Rivayete göre, Kara Ahmet defnedildikten sonra o akşam mezarının yanından geçenler kabrin içinden derinden derine bir takım seslerin gelmekte olduğunu duyarak bunu hemen yetkililere bildirdiler. Ertesi gün pehlivanın kabri açıldığında, Kara Ahmed’in göğsünün, ellerinin ve yüzünün kanlar içinde olduğu, yani tırnaklarıyla göğsünü parçaladığının görüldüğü öne görüldü.

Ata sporumuz olarak kabul edilen güreş, Osmanlı’dan günümüze kadar milletimiz tarafından oldukça sevilen ve itibarlı bir spor olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı padişahlarından birçoğunun bu kadim sporumuzu geliştirmek için kendi saraylarında "Hasan Pehlivan Bölüğü" kurdurduğu ve İstanbul`dan Edirne`ye, Mekke’den Belgrad’a kadar birçok yere güreş tekkeleri (bugünkü kulüpler) yaptırdığı, bunlara sponsor olarak destek olduğu ve bu sayede bu tekkelerde birbirinden değerli cihan çapında yüzlerce pehlivan yetiştirdiği bilinmektedir.

Pehlivanlık, güç, yüreklilik, mertlik ve centilmenlik, güçlü bir yapı gibi nitelikler taşıdığından, Türk toplumu öteden beri bu kişilere çok değer vermiştir. Eski şark geleneklerinde de bu pehlivanlar ülkelerinin simgeleri olurlar, ülkeler bu sembol sporcularıyla devletlerinin gücünü, itibarını gösterirlerdi.

DELİORMAN TOPRAĞINDAN BİR YİĞİT DELİKANLI

İşte Deliorman’lı Kara Ahmed de Türk güreşinin bu sembol isimlerinden biridir. Zaten bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Deliorman da (Aşağı Tuna Ovası`nda, Rusçuk, Razgrad, Silistre, Şumnu ve Hacıoğlu Pazarcık şehirlerini de içine alan bölge) tarih boyunca pehlivanları ile ün yapmış bir Osmanlı toprağıdır. Genelde Karaman civarından gelen köklü Türk ailelerinin yerleştirildiği bu bölge, dünyaca ünlü Kara Ahmed’den Koca Yusuf’a, Kurtdereli Mehmet Pehlivan’dan Kel Aliço’ya kadar birçok meşhur pehlivan yetiştirmiştir.

Pehlivanımız Kara Ahmed de, 1870 yılında bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Deliorman’ın merkezi sayılan Razgrad’ın Umum köyünde doğdu. Meşhur Koca Yusuf’un doğduğu köy ile bu köy arasında 50 km kadar bir uzaklık vardır.

Küçük yaştan itibaren güreşe başlayıp kendini yetiştirdi. Biraz palazlanmaya başlayınca kısmetini aramak için birçok pehlivanın yaptığı gibi payitahtın yolunu tuttu. İstanbul’da döneminin ünlü pehlivanlarından Hergeleci (at çobanı) İbrahim`in elini öpüp ona çırak oldu.

Çok kuvvetli bir bünyeye sahip bulunan bu karayağız delikanlı, zaman içinde ustasından yağlı güreşin bütün inceliklerini öğrendi. Kuvveti ve güreş yeteneği sayesinde kısa zamanda adını duyurarak henüz pek genç bir yaşta iken başpehlivan olma saadetine erdi.

Kara Ahmed, zamanının güreş devleri olan Adalı Halil, Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmed pehlivanlar gibi iri yarı biri değildi. Sadece 105 kilo geliyordu. Buna rağmen kendisinden çok iri pehlivanlarla güreş tutmaktan çekinmiyor, güçlü kolları ve beli ile birçoğunu altetmesini biliyordu.

MÜTHİŞ TÜRK PARİS’TE

Cihan pehlivanı Koca Yusuf’un 21 Mayıs 1898`de Fransız bandıralı La Bourgogne transatlantiği ile birlikte okyanusun derin sularına gömülmesiyle Avrupalı organizatörler yeni bir “müthiş Türk” arayışına girdiler. 1.80 boyu ve 105 kilo ağırlığıya dışarıdan pek çalımlı görünmese de yaptığı güreşlerle herkesi kendine hayran bırakan bu çelik-çavak delikanlı, güreş simsarlarının beğenisini kazandı ve kendisini 1899 dünya şampiyonasına davet ettiler.

20. yüzyıla giriş nedeniyle Paris`te düzenlenen büyük fuar dolayısıyla yapılan bu ilk dünya (grekoromen) güreş şampiyonluğu müsabakalarında dünyanın çeşitli milletlerinden gelen pekçok seçkin pehlivanla karşı karşıya geldi. Ve cüssesinden beklenmeyen acı kuvvet ve teknikle, hepsini tek tek yere sermesini bildi.

Paris’te yüzlerce kimsenin önünde yapılan final müsabakasında da, kimse kendisine şans tanımamasına rağmen, Fransızların gururu 138 kiloluk Laurent Le Beaucairois’e minderi dar ederek birincilik kürsüsüne çıkıp resmen “Cihan Şampiyonu” unvanını kazandı (12 Aralık 1899). Bu suretle kendisi resmen dünya şampiyonu olmuş ilk Türk güreşçisidir.

Bu büyük başarıdan sonra Kara Ahmed’in karşısına, daha önce üç kez dünya şampiyonu olmuş Fransızların meşhur güreşçisi Poul Pons’u çıkardılar. Kara Ahmed, bu “Şampiyonlar Şampiyonu” müsabakasını da inanılmaz bir biçimde kazanarak Osmanlı’nın yurt dışındaki haklı gururu oldu. Bu güçlü ve sempatik genç, izleyicilerin alkış yağmuru altında altın kemeri ve büyük ödülü alarak yüzakıyla ülkesine döndü.

Aslına bakılırsa Kara Ahmed bir yağlı güreşçi idi. Ama kısa sürede grekoromen stilin inceliklerini de öğrenmiş ve bu stildeki ustalığını da göstermiş, dünyanın en iyi güreşçisi seçilmişti.

JULİETTE’TEN AYŞE ZARİFE’YE...

O dönemin en önemli hadiselerinden olan Eyfel Kulesi’nin yapımından sonra Paris’te en çok konuşulan konuların başında gelen Fransızların “Karamel” adını taktıkları bu Osmanlı pehlivanını adım adım takip eden biri daha vardır; Fransız kızı Juliette...

Fransa’da oldukça soylu ve zengin bir ailenin kızı olan Juliette, delikanlımıza aşık olmuştu. Gönül ferman dinlemeyip yüreğindeki ateşi söndüremeyince, Kara Ahmed’in ardından İstanbul’un yolunu tutmuş, bu karayığız Osmanlı delikanlısına evlenme teklif etmişti. Ama gelgelelim, Kara Ahmed bir müslümandı ve müslüman olmayan biri ile evlenemezdi. Bu durum kızcağıza anlatılınca, Juiette tereddütsüz durumu kabul etti ve "Ayşe Zarife" adını alarak Müslümanlıkla şereflendi. Ardından da evlendiler.

Bu arada pehlivanımız İstanbul`da padişah İkinci Abdülhamid tarafından liyakat madalyası alarak Osmanî Nişanı ile ödüllendirildi ve kendisine maaş bağlandı.

BİRBİRİNE GEÇEN DEMİRLER

Kara Ahmet henüz 31 yaşında iken bir gün (24 Mayıs 1902) Aksaray semtindeki bir kahvehanede ani olarak ölüverdi.

Cihan pehlivanımız Kara Ahmed, İstanbul’da bulunduğu günlerin birinde Aksaray’da Yeşiltulumba’daki Sineklibakkal Sokağı’nda bulunan pehlivanlar kahvehanesinde oturuyordu.

Henüz 31 yaşındaki bu bahadır delikanlı, tarihler 24 Mayıs 1902’yi gösterdiğinde, oturduğu yerde birden kalp krizi ile sarsıldı. Türk gücünü bütün cihana tanıtan bu ünlü pehlivan, sancının şiddetinden, can havliyle yanı başındaki demir parmaklıklara sarıldı. Kriz öylesine şiddetliydi ki bir anda Kara Ahmed’in bütün vücudu kasılmıştı.

Bütün uğraşmalara rağmen onu kurtaramadılar. Ölürken acı kuvvetiyle sarıldığı demir parmaklığın dokuz adet çubuğu, eğrilmiş, birbirine geçmişti. Öyle ki, sonraları demir keski ile açmak istediler ise de, bir türlü düzeltemediler.

Yalnız yakınları ve arkadaşları değil, bütün İstanbul halkı Osmanlı’nın gururu bu büyük pehlivanın bu hiç beklenmedik vefatından dolayı büyük bir üzüntüye kapıldılar. Ve sevenlerinin gözyaşları içinde cenaze merasiminin ardından Eyüp Sultan Camii’nin arkasındaki kabristana defnedildi.

MEZARDAN GELEN SESLER

Rivayete göre, Kara Ahmed defnedildikten sonra o akşam mezarının yanından geçenler kabrin içinden derinden derine bir takım seslerin gelmekte olduğunu duyarak bunu hemen yetkililere bildirdiler.

Ertesi gün pehlivanın kabri açıldığında, Kara Ahmed’in göğsünün, ellerinin ve yüzünün kanlar içinde olduğu, yani tırnaklarıyla göğsünü parçaladığının görüldüğü öne görüldü. Bu da Kara Ahmed’in pehlivanlar kahvesinde kalp krizi sonucu kendini bir süre kaybettiği ve öldü sanılarak diri diri toprağa gömüldüğü anlamına geliyordu.

Bugün, bu namlı pehlivanın Eyüp’deki kabrine uğrayanlar, mezartaşındaki mermere kazılı şiirinin başında “Hüvel Hallakul Bâki” (sonsuz olan Allah’tır) yazısını görürler. Evet, bâki olan Allah’tır ve her dünyalı fânidir. Fânidir fâni olmasına ama bize düşen de bu topraklarda kayda değer iz bırakan bu toprakların çocuklarına vefa göstermektir.

Mesela, Bulgaristan`da yıllar yılı güreşçi Nikola Petrov adına güreşler düzenlenir. Ve onun adına düzenlenen bu güreş turnuvası FİLA Takvimi’nde yer alır. Böylece hâtırası yâd edilerek adı yaşatılır. Oysa kahramanımız Kara Ahmed, bu Bulgar pehlivanını ilkinde 58, ikincisinde ise sadece 12 dakikada tuşlamış çok büyük bir değerdir.

Polonyalı Zibisko’dan Alman Wilhelm’e, İngiliz Canon’dan Rus Polyo’ya kadar o çağın dev güreşçilerinden onlarcasını mindere yapıştıran bu büyük güreşçimizi unutulmaya mahkum