türk milliyetçisi üniversite gençliği 3 Mayıs’ta Ankara’da büyük bir protesto yürüyüşü düzenler. Polis çok sert müdahale eder. Polis ve diğer kolluk kuvvetlerinin İnönü’den habersiz kıllarını kıpırdatamayacaklarını biliyoruz, malumunuz “Millî Şef” dönemidir.

O gün yapılan sert müdahaleleri, protestonun içinde bizzat yer alan genç üsteğmen Alparslan Türkeş’in ağzından dinleyelim: “3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları karıldı.”

Sonuçta 165 Üniversiteli genç olaylara karıştığı tespiti ile tutuklandı. Bu olayla galip devletler ABD, İngiltere ve Rusya’ya ilk siyasi mesaj verilmiş oldu. Ama kesmedi. Devamı gelmeliydi.

Nihal Atsız- Sabahattin Ali hakaret davasının ilk duruşma günü 3 Mayıs protestoları bahane edilerek siyasi tarihimize, “Irkçılık-Turancılık” davası olarak geçen mahkemelerinin soruşturmaları aynı yıl Temmuz ayında Millî Şef İnönü’nün emri ile başlatıldı.  

Dava 7 Eylül 1944 tarihinde açıldı…

6 Haziran 1944 tarihinde Amerikalılar ve müttefikleri Normandiya çıkarmasını yapmışlar ve Almanya’nın savaşı kaybedeceği iyice ortaya çıkmıştır. İnönü’nün Millî Şef iktidarı elini çabuk tutmalı idi.

“Irkçılık-Turancılık” yaftası altında 23 Türk milliyetçisi aydının yargılanması ve mahkûmiyetleri 29 Mart 1945 tarihinde tamamlandı.

2 Mayıs 1945 tarihinde Almanların Sovyet güçlerine teslim olmasıyla “Irkçılık-Turancılık” davasının bitimi arasında sadece 33 gün vardır. Ne zamanlama ama !..

Hem ABD’ye ve hemde Rusya’ya selam çakılmış ve mesaj verilmiştir.

“Biz ırkçı milliyetçileri mahkum ettik, sizden yanayız”

23 Türk aydını yargılanmış ve Hüseyin Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıvan, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sancar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.

Bu karardan Stalin’in daha da çok memnun olacağından emindiler. Çünkü “milliyetler sorunu” içinde en büyük parça “Kırımdan, Azerbaycan’a oradanda Türkistan’a kadar Türkler” idi.

İnönü’nün temsil ettiği Millî Şef döneminin devlet aklı, “bizim bu Türkler ile bir alakamız ve ilgilimiz yok. Bakın onların özgürlüğünü ve bağımsızlığını isteyip onun için mücadele eden Turancıların elebaşlarını nasıl da yargılayıp içeri tıktık…” tutumunda idi. Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi. Bir kere korkaklık ve yalakalıkla, vasat akıllı devlet görüntüsü verirsen artık devamı gelecektir.

Stalin, savaş sonrası Moskova’da 16-26 Aralık 1945’de galip devletler konferansında ABD ve İngiltere’ye Türkiye’den boğazlardan haklar ile Kars, Ardahan ve Artvin’i Ermenilere vermek üzere isteyeceğini söyleyince işler tersine döner.

Millî Şef komutasındaki vasat devlet aklı hemen yeni bir dengenin peşine düşer. Mesaj yine “Irkçılık-Turancılık” davası üzerinden verilir. Dava temyizdedir.

31 Mart 1946’da Stalin’in Boğazlar ile Kars, Ardahan ve Artvin’e göz dikmesinden sadece 94 gün sonra, “Irkçılık-Turancılık” davası sanıkları suçun sabit olmadığı ve de sanıkların aleyhine yapılan suçların kanıtlanmadığı, sadece sanıkların tek yaptığının “komünizm” gibi “gayri millî” bir ideolojiye yönelik “millî bir tavır” olduğunun anlaşılmasıyla beraatlerine karar verilmiştir. Ne keskin viraj ama !..

Sonrası malum. İnönü devrinde NATO’ya müracaat ve reddi, Menderes’in yeni talebi ile NATO’ya giriş...

3 Mayıs 1944’de Türk milliyetçilerinin maruz kaldığı işkence ve mahkûmiyetleri karşılaştırmalı tarihlerle vermemin sebebi, “vasat devlet aklının” denge politikaları zırhı ile “ABD ve Batıya” yaptığı korku temelli riyakâr işbirliği ve yaklaşımlarının daha net anlaşılması içindi. Çünkü bu rezil ve alçak politikanın bir benzerini Türk milliyetçileri ikinci defa 12 Eylül 1980’de Amerikancı generallerin yaptığı kanlı darbede yaşadı.

Türk milliyetçileri bir kez daha zülüm ve işkencelere maruz bırakılıyor ve darağaçlarında Batının isteği ve onlara yandaşlık ve yalakalık için hapishanelere dolduruluyordu.

3 Mayıs’ta ne olduğunu anlamanın ve bu günü Türkçüler Bayramı olarak kutlamanın ve asla unutmamanın yanında almamız gereken bir ders var:

Türk milliyetçilerinin bir kez daha “Covid-19” sonrası yeni dünya düzenine kurban edilmesine fırsat verilmemeli ve millî devletler son bulacak, sınırlar kalkacak, dijital dünyada artık tek devlet olacak siyasetine karşı duyarlı ve hazırlıklı olunmalıdır.

Önümüzdeki ekonomik çöküntü, para sahibi küresel çetenin parayı verme karşılığı vazgeçmemizi isteyeceği değerler ve varlıklara karşı dik ve kararlı duruşu göstermemiz gereken günler olacaktır.

Küresel çetenin verecekleri borç paraya bağlı talepleri karşısında yine zaman kazanarak devleti koruma gerekçesi ile devlet aklının dün olduğu gibi zayıf ve korkak yaklaşımı önümüze çıkma ihtimali olan en kötü senaryodur. Bu ihtimal sebebi ile hangi siyasi iktidarla birlikte olursa olsun devlet aklı, küresel güçler ile dün olduğu gibi yeniden iş birliğine girdiğinde, Türk milliyetçiliğine ve Türk milliyetçilerine karşı yapacağı siyasi operasyonlara karşı uyanık ve duyarlı olmalıyız.

Bu hususta hiçbir zaman unutmamamız gereken ve asla değişmeyen bir gerçek var.

Eğer Türkiye üzerinde uluslararası güçler ortak bir operasyona karar verirlerse ve mevcut iktidar ya da alternatif iktidar adayları bu güçlerle her hangi bir sebeple işbirliğini kabul ederlerse, Türk siyasetinde ilk hedefleri Türk milliyetçileri olur.

Dağınık ve işlevsiz kalmaları, etkin bir güç olmamaları için gerekenler yapılır. 1944’de 1980’de ve 1999’da olduğu gibi.

3 Mayıs’ları unutmamakla değil, ders alıp yeni tuzaklara düşmemekle, 3 Mayıs Türkçüler Bayramı’nı bizlere emanet eden kahraman Türkçülerin ruhunu aziz kılarız.

Allah cümlesine Rahmet eylesin.

Mekânları cennet olsun.

3 Mayıs Türkçüler Bayramınız (*) Kutlu Olsun !.

(*) 3 Mayıs günü “Bayram” olarak ilk defa, 3 Mayıs 1945’de cezaevinde olan Nihal Atsız ve Reha Oğuz Türkkan’ın aldıkları karar ile kutlanmış ve tüm Türkçülere emanet edilmiştir.

Bayram olarak ilan edenler bizzat olayın kahraman ve mağdurlarıdır.

Yok, bayram değil, gün; yok milliyetçiler günü gibi ifade ve tanımlar hem saygısızlık ve hemde ciddi bir olayı sulandırmaktır.