Bugün (4 Kasım)! annemin seneyi devriyesi idi. Tam 23 sene geçmiş. Dile kolay. Oysa onunla son ve içli konuşmamız daha dün gibi. Vefatından 5 gün önce, 29 Ekim 1997'de konuşabildik onunla. Uzunca bir süre kendinde değilken o gün bir iyilik vardı üstünde...

Ben, ağır hastalıkların ve ölümün tatlı tatlı sarışının cahili (o günkü) ben bile yüreğimden ve aklımdan gizlemeye, ötelemeye çalışsam da bu 'iyilik'in ne anlama geldiğini hissetmiştim. Annem de bilmişti sanki 'asıl yolculuk'un başladığını. Ve ne tuhaftır ki ikimiz de o hastane odasını o anlarda saran tatlı bir huzur meltemi ile dingin ve mesuttuk.

Ayların yorgunluğunun ardından dili ağır ağır dönerek konuşuyordu annem. Bense gözünün içine bakıp kelimelerin fonetiğinden çok yürekten dökülen mânâsı ile derinleri, çok derinleri dinliyordum pürdikkat.

Annem, hikmetli, arifane bir kadındı, ömrü boyu. Belki sırf bu yüzden, evet sırf bu yüzden ona gıpta edeni de çoktu, haset bağlayanı da. Her yaptığı, her yapmadığı (duruşu); her söylediği, her söylemediği (susuşu) her halinin bir hikmeti vardı; bir ömrü çile dolu lakin çilesini çalışkanlık, vakar ve affedişe sarmalamış annemin, bu asil kadının.

O gün bana çok şey anlattı; sanki çoğu da beraber geçirdiğimiz 31 yılda duymadığım, bambaşka tatta şeylerdi. Son nasihatlerini de ihmal etmedi elbet... Çoğu bende, her hücremde ilmek ilmek işli nasihatlerinin. Ama biri var ki ona bir ömür çile çektirenleri, hadleri yokken dahi üzenleri de kastederek söylediği o nasihat, belki de vasiyet... O, bir başkaydı. Öyle her canlının yüreğinde pişip de dilinden dökülüverecek türden değildi:

"Sen benim hayatımın hep güzelliklerini (sizlerle yaşadığım, oluşturduğumuz, aktardığım güzellikleri) an. Bir işte zorlandın mı 'bu işi annem nasıl yapardı' de (Hakikaten de annemin çözemediği hiçbir an, hiçbir iş, çıkmaz, zorluk olmadı) ve 'güzelce' 'yap'! Ha bir de ben hayatıma değen herkesi iyi(likle) anacağım, senden de isteğim sen de insanlarla (ya da 'onlarla' mı demişti) dost ol.'"

Annemin ömrü boyunca bana söylediği her bir sözü, biz kızları ile yaptığı (bilinçli saatler ayırarak) sohbetleri her cümlesi ile aklımdadır; hayata, zorluklara, insanlara karşı takındığı tutum ve davranışları, hayata attığı ilk imzaları da...

Çalışkan, gayretli, sosyal, lider, hazır cevap, nüktedan, sorun çözücü, iş bitirici, şakacı, insanı ve hayatın renklerini seven, inançlı, yardımsever, affedici, eli mahir ve bereketli ama biraz fazla kırılgan ve hassas; bittabi vakar sahibi bir hanımdı annem.

Ancak o 29 Ekimdeki son sözleri! Ne büyüklüktür Ya Rabbi! Evladınıza son yolculuğa hazırlanma idrakı içinde olacak kadar cesur bir anınızda (o anı yaşamak kudreti bularak) büyük bir asaletle ve adalet terazisi ile:

"Ben heybemdekileri aldım, tarttım; kızılcık şerbeti idi birçoğu, onları güle döndürdüm. Ey evlat, hesapları karıştırma; sen kendi namına taze heybeni doldurmaya kendi aklın ve yüreğinle 'dostluk, arkadaşlık, birinci elden tanıma' ile başla!" diyebilecek kadar cesur, mangal yürekli 'insan' olacaksınız.

Ben o gün bu gün, müsterihim ki onca ezaya rağmen mangal yüreği ile hayata tutunup da kendisine, ailesine, dostlarına gariplere hayatı 'cennete' çeviren bu mübarek kadın (annem Necmiye hanım), bir Berat gecesi çıktığı yolculuğun ahirindeki ikinci hayatında da cennet bahçesinde olacaktır. Bu müsterihlik o berat gecesinden beridir, elhamdülillah.

Allah rahmet eylesin sana anneciğim. Hayata dair hangi rengi, hangi tadı, hangi gücü buldumsa sendendir. Merak etme, ben insanı sevmeyi ve insanı örselememeyi senden öğrendim. Bu hayatta senin kadar affedemedim ama senin kadar Rabbime sığındım, cennet mekan annem. Fakat inan ki öğüdünü tuttum; -hak etse de etmese de- hiçbir gönlü kırmadım. Haddi bildim sen gibi, hadsizlerin safına hiç girmedim.

Ne güzel ki 'Huzur'a erdin... Ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun... Huzur, ne güzel nimet... Senin evladın olmak ne büyük nimet.

'Özlem' mi dedin? Ah, onu hiç sorma, annem! O derin... Ellerinden öperim.

Dostlar, annem Necmiye Hanıma sizden de bir Fatiha beklerim... Selam ile...