Barış Süreci Başarıya Ulaşır mı?
Zeynel Abidin Kıymaz
Zor Bir Coğrafyada Yaşamanın Bedeli
Türkiye, tarih boyunca hem içeriden hem dışarıdan büyük baskılarla karşılaşmış bir ülkedir.
Bu topraklar, binlerce yıldır imparatorluklara, savaşlara ve medeniyet değişimlerine tanıklık etti.
Her karışında bir tarih, her taşında bir mücadele izi ve şehit kanı vardır vardır.
Böylesine zorlu bir coğrafyada iktidarı sürdürmek, sadece güçle değil; akıl, sabır ve stratejiyle mümkündür.
Türkiye’nin yumuşak karnı, yüzyıllardır etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden kaşınmaktadır.
Dış güçler, bu farklılıkları derinleştirerek ülkeyi zayıflatmak ve bölmek istemiş; içeriden de zaman zaman bu planlara hizmet eden unsurlar çıkmıştır.
Uzun Süre Sessiz Kaldım, Ama Artık Yazma Zamanı
2012-2113 yılında da 'BARIŞ SÜRECİ’ başlıklı politikanın hazırlıksız ve sağlıksız yürütüldüğünü, bundan da Türkiye’nin zarar göreceğini ulusal televizyon kanallarında seslendirmiştim. Bu konuyla ilgili olarak, yıllardır temkinli bir tavır sergiledim.
Barış süreçleri gibi altı çizilen konular önemli konulardır, siyaset üstü bir ciddiyet ister; aceleyle yorum yapmak çoğu zaman yanlış anlaşılmalara yol açabilir.
Bu yüzden uzun müddet bu mesele hakkında kalem oynatmadım.
Ancak bugün yaşananları, atılan adımları ve verilen mesajları dikkatle izledikten sonra, bu yazıyı yazmayı vicdani bir sorumluluk olarak gördüm.
Çünkü milletin kaderini ilgilendiren bir meselede susmak, bazen onaylamak anlamına gelir.
Ve ben, bu ülkenin geleceğine dair kaygı duyan bir yurttaş olarak, gördüklerimi kayda geçmeyi görev bildim.
2010 Sonrası Umut ve Hayal Arasında Kalan Süreç
2010 sonrasında Türkiye, terör belasından kurtulmak ve iç barışı sağlamak amacıyla büyük bir adım attı.
Amaç, kanı durdurmak, birliği güçlendirmekti.
Ancak örgüt, bu süreci barış için değil, nefes almak, kendine alan açmak için kullandı.
Silah bırakmak yerine şehirlerde kurtarılmış bölgeler kurup, karayollarında yol kontrolu ile hâkimiyet kurdu; mahalleler, ilçeler “kurtarılmış alan” haline getirilmeye çalışıldı.
Sonuç olarak vatandaş çapulculara emanet edildi, güvenlik kuvvetleri müdahale etti, yüzlerce şehit verildi ve örgüt hâkimiyet kurduğu alanlardan sökülüp atıldı.
Devlet, iyi niyetli bir çözüm süreci başlatmıştı ama sonuç fiyasko oldu. Demek ki Devlet politika olarak iyi niyetle değil, akılla stratejiyle yönetilirmiş olduğunu pratikte öğrendik.
1.Barış sürecinde devlet kaş yapayım derken göz çıkarıyordu, daha yerinde bir deyim olarak DİMYATA PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLUYORDU.
Süreç sonunda güvenlik kuvvetleri kısa sürede devreye girdi; ağır çatışmalar yaşandı, binlerce şehit verildi, toplumda derin bir güvensizlik oluştu.
Bu politikayla birlik hedeflenmişti, ama süreç sonunda devlet yara aldı, millet yara aldı ama örgüt güç toplayarak çıktı.
Yeni Süreç Tartışması: Umut mu, Yeniden Deneme mi?
Aradan yıllar geçti Türkiye terörle mücadelede büyük ilerleme sağladı.
Güvenlik tam anlamıyla tesis edilirken, ülke huzurlu bir geleceğe yönelmişti.
Tam bu sırada Cumhur ittifakı ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin örgüte silah bırakma çağrısı geldi.
Bazı çevrelerce “yeni bir barış süreci mi başlıyor?” sorusu gündeme taşındı.
Toplum şaşkındı.
Bir dönem “katil” denilen isimlerin “kurucu” konumuna getirilme çabaları, vicdanlarda derin bir sarsıntı yarattı.
AK Parti hükümeti önce yaşanan süreçten ağzı yanmıştı, Cumhur İttifakı dengeleri içinde bu çağrıya temkinli yaklaştı.
Halk ise artık çok daha bilinçliydi:
Barış istiyoruz ama bir daha kandırılmak istemiyoruz.
Dünya Tecrübeleri Ne Söylüyor?
Dünyada terörle ve ayrılıkçılıkla bu kadar uzun süre mücadele eden ülke sayısı çok azdır.
İspanya ETA ile, İngiltere IRA ile, İtalya Kızıl Tugaylar’la, Almanya RAF’la mücadele etti.
Hepsi sonunda devlet otoritesini zedelemeden bu sorunu kendi lehlerine sonlandırdı.
Türkiye de aynı tecrübeyi kendi şartlarıyla başarabilir.
Ancak bunun için bir ön şart var:
Barış, devletin gücünden taviz verilerek değil, o güç korunarak yapılmalıdır.
Devletin diz çökmediği, terörün silahı bıraktığı, milletin birliğini koruduğu bir denge kurulmalıdır.
Gerçek Barış İçin Türkiye Ne Yapmalı?
Barış, sadece silahların susması değil; adaletin, güvenin ve samimiyetin tesis edilmesidir.
Bu doğrultuda Türkiye’nin izlemesi gereken yol haritası açıktır:
- Güvenlikten taviz yok.
Devletin otoritesi zayıflatılamaz. Güçlü ordu, kararlı istihbarat, caydırıcı hukuk düzeni barışın teminatıdır. - Adalet ve eşitlik duygusu güçlenmeli.
Vatandaş hangi kimlikte olursa olsun kendini devletin parçası olarak hissetmelidir. - Milli bir dil kurulmalı.
“Ben” değil “biz” anlayışıyla, birleştirici bir dil siyasete, medyaya ve eğitime hâkim olmalıdır. - Dış müdahaleye kapı kapanmalı.
Barış süreci Türkiye’nin iç meselesidir. Ne Brüksel’in ne Washington’un gölgesi bu masaya düşmemelidir. - Ekonomik kalkınma desteklenmeli.
Güneydoğu’da istihdam, üretim ve refah artışı sağlanmadıkça kalıcı barış mümkün olmaz. - Toplumsal hafıza korunmalı.
Barış, geçmişin acılarını unutturmak değil; onlardan ders çıkararak geleceği yeniden kurmaktır.
Sonuç: Barış Teslimiyet Değil, Devlet Kudretiyle Olur
Bugün Türkiye, hem içte hem dışta güçlü bir devlet olmanın eşiğindedir.
Ancak geçmişte yaşanan acı tecrübeler, bize şunu açıkça öğretmiştir:
Devlet otoritesi zayıfladığında, barış değil kaos gelir.
Gerçek barış; devletin egemenliğinden, bayrağın onurundan, milletin birliğinden taviz vermeden mümkündür.
Hiçbir silahlı yapı, hiçbir dış aktör, bu ülkenin bağımsız karar verme hakkına ortak olamaz.
Barış; korkakların sığındığı liman değil, güçlülerin inşa ettiği köprüdür.
Ve Türkiye, artık güçlüdür.
Bu güçle hareket ettiği sürece, hem terörü bitirecek, hem kardeşliği kalıcı hale getirecektir.
Çünkü unutulmamalıdır:
Devletin yönetiminde, devlet otoritesinden ve egemenliğinden taviz verilmeden; devletin bütünlüğü korunarak sorunlar çözülmelidir.
Ancak o zaman barış, gerçekten bu millete yakışır bir anlam taşır.