Kovid 19’a çok can verdik, bir ara yeis girdabı hepimizi ne kadar sarmıştı değil mi? Şimdi bulunan aşılar sayesinde ümitvarız.

Etrafımız ateş çemberi. Yine Fransız, Yunan, Amerikalı düşmanlar, bölücüler, Ermeniler, şunlar bunlar bizi Anadolu’ya sıkıştırmak istiyorlar. Bazılarımız yine Osmanlı rüyaları görüyor.

Velhasıl havf ile reca arasında bir terbiye sınırı, aşırı ümit ve aşırı yeis girdabında git-geller yaşıyor ister istemez

Bugün Sarıkamış Harekâtı’nın korkunç bir mağlubiyetle tamamlandığı gün olarak geçiyor tarihe.

22 Aralık günü başlayan ve Hasan İzzet Paşa’nın yarım zaferini tamamlamaya olan ceht bugün hüsranla sonuçlanmıştı. Fakat durmadan savaşan asker, henüz bunu bilmiyordu.

Ruslara esir düşüp sonra ülkeye dönen ve harekâttan tam sekiz yıl sonra(1922) hatıratını yayınlayan Şerif Bey’in sözlerinden yola çıkılarak Sarıkamış’ta 90 bin askerimizin tek kurşun atmadan donarak öldüğü propagandası elbette Ankara hükümeti başarısız olduktan sonra (veya olmadan da… çünkü Mustafa Kemal’e yazdıklarından onu anlıyoruz) Enver paşa’nın duruma el koyma ihtimalini ortadan kaldırmak adına pek kullanılmış o devirde.

Ancak yıllar sonra vatan evlatlarının yine bu yalanı dillerine pelesenk ederek Enver Paşa ve şüphesiz ittihatçılara ateş püskürmeleri anakronik bir durumdur. Fakat otuz bin doğru olsa ne, doksan bin doğru olsa ne; bugünkü nesillerin çıkarması gereken dersler, ikisinden birinin doğruluğunda yatmıyor ki! Artık ne Osmanlıcılık, ne ittihatçılık, ne halife, ne de Enver Paşa değil aradığımız…

Sarayın damatlar eliyle istikbal ve istiklal davası gütmesi boşuna değildir. Prusya askeri eğitiminden geçen yeni ordumuz, başta Balkan Bozgunu ve Rus Harbi olmak üzere büyük felaketlerden sonra kısa sürede toparlanabilmiştir.

Genç subaylar gerçekten çok iyi yetişmiş kahramanlardı ve hepsi de birbirine çok benziyorlardı. Zaten benzer kaygılar taşıyor ve benzer modernleşme hamlelerini talep ediyorlardı.

26 Aralık ilginç bir gün… Enver Paşa’nın Hafız Hakkı Paşa’ya geçici olarak Harbiye Nazırı olmasına rağmen aldığı ordu komutanlığını bırakıp İstanbul’a dönmesi sonrasında günah keçisi yapılan Hafız Hakkı Paşa yine de Ruslara karşı bir üstünlük sağlayabileceğini düşünüp elde kalan orduyu toparlamaya girişti. Ruslar herhalde mutlak bir mağlubiyete uğradığımızı sonradan öğrendiler. Biz de…

Hafız Hakkı, Tifus olup yatağa düşmesine rağmen yine de bir muharebe ile Ruslara faik geleceğimizi ümit ediyordu hâlâ. İstanbul’a telgraflar çekti ve bu cephenin güçlendirilmesini çok istedi. Ölüm döşeğinde iken yazdıklarından anlıyoruz ki, o da bütün suçu silah arkadaşı Enver Paşa’ya yüklüyor.

Veyl mağluplara!

Sarıkamış, bozgunda fetih rüyaları gören İstanbul ve Balkan gençlerinin modern bir taarruz projesiydi, doğru.

Belki de asırlardır Anadolu çocuklarının kâh büyük fetihlere, kâh büyük bozgunlara yol açan Nizâm-ı âlem ve ilâ-yı kelimetullah dâvâsı için canlarını seve seve vermelerine karşılık bir borcun ifası idi.

Aynı yıllara tekabül eden Çanakkale ise bütün genelkurmay tarihleri arasında en başarılı savunma harbidir. Birinde kaybettik, diğerinde kazandık

1915 Aralık’ı aziz millet evlatlarının iki büyük cephedeki havf ü recâ imtihanlarıdır. Ümit ve yeis iç içedir.

Ayakta kalma stratejisi, üç siyaset tarzının da cihanşümul vizyonundan reel politik’e evrilmesiyle bu iki büyük savaşın; Çanakkale ve Sarıkamış’ın sentezini inşa etti: Sakarya Harbi ile Büyük Taarruz! Anadolu’ya sıkışmış son çekirdeğin parlamento işletilerek, tek adam siyasetlerinden âri, bir milletin topyekün iradesini ortaya koyan ve bunu Meclis eliyle, şura ile bir gerçek kurmay önderliğinde başaran terkiptir.

Onda Mustafa Kemal’in özetlediği doktrin vardır. O da şu: “Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.” O bakımdan savunma ve saldırı tezlerinin bileşkesi, millet kâbesinin de (bu tabir Nurettin Topçu’nun kayınpederi de olan Birinci Meclis üyesi Hüseyin Avni Bey’e aittir) gözetiminde son çekirdeğin parçalanamayacağının ispatıdır.

İbret gazetesinin kapanıp Namık Kemal’in Vatan Yâhud Silistre’yi yazmaya başlaması da bugüne tekabül ediyor(1872). İlk anayasımızın Kanun-i Esasi’nin temellerini de 2. Abdülhamid ile birlikte attılar ama ne yazık ki saray ile aydın endişeleri çeliştiğinden parlamento tecrübemiz kökleşme fırsatı bulamadı.

Yarın 27 Aralık…

26 Aralık’larda çok acılar çektik.

Acılar ve ümitler hep peşpeşe seyretti.

Bir 26 Aralık’ta koca bir şehir depremle yok oldu. Erzincan’ımız dümdüz oldu, otuz iki bin can gitti. Bir savaşta kaybettiğimiz kadar insan kaybettik.

En kötüsü elbette ümidi kaybetmek…

Paris’te sürgünde bulunan Osmanlı sultan hanımlarından Hafız Hakkı Paşa’nın eşi Behiye Sultan, Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nu radyodan dinlediğinde de bir Türk olarak ümidini yeşertmişti yeniden.

Oysa Paşa kocası Sarıkamış’ta şehit düşmüştü, her iki cenahtan da bütün veballeri sırtlayarak…

Ama Mehmet Âkif’in dizeleri ezberindeydi hep:

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet

Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal!”

Her 27 Aralık’ta olduğu gibi yarın yine haykıracağız Taceddin Dergâhında bu dizeleri!