70.yılında Adıyaman

Şehrin kutlanacak başka büyük bir günü olmayınca, Adıyaman’ın il oluşunu neredeyse Malatya’dan kurtuluş bayramı gibi kutluyoruz.

Abone Ol

70’inci Yılında Adıyaman için yazdığım, bugünde hiçbir kelimesine dokunmadan...

...

Şehrin kutlanacak başka büyük bir günü olmayınca, Adıyaman’ın il oluşunu neredeyse Malatya’dan kurtuluş bayramı gibi kutluyoruz.

1954’e kadar Malatya’nın bir ilçesiydik. O tarihten önce Malatya’ya ya da başka illere göç edenlerin nüfus kayıtlarında, değiştirmediyseler, hâlâ “Malatya” yazar. Bu yüzden bir sürü isim bugün “Malatyalı” diye bilinir. En meşhuru Ahmet Kaya’dır. Bir videosunda, hatta kızıp sertleşerek, artık kendisine Malatyalı denmesini istemediğini; aslen Adıyaman, Çelikhan doğumlu olduğunu söyler.

Neyse… Her ilin tarihinde böyle benzer hikâyeler bulunur. Biz de 1 Aralık 1954’te il olmayı bayram havasında karşılayan hemşerilerimizin sevincine ortak olalım. Acıları bir kenara bırakıp neşeli, umutlu ve ayakta kalmaya çalışalım. Zor, ama değer. Hayat her şeye rağmen akıyor ve bu şehrin yeniden doğrulması lazım. Acıların bile hakkını verebilmek için yaşamak, dimdik durmak, güçlü kalmak zorundayız.

Bu arada, daha iyi bir Adıyaman için neler yapmamız gerektiğini de konuşalım.

Bir şehir, yetiştirdiği insanlarla, ürettiği eserlerle, ortaya koyduğu değerlerle ve kendine has ürünleriyle anılır. Ünlü sanatçılar, iş insanları, bürokratlar, siyasetçiler; özgün eserler, türküler, hikâyeler; başka yerde bulunmayan ya da en iyisi olduğuna inanılan meyveler, sebzeler, kültür ürünleri… Bunların hepsi ancak bilindikçe, tanındıkça kıymet kazanır. Yoksa sıradan kalır; ne bölgeye ne ülkeye hayrı dokunur. Kendi kendimize övünür dururuz: sığ, yerel, etkisiz…

Adıyaman dört mevsimi dengeli yaşayan bir il. İl diyorum, çünkü şehir ve kent olmak ayrı şey. İl olmak kanunla olur; kent olmak birikimle, görüşle, nitelikle… İl, 02 plakayla temsil edilir; belediye başkanları, milletvekilleri, muhtarlar gibi yasal kurumlar vardır. Teoride hepsinin görevi vatandaşın huzurunu, güvenliğini ve yaşam kalitesini sağlamaktır.

Teoride öyle… Ya pratikte?

Şehirler ya sahip oldukları değerlerle kalkınır ya da yeni değer yaratır.

Adıyaman’ın yeni değer üretmeye pek de ihtiyacı yok; zaten elindekiler kalkınması için fazlasıyla yeter.

Dünyanın başına bela olan ABD bile, tarihini yok ettiklerinin üstüne kurdu; Kızılderililerin avlandığı mağaraları bugün “tarih” diye satıyor. Madenlerden, ormanlardan, av hayvanlarından “değer” çıkarıyor.

Adıyaman ise 10-15 bin kişinin yaşadığı küçük bir yerken bile büyük değerlere sahipti. Başta Nemrut olmak üzere madenler, tarım potansiyeli, sahabeler, akarsular, endemik bitkiler, petrol, kendine özgü yemekler ve kıyafetler… Bunlar zaten şehrin kalkınması ve tanınması için yeterdi. Yeni bir değer aramaya bile gerek yok.

Lukianos, Asım Efendi, Safvan bin Muattal gibi şahsiyetler de başlı başına birer hazine. Eminim daha niceleri var. Evleri, sokakları, konakları, tepeleri, tümülüsleri, höyükleri, kaya mezarları, köprüleri, çeşmelerini saymıyorum bile…

Peki eksiğimiz ne?

Neyi tamamlayamıyoruz?

Teoride var olan bu değerler neden pratikte hak ettiği yerde değil?

Aklıselimle baktığımızda görüyoruz ki insan kaynağımız sınırlı, yetersiz, donanımsız ve durgun. Ya da hepsi var, biz kıymetini bilmiyoruz. Bu yüzden elimizdeki değerler bilgiyle, emekle dünyaya açılacağına, sığ çabaların gölgesinde bir köşede öylece duruyor.

Demek ki insanı doğru kullanamıyoruz.

Siyasetten sanata, kamudan özele yeterli, etkili, marka değeri taşıyan insanlar çıkmıyor.

En çok konuşanlar, en çok şikâyet edenler, aslında hiçbir işi tamamlayamamış olanlar. Yapacak işi kalmayanlar, siyaset ve makam aracılığıyla kendilerine yer açmaya çalışanlar.

Adıyaman, insanını doğru yerde kullanmak zorunda. Yeterli donanıma sahip insanlar var; ama doğru yerde değiller ve yetkileri yok. Hiçbir güzellik, hiçbir değer kendiliğinden marka olmaz; sen yapacaksın.

Uzatmayayım: Bir bölge yeterli yağış alıyor, ekilebilir arazisi geniş, tarihi ve sanatsal zenginliği güçlü, orman ve yaban hayatı canlıysa… Niye gelişmesin?