“Sünnet” başlığında sunulanların bir kısmı Peygamberimiz’e iftira
olarak uydurulmuştur.

Bir kısım sünnetlerse Peygamberimiz’in kavminin veya Arapların veya mezheplerle hadislerin oluştuğu dönem ve bölgenin adetleridir veya Peygamberimiz’in şahsi tercihlerinden dolayı işlediği
fiiller olmalarına rağmen dinle alakası olmayan davranışları ve sözleridir.

Cübbe giymek, kabak yemek, yer sofrasında yemek gibi… Bunlar Peygamber’e savaş açan müşriklerin, örneğin Ebu Cehil’in de davranış tarzlarıdır.
Kimisi iklimden, kimisi örften, kimisi o yörede yetişen sebzelerden kaynaklanmaktadır.

Kuran’ın belirtmediği bu fiillerde ilave
bir sevap ummak veya dinle bir alaka kurmak, dine ilave yapmak olur.

Kuran her şeyi açıkladığını, tüm detayları verdiğini söylerken; Kuran’ın
açıklamadığı tarzda “sünnet” başlığıyla sevap ummak ve makbuliyet
edebiyatları da yine Kuran’ın anlattığı dine yapılan ilavelerdir.

Allah isteseydi; cübbeyi, kabağı, yer sofrasını ve “sünnet” başlığıyla dine ilave
edilmeye çalışılmış gelenekleri de Kuran’da belirtir ve bize nasıl “daha
çok sevap kazanacağımızı” gösterirdi.

“Sünnetlere uymada sevap vardır, bunların uygulanmamasında günah
yoktur” yumuşatmaları da yapılan yanlışı gidermez.

Çünkü ister sevap
etiketiyle olsun, ister makbuliyet etiketiyle olsun, Kuran’da olmayan bir
davranışı dini etiketle sunmak yine dine ilave yapmak olur.

İnsanları “Peygamber
sünneti” diye uydurmalara ve örflere çağıran ve kendilerini Peygamber
yolunun takipçileri göstermek için kendilerine Ehli Sünnet adını takıp, as-
lında Ehli Arabi-örf olanlara;

“Peygamber sünneti” diye Peygamberimiz’e
iftiralarla dolu kaynaklara, Arapların örf ve adetlerine, Emevi ve Abbasi
dönemlerinin imalatlarına uyduklarını göstermemiz gerekir.

Ortaya çıkan yanlış anlayışların diğer bir sebebi ise herhangi bir sahabenin

(Peygamber’i en az bir kez gören herhangi bir Müslüman’ın)
doğruya ulaşmada rehber kabul edilip, onun da hareketlerinin Peygamberinkiler gibi “sünnet” olarak değerlendirilmesi olmuştur.

Sırf Peygamber’e mal
edilmeler neticesinde bile ortaya çıkan hataların ve saptırmaların boyutunu düşünürsek, sahabelerin bu işe katılmasıyla oluşan sorun anlaşılabilir.

Bugün “sünnet” denildiğinde halkın büyük bir kesimi Peygamberimiz’in
davranışlarını (sünneti resul) anlıyorsa da, aslında hadis kitapları ve diğer gelenekçi kaynaklarda aktarılanların bir bölümü sünneti,
Medine sünneti
Kufe sünneti
Basra diye sahabelere ve Peygamber sonrası ilk dönem
Müslümanlarına dayandırılır.
Kuran ile yetinmemenin ve Kuran’ın önüne ciltler yığmaya,
örfleri dinselleştirmeye yönelik uygulamaların kutsala
fatura edilişindeki önemli bir başlık “sünnet” olmuştur.

Peki Sünnet Nedir?

Deyip Kitabımıza bakalım

SÜNNET KAVRAMI

Kur’an’da ‘"RESÜLÜN SÜNNETİ"’ anlamına gelen bir ifade yoktur.

Kur’an’daki sünnet kavramı
Kur’an’daki yer alan ‘sünnet’ ifadeleri;

sünnetun’ (17/77)

sünnetullah’ (33/38,62)(35/43)(40/85)(48/23)
ve
sünneti evvelin (8/38)(85/13)(18/55)35/43)

şeklinde geçer
ve

‘ALLAH’IN DEĞİŞMEZ TOPLUMSAL DEĞİŞİM KANUNLARI/KURALLARI’ anlamına gelir.

Kur’an’da ‘"RESÜLÜN SÜNNETİ"’ anlamına gelen bir ifade yoktur.

Sünnetin ne olduğunu Allahın Kuranda onu kullanış biçimlerinden anlayabiliriz.

Temel iki özellik göze çarpar.

1-Evvelden beri aynı gelen

2- Geldiği şekliyle aynen devam eden tebdil ve değişme olmayan.

Terimsel anlamda Resüller için böyle bir şey illa kullanılacaksa Bu ancak Allahın ŞEAİRİ olan ibadetleri ve sadece Vahye uymaları bu tanıma girer.

Yukarıdaki alt başlıklarda sayılanlar yalnızca KENDİSİNE VAHYEDİLENE UYMASININ o zaman, mekan ve şartlarda farklı
tezahürler olabilir ancak.

Başka zaman , mekan ve şartlarda aynı başlıklar başka türlü
varlık sahasına çıkabilir. Bu esasında Resül yaptığı için yapmak değil; Allah vahyinde öyle yapmamızı emrettiği için yapmakdır.

Bu anlamda resül dinde Sünnet/ Yasa/ Kanun koyamaz.

Allah tarafından konulmuş yasaya /sünnete/kanuna uyar ancak.

Her Müminin yapması gerektiği gibi, Oda Müminlerin ilki
olarak kendi kullugunun geregi yapmışdır.