Ramazan Topraklı 2005 yılında yayınlanan Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 18461950 adlı Bahattin Öztuncay'a ait kitapta, Sultan Abdülaziz’e ait olduğu söylenen; iki zabit arasında ve sarıklı, şalvarlı resmin (fotoğraf), Abdülaziz’e ait olamayacağını ortaya koydu
Araştırmacı yazar Ramazan Toprak’lı bilimsel makalesinde ‘Bahattin Öztuncay‟a ait söz konusu resim, sultan-ı mahlu‟ Abdülaziz Han Hazretlerine ait değildir. Zabit elbiseli iki kişi arasında çekilmiş sarıklı, şalvarlı adamın, Sultan Abdülaziz‟le bir ilgisi yoktur’ dedi.
İşte Ramazan Topraklı’nın bilimsel makalesi.
SULTAN ABDÜLAZİZ’E AĠT OLDUĞU SÖYLENEN İKİ ZABİT ARASINDAKİ RESİM KİME AİT?
Ramazan Topraklı
ll. Mahmut zamanında, din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes kabul edildi. Bu tarihten itibaren İkinci Mahmut, çocuk ve torunları yeni kıyafeti kullanmış olup, sarık ve şalvar giymiş olmaları düşünülemez.
Abdülaziz, Hal‟ edildiği Salı sabahından canına kıydığı Pazar saat 10,30‟a kadar Dolmabahçe, Topkapı ve Fer‟iyye saraylarında kaldığı beş gün zarfında yanında annesi, kadın efendiler, kalfalar, cariye ve mabeynciler olmak üzere kalabalık bir saray halkı bulunmuştur. Bu beş gün içinde yaşanan olaylar, Mabeynci Fahri Bey, Süleyman Paşa ve daha birçok kişice kaleme alınmış olup, böyle bir resim çekilme sahnesi olmamıştır. Ayrıca söz konusu resmi çektiği söylenen Vasilaki Kargopulo, Abdülaziz‟in intiharından asgarî on ay 20 gün sonra II. Abdülhamit tarafından saray fotoğrafçısı yapılmıştır
. Anahtar Kelimeler: İbretnümâ, Hiss-i İnkılâb, Sultan Aziz, Darbe ve Muamma, Hatıra-i Uhuvvet Giriş Yayıncı, internet sayfasında; “bu fotoğrafı ne Mustafa Kemal, ne İsmet İnönü, ne de Şanlıurfa'nın Bıçakçılar Mahallesi'nde sobadan sızan gazdan zehirlenerek 2004'te ölen Kazancı Bedih ve eşi Fatma Yoluk gördü. Çünkü fotoğraf ilk olarak 2005 yılında Bahattin Öztuncay'ın Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950 adlı kitabının 124. sayfasında yayımlandı da ondan. Fotoğrafı çeken kişi, Osmanlı fotoğrafçılığının en ünlü isimlerinden Vasilaki Bey. Yok, Kemençeci Vasilaki değil, sonradan sarayın resmi fotoğrafçısı da olacak olan Vasilaki, Vasilaki Kargopulo” diyerek kitabı ve resmi, milletin nazarı dikkatini celbedecek şekilde tanıtırlar. Yapılan şey popüler tarihçiliktir 1 . Yoksa resmin gerçek olup olmaması pek mühim değildir. Söz konusu resimle ilgisi olmadığı hâlde, sırf ünlü oldukları için Atatürk, İsmet Paşa ve Kazancı Bedih gibi isimler kullanılır. Abdülaziz‟in kendi canına kıymasından tam on ay yirmi gün sonra, “24 Nisan 1877 tarihinde başlayan Osmanlı-Rus Savaşı‟nda azledilen Abdullah Biraderler yerine, Vasilaki Kargopoulo “Fotoğrafi-i Hazreti Şehriyârî” unvanını almıştır” (Komisyon, 2007: 16). Benzer şekilde Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, 2011‟de yayınladıkları Süleyman Hüsnü Paşa (18381892)‟ya ait 1910‟da yayınlanan Hiss-i İnkılâb adlı kitabın ön kapağına 2005‟de yayınlanan söz konusu resmi koymakta bir beis görmez ve kitabın adını da Darbe ve Muamma olarak değiştirirler. Yine aynı şekilde, Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 2011‟de yayınladığı; ilk defa 1949‟da yayınlanan Halûk Yusuf Şehsuvaroğlu (1912-1963)‟na ait Sultan Aziz; Hayatı- Hal’i- Ölümü adlı kitabın içine iki zabit arasındaki bu resmi eklerler, eklerler diyorum, çünkü resmin kitapla hiçbir ilgisi yoktur. Askerî hâkim, öğretmen ve müzeci Şehsuvaroğlu‟nun kıymetli eserine Millî Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, Yayın Kurulu Fahrettin Gün, Dr. Kemal Kahraman, İhsan Kocaman, Dr. Halil İbrahim Erbay, Güller Karahüseyin, Dr. Jale Beşkonaklı, Şule Gürbüz ve Serpil Dede gibi kalabalık bir heyetçe hazırlanan esere; bu resim niye eklenir? Resmin altına da “Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra, arkasında lâubali şekilde poz veren saray görevlileri Mustafa ve Salih Bey‟lerle” açıklaması niye yapılır?
1Tarihçi Bilal Sürgeç, Popüler Tarih için, “hiçbir belgeye dayanmayan, yazıldığı günün şartlarıyla geçmişi yargılayan, okuyucuyu yönlendirmek isteyen ve ticarî amaç güden tarihtir” tarifini yapar.
1 Şehsuvaroğlu, “Abdülaziz‟in, son zamanlarda saray mensuplarının, başta Mahmud Nedim Paşa olmak üzere vükelânın tabasbusları, idaresizlikleri yüzünden çok mütekebbir, halkı hiçe sayar bir hâl aldığını” söyler. Halkın, Abdülaziz‟in idaresinden hoşnut olmadığını ve Abdülaziz‟in son günlerini öldürülme korkusuyla geçirdiğini ve sonunda da intihar ettiğini yazar (Bkz. Şehsuvaroğlu, 2011). Hal‟ sabahı Dolmabahçe‟yi kuşatan Süleyman Hüsnü Paşa, “6 Ekim 1875, tenzil-i fâiz kararı ile yaşanan malî iflâs ve bunun resmen ilânı” ile bir taht değişikliğinin zaruretine inanmıştı. Nitekim Abdülaziz‟in hal„ine istibdat usulünün ilgası şartıyla razı olmuştu” (Beydilli, 2010: 89-92). O, Abdülaziz‟i Topkapı sarayına götürmek için Cevher Ağa‟ya, “Evlâd ü iyalinden kaç kişi isterlerse hemen beraberlerine alarak teşrîf etsinler. Korkmasınlar ve hayatlarından emin olsunlar, tehlikeden masundurlar. Onların kıllarına gelecek hata için yine bu asker başını koymuştur. Çünkü şahıslara suikast yoktur ve bu hareket bir garaza müstenid değildir, selâmet-i millet arzusundan ileri gelmiştir” (Şehsuvaroğlu, 2011: 103) diyerek, ortalığı yatıştırır. Sultan Abdülaziz’in Kıyafeti Hakkında Sultan Abdülaziz‟in atası II. Mahmud, Abdülaziz‟in hal‟inden yıllar önce “din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes giyilmesi kabul ederek geleneksel kıyafetlerden vazgeçti” (Beydilli, 2003: 352-357). “Örnek alınan Avrupa‟nın dışında kalan başka bir medeniyet ve kültür dünyasına mensup olan milletler gibi -meselâ Büyük Petro devri Rusya‟sında olduğu üzere- reformların ilk izlenimde geniş halk kitleleri üzerinde psikolojik etki sağlayan şeklî tedbirlere II. Mahmud da başvurdu. Kendisinin kılık kıyafetle ilgili düzenlemeleri bu anlamdadır”. Bıyıkların ve sakalların uzunluğuna bile karar verilmiştir.
“Askerler için benimsenen ve III. Selim zamanından beri bilinen üniformanın kabulünün ise askerî anlamda görülen çağdaş hizmet ve alınan silâhlı eğitimle ilgili teknik bir zorunluluk olduğu açıktır. Avrupaî kıyafeti içinde Rus çarı, Avusturya imparatoru veya Prusya kralından görünüş itibariyle başındaki fes istisna edilirse artık hiçbir farkı kalmayan, resimlerini devlet dairelerine, yurt dışındaki elçiliklerine astıran ve mehter müziği yerine acemice çalınan opera parçalarının bozuk tonlarıyla cuma selâmlıklarında dehşet saçan II. Mahmud‟a, Petro‟ya “deli” diyen halkı gibi, “gâvur padişah” denilmiş olması, milletlerin mukadderatını değiştiren büyük müceddidlerin ortak kaderi olsa gerektir” (Beydilli, 2003: 352-357) şeklindeki ifadelerle Sultan II. Mahmud‟un büyük müceddid olduğu söylenir ve övülür.
Yeni kıyafetin kabulüyle, Sultan II. Mahmud, Sultan Mecid ve Sultan Abdülaziz‟in kıyafetleri fes, ceket (sako) ve pantolon olmuştur.
İbretnümâ ve Şehsuvaroğlu‟na göre son beş günde Abdülaziz‟in hiç yalnız kalmadığı görülür ve O‟na herkesin içinde zorla sarık ve şalvar giydirilmesi de mümkün değildir. Mabeynci Fahri Bey‟in ifadesine göre “Abdülaziz giyinerek, palasını sako‟sunun altında olduğu halde boynuna astı ve Yusuf İzzeddin Efendi hazretlerini yanlarına alarak (…) dört çifte kayığa binerek Başmabeynci Mehmet Beyi ve beni dahi kayığa alarak (…) ziyade yağmur yağdığından (…) etrafında muhafazaya memur felikalar olduğu halde Topkapı sarayının iskelesine yanaştık” (Baykal, 1968: 4). “(…) Cuma günü ale‟s-seher Efendimiz arabaya binip Yaldızlı kapıya inerek iskelede hazır ve mevcut olan Sultan Murad‟ın veliahtlık zamanında binmiş oldukları beş çifte kayığa binerek Mehmed Bey ile beni ve Sultan Murad‟ın Başmabeyncisini alıp”, Fer‟iyye dairesi iskelesine varırlar (Baykal, 1968: 6). “Pazar günü (…) pala kendilerinde olduğundan “pala için sual ederlerse ne emriniz olur, ne cevap vereyim” dediğimde “Allahallah, ne hakları var istemeğe, pala Sultan Selim‟in palasıdır” dedi. Ben dahi “Siz bilirsiniz” deyip kendi rey‟ine bırakıp odadan çıktığım anda yanında olan Kalfaların biriyle pala‟yı bana gönderip ve ben dahi alırken odadan bana seslenip “al da ver, anın için de bir hakaret görmiyelim” diye buyurdular” (Baykal, 1968: 14). Böylece Pertevniyal ve Abdülaziz‟n izniyle Mabeynci Fahri Bey, pala‟yı, Pazar sabahı sarayın bodrum penceresinden Karakol‟da görevli askere verir ve Binbaşı İzzet Bey‟in isteği yerine gelir ve saat 10.30 sularında da Abdülaziz kendi canına kıyar (Baykal, 1968: 14, 87). 2 Öğleden bir saat önce (Saat 12.00) 19 Doktor, Abdülaziz‟in na‟şını görmeye gelirler (Uysal, 2015: 347-348). Abdülaziz, bu beş-altı gün içinde hiç yalnız olmadı. Etrafında 300 civarında cariye, kalfa, hazinedar, Başmabeynci Mehmed Bey, Mabeynci Fahri Bey, zaman zaman da V. Murad‟ın Başmabeyncisi oldu. Topkapı sarayında kaldığı sırada Sultan V. Murad‟a onun Başmabeyncisi ile iki kez mektup yazdı. Böyle bir resim olayı olsaydı muhakkak bundan ve V. Murad veya çevresine bahsederdi. Binbaşı İzzet‟in ısrarına rağmen üç pehlivan saraya alınmazken, Kargopulo ve iki zabidin girmesi, ömrü fes, sako ve patolonla geçmiş Abdülaziz‟e bir anlığına zorla sarık, şalvar giydirilerek resminin çekilmesi izah edilemez. Ekte, Yusuf İzzeddin Efendi‟nin 1863‟de çekilmiş bir fotoğrafı ile Abdülaziz‟in 1867‟de yapılmış bir yağlı boya resminde kıyafetlerinin fes, sako ve pantolon olduğu görülmektedir. Öyleyse, Bahattin Öztuncay’ın Ortaya Çıkardığı Resim, Neyin Nesidir? O zaman söz konusu resim Abdülaziz‟e ait değildir. Velevki resmin arka yüzünde, ön yüzünde bile Sultan Abdülaziz yazısı yazmış bulunsun bu resim Abdülaziz‟e ait olamaz ve tarihî hiçbir kıymeti yoktur, olamaz da. Bir ihtimal, Sultan II. Abdülhamid, Yıldız çadır mahkesinde kullanmak ve “bakınız darbeciler, Sultan Abdülaziz‟e ne zulümler yaptılar” diyebilmek için, Vasilaki Kargopula‟ya böyle bir resim çektirmiş veya yaptırmış, sonra da kullanmaktan vazgeçmiş olabilir.
Abdülaziz‟e benzeyen birini bulmak çok zor değildir. İbretnümâ‟yı okuyan, “Payitaht Abdülhamid” dizisini seyreden birisi, onun ne işler çevirdiğini, nelere kafa yorduğunu düşünür ve her an için Sultan II. Abdülhamid‟ten böyle bir hareketi bekler. Sonuç Bahattin Öztuncay‟a ait söz konusu resim, sultan-ı mahlu‟ Abdülaziz Han Hazretlerine ait değildir. Zabit elbiseli iki kişi arasında çekilmiş sarıklı, şalvarlı adamın, Sultan Abdülaziz‟le bir ilgisi yoktur. Haydi diyelim; Bahattin Öztunçay ile Yrd. Doç. Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, bu fotoğrafı ticarî bir gayeyle çok satmak için ortaya çıkardılar ve kitaplarının ön kapağına koydular; Millî Saraylar Dairesi‟nin böyle bir şeye ihtiyacı olmadığına göre gayesi, tarihi çarpıtmak mıdır? Süleyman Hüsnü Paşa 1892‟de ölür, eseri 1910‟da yayınlanır. Halûk Şehsuvaroğlu eserini 1949‟da yayınlar ve 1963‟de de ölür. Şehruvaroğlu, açık şekilde Abdülaziz‟in intihar ettiğini ve muamma diye bir şey olmadığını belirttiği halde, onun kitabının Üss-i İnkılâb adını, ne hakla Darbe ve Muamma yaparsınız? Ahirete göçmüş müelliflerden izin alınamayacağına göre, hangi hakla bu resim, onların kitabına konulur? Kanundan korkmadınız diyelim, ahirete intikâl etmiş bu kişilere de mi, hiç saygınız yoktur? Çoğunun adının önünde Dr unvanı bulunan yayın kurulunun, söz konusu bu resim ve altındaki açıklamadan haberleri var mıydı? Sultan Abdülaziz‟in atası Sultan II. Mahmud‟un sarığı yasakladığını, bütün resmî dairelerde fes ve pantolonlu resmini taktırdığını bilmiyorlar mıydı? Sultan Abdülaziz atasına rağmen, küstah iki saray görevlisininin (!) hatırı için mi, sarık ve şalvarla poz verdi? Mabeynci Fahri Bey, Abdülaziz‟in hal‟ edilmesini müteakip geçen beş günü hatıralarında kaydeder. Bu beş güz zarfında Abdülaziz, en basit olayı bile onunla ve etrafıyla paylaştığı hâlde bu resim olayından bahsetmez. Her şeyi didik-didik eden yayınlarda da resim olayından bahsedilmez. Bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak biri nerede ve nasıl böyle bir resim çekebilir? Fotoğrafın bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak olan Kargopulo tarafından çekildiği söylenerek, resmin Abdülaziz‟e ait olmadığı açık edilir, ama bu hususa ne Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, ne de TBMM‟ne bağlı Millî Saraylar Dairesi dikkat eder. Malûm olduğu üzere İbretnüma, 1968 yılında yayınlandı; o olmasaydı her türlü yalan yanlış haber söylenip yazılabilirdi; artık bundan sonra mümkün değildir. Çünkü İbretnüma her olayı kaydetmiştir. Söz konusu fotoğraf, yalana teşne olanların eline bir koz vermek, Abdülaziz‟in katledildiği iddiasına inanmayan insanımızın beynini bulandırmak istiyen güçlerce piyasaya sürülmüş olmalıdır ve Abdülaziz‟e ait değildir. Ne acıdır ki kurumlarımız, bu güçlerin gayelerine alet olmaktadırlar.
3 Kaynak ve Tetkik Eserler Baykal, Bekir Sıtkı (1968): İbretnümâ; Mabeynci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Maddeler, Türk Tarih Kurumu-Ankara Beydilli, Kemal (2003): “İkinci Mahmud”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 27. Cilt, s. 352-357 Beydilli, Kemal (2010): “Süleyman Hüsnü Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 38. Cilt, s. 89-92 Komisyon (2007): 150 Yılın Sessiz Tanıkları, Dolmabahçe Sarayı Fotoğraf Albümleri-İstanbul, TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. Yay. Öztuncay, Bahattin (2005): Hatıra-i Uhuvvet (Portre Fotoğrafların Cazibesi: 1846-1950), Aygaz Yayınevi-İstanbul Süleyman Hüsnü Paşa (2011): Darbe ve Muamma; Abdülaziz’in Tahttan İndirilmesi ve Ölümü, Faruk Yılmaz, İz Yay.-İstanbul Şehsuvaroğlu, Halûk Y. (2011): Sultan Aziz; Hayatı-Hal’i-Ölümü, Yayınlayan: TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. İstanbul Uysal, M. Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa, Türk Tarih Kurumu-Ankara EKLER: İki zabit arasında Abdülaziz (?) (Öztuncay, 2005: 124). Abdülaziz‟in yağlı boya resmi, 1867 (Şehsuvaroğlu, 2011: 88) Süleyman Hüsnü Paşa (2011) Y. İzzeddin 1863 (Şehsuvaroğlu, 2011: 57SULTAN
SULTAN ABDÜLAZİZ’E AİT OLDUĞU SÖYLENEN İKİ ZABİT ARASINDAKİ RESİM KİME AİT?
Ramazan Topraklı Özet Makalenin amacı, 2005 yılında yayınlanan Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 18461950 adlı Bahattin Öztuncay'a ait kitapta, Sultan Abdülaziz‟e ait olduğu söylenen; iki zabit arasında ve sarıklı, şalvarlı resmin (fotoğraf), Abdülaziz‟e ait olamayacağını ortaya koymaya çalışmaktır. İkinci Mahmud zamanında, din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes kabul edildi. Bu tarihten itibaren İkinci Mahmud, çocuk ve torunları yeni kıyafeti kullanmış olup, sarık ve şalvar giymiş olmaları düşünülemez. Abdülaziz, Hal‟ edildiği Salı sabahından canına kıydığı Pazar saat 10,30‟a kadar Dolmabahçe, Topkapı ve Fer‟iyye saraylarında kaldığı beş gün zarfında yanında annesi, kadın efendiler, kalfalar, cariye ve mabeynciler olmak üzere kalabalık bir saray halkı bulunmuştur. Bu beş gün içinde yaşanan olaylar, Mabeynci Fahri Bey, Süleyman Paşa ve daha birçok kişice kaleme alınmış olup, böyle bir resim çekilme sahnesi olmamıştır. Ayrıca söz konusu resmi çektiği söylenen Vasilaki Kargopulo, Abdülaziz‟in intiharından asgarî on ay 20 gün sonra II. Abdülhamit tarafından saray fotoğrafçısı yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: İbretnümâ, Hiss-i İnkılâb, Sultan Aziz, Darbe ve Muamma, Hatıra-i Uhuvvet Giriş Yayıncı, internet sayfasında; “bu fotoğrafı ne Mustafa Kemal, ne İsmet İnönü, ne de Şanlıurfa'nın Bıçakçılar Mahallesi'nde sobadan sızan gazdan zehirlenerek 2004'te ölen Kazancı Bedih ve eşi Fatma Yoluk gördü. Çünkü fotoğraf ilk olarak 2005 yılında Bahattin Öztuncay'ın Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950 adlı kitabının 124. sayfasında yayımlandı da ondan. Fotoğrafı çeken kişi, Osmanlı fotoğrafçılığının en ünlü isimlerinden Vasilaki Bey. Yok, Kemençeci Vasilaki değil, sonradan sarayın resmi fotoğrafçısı da olacak olan Vasilaki, Vasilaki Kargopulo” diyerek kitabı ve resmi, milletin nazarı dikkatini celbedecek şekilde tanıtırlar. Yapılan şey popüler tarihçiliktir 1 . Yoksa resmin gerçek olup olmaması pek mühim değildir. Söz konusu resimle ilgisi olmadığı hâlde, sırf ünlü oldukları için Atatürk, İsmet Paşa ve Kazancı Bedih gibi isimler kullanılır. Abdülaziz‟in kendi canına kıymasından tam on ay yirmi gün sonra, “24 Nisan 1877 tarihinde başlayan Osmanlı-Rus Savaşı‟nda azledilen Abdullah Biraderler yerine, Vasilaki Kargopoulo “Fotoğrafi-i Hazreti Şehriyârî” unvanını almıştır” (Komisyon, 2007: 16). Benzer şekilde Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, 2011‟de yayınladıkları Süleyman Hüsnü Paşa (18381892)‟ya ait 1910‟da yayınlanan Hiss-i İnkılâb adlı kitabın ön kapağına 2005‟de yayınlanan söz konusu resmi koymakta bir beis görmez ve kitabın adını da Darbe ve Muamma olarak değiştirirler. Yine aynı şekilde, Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 2011‟de yayınladığı; ilk defa 1949‟da yayınlanan Halûk Yusuf Şehsuvaroğlu (1912-1963)‟na ait Sultan Aziz; Hayatı- Hal’i- Ölümü adlı kitabın içine iki zabit arasındaki bu resmi eklerler, eklerler diyorum, çünkü resmin kitapla hiçbir ilgisi yoktur. Askerî hâkim, öğretmen ve müzeci Şehsuvaroğlu‟nun kıymetli eserine Millî Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, Yayın Kurulu Fahrettin Gün, Dr. Kemal Kahraman, İhsan Kocaman, Dr. Halil İbrahim Erbay, Güller Karahüseyin, Dr. Jale Beşkonaklı, Şule Gürbüz ve Serpil Dede gibi kalabalık bir heyetçe hazırlanan esere; bu resim niye eklenir? Resmin altına da “Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra, arkasında lâubali şekilde poz veren saray görevlileri Mustafa ve Salih Bey‟lerle” açıklaması niye yapılır? 1Tarihçi Bilal Sürgeç, Popüler Tarih için, “hiçbir belgeye dayanmayan, yazıldığı günün şartlarıyla geçmişi yargılayan, okuyucuyu yönlendirmek isteyen ve ticarî amaç güden tarihtir” tarifini yapar. 1 Şehsuvaroğlu, “Abdülaziz‟in, son zamanlarda saray mensuplarının, başta Mahmud Nedim Paşa olmak üzere vükelânın tabasbusları, idaresizlikleri yüzünden çok mütekebbir, halkı hiçe sayar bir hâl aldığını” söyler. Halkın, Abdülaziz‟in idaresinden hoşnut olmadığını ve Abdülaziz‟in son günlerini öldürülme korkusuyla geçirdiğini ve sonunda da intihar ettiğini yazar (Bkz. Şehsuvaroğlu, 2011). Hal‟ sabahı Dolmabahçe‟yi kuşatan Süleyman Hüsnü Paşa, “6 Ekim 1875, tenzil-i fâiz kararı ile yaşanan malî iflâs ve bunun resmen ilânı” ile bir taht değişikliğinin zaruretine inanmıştı. Nitekim Abdülaziz‟in hal„ine istibdat usulünün ilgası şartıyla razı olmuştu” (Beydilli, 2010: 89-92). O, Abdülaziz‟i Topkapı sarayına götürmek için Cevher Ağa‟ya, “Evlâd ü iyalinden kaç kişi isterlerse hemen beraberlerine alarak teşrîf etsinler. Korkmasınlar ve hayatlarından emin olsunlar, tehlikeden masundurlar. Onların kıllarına gelecek hata için yine bu asker başını koymuştur. Çünkü şahıslara suikast yoktur ve bu hareket bir garaza müstenid değildir, selâmet-i millet arzusundan ileri gelmiştir” (Şehsuvaroğlu, 2011: 103) diyerek, ortalığı yatıştırır. Sultan Abdülaziz’in Kıyafeti Hakkında Sultan Abdülaziz‟in atası II. Mahmud, Abdülaziz‟in hal‟inden yıllar önce “din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes giyilmesi kabul ederek geleneksel kıyafetlerden vazgeçti” (Beydilli, 2003: 352-357). “Örnek alınan Avrupa‟nın dışında kalan başka bir medeniyet ve kültür dünyasına mensup olan milletler gibi -meselâ Büyük Petro devri Rusya‟sında olduğu üzere- reformların ilk izlenimde geniş halk kitleleri üzerinde psikolojik etki sağlayan şeklî tedbirlere II. Mahmud da başvurdu. Kendisinin kılık kıyafetle ilgili düzenlemeleri bu anlamdadır”. Bıyıkların ve sakalların uzunluğuna bile karar verilmiştir. “Askerler için benimsenen ve III. Selim zamanından beri bilinen üniformanın kabulünün ise askerî anlamda görülen çağdaş hizmet ve alınan silâhlı eğitimle ilgili teknik bir zorunluluk olduğu açıktır. Avrupaî kıyafeti içinde Rus çarı, Avusturya imparatoru veya Prusya kıralından görünüş itibariyle başındaki fes istisna edilirse artık hiçbir farkı kalmayan, resimlerini devlet dairelerine, yurt dışındaki elçiliklerine astıran ve mehter müziği yerine acemice çalınan opera parçalarının bozuk tonlarıyla cuma selâmlıklarında dehşet saçan II. Mahmud‟a, Petro‟ya “deli” diyen halkı gibi, “gâvur padişah” denilmiş olması, milletlerin mukadderatını değiştiren büyük müceddidlerin ortak kaderi olsa gerektir” (Beydilli, 2003: 352-357) şeklindeki ifadelerle Sultan II. Mahmud‟un büyük müceddid olduğu söylenir ve övülür. Yeni kıyafetin kabulüyle, Sultan II. Mahmud, Sultan Mecid ve Sultan Abdülaziz‟in kıyafetleri fes, ceket (sako) ve pantolon olmuştur. İbretnümâ ve Şehsuvaroğlu‟na göre son beş günde Abdülaziz‟in hiç yalnız kalmadığı görülür ve O‟na herkesin içinde zorla sarık ve şalvar giydirilmesi de mümkün değildir. Mabeynci Fahri Bey‟in ifadesine göre “Abdülaziz giyinerek, palasını sako‟sunun altında olduğu halde boynuna astı ve Yusuf İzzeddin Efendi hazretlerini yanlarına alarak (…) dört çifte kayığa binerek Başmabeynci Mehmet Beyi ve beni dahi kayığa alarak (…) ziyade yağmur yağdığından (…) etrafında muhafazaya memur felikalar olduğu halde Topkapı sarayının iskelesine yanaştık” (Baykal, 1968: 4). “(…) Cuma günü ale‟s-seher Efendimiz arabaya binip Yaldızlı kapıya inerek iskelede hazır ve mevcut olan Sultan Murad‟ın veliahtlık zamanında binmiş oldukları beş çifte kayığa binerek Mehmed Bey ile beni ve Sultan Murad‟ın Başmabeyncisini alıp”, Fer‟iyye dairesi iskelesine varırlar (Baykal, 1968: 6). “Pazar günü (…) pala kendilerinde olduğundan “pala için sual ederlerse ne emriniz olur, ne cevap vereyim” dediğimde “Allahallah, ne hakları var istemeğe, pala Sultan Selim‟in palasıdır” dedi. Ben dahi “Siz bilirsiniz” deyip kendi rey‟ine bırakıp odadan çıktığım anda yanında olan Kalfaların biriyle pala‟yı bana gönderip ve ben dahi alırken odadan bana seslenip “al da ver, anın için de bir hakaret görmiyelim” diye buyurdular” (Baykal, 1968: 14). Böylece Pertevniyal ve Abdülaziz‟n izniyle Mabeynci Fahri Bey, pala‟yı, Pazar sabahı sarayın bodrum penceresinden Karakol‟da görevli askere verir ve Binbaşı İzzet Bey‟in isteği yerine gelir ve saat 10.30 sularında da Abdülaziz kendi canına kıyar (Baykal, 1968: 14, 87). 2 Öğleden bir saat önce (Saat 12.00) 19 Doktor, Abdülaziz‟in na‟şını görmeye gelirler (Uysal, 2015: 347-348). Abdülaziz, bu beş-altı gün içinde hiç yalnız olmadı. Etrafında 300 civarında cariye, kalfa, hazinedar, Başmabeynci Mehmed Bey, Mabeynci Fahri Bey, zaman zaman da V. Murad‟ın Başmabeyncisi oldu. Topkapı sarayında kaldığı sırada Sultan V. Murad‟a onun Başmabeyncisi ile iki kez mektup yazdı. Böyle bir resim olayı olsaydı muhakkak bundan ve V. Murad veya çevresine bahsederdi. Binbaşı İzzet‟in ısrarına rağmen üç pehlivan saraya alınmazken, Kargopulo ve iki zabidin girmesi, ömrü fes, sako ve patolonla geçmiş Abdülaziz‟e bir anlığına zorla sarık, şalvar giydirilerek resminin çekilmesi izah edilemez. Ekte, Yusuf İzzeddin Efendi‟nin 1863‟de çekilmiş bir fotoğrafı ile Abdülaziz‟in 1867‟de yapılmış bir yağlı boya resminde kıyafetlerinin fes, sako ve pantolon olduğu görülmektedir. Öyleyse, Bahattin Öztuncay’ın Ortaya Çıkardığı Resim, Neyin Nesidir? O zaman söz konusu resim Abdülaziz‟e ait değildir. Velevki resmin arka yüzünde, ön yüzünde bile Sultan Abdülaziz yazısı yazmış bulunsun bu resim Abdülaziz‟e ait olamaz ve tarihî hiçbir kıymeti yoktur, olamaz da. Bir ihtimal, Sultan II. Abdülhamid, Yıldız çadır mahkesinde kullanmak ve “bakınız darbeciler, Sultan Abdülaziz‟e ne zulümler yaptılar” diyebilmek için, Vasilaki Kargopula‟ya böyle bir resim çektirmiş veya yaptırmış, sonra da kullanmaktan vazgeçmiş olabilir. Abdülaziz‟e benzeyen birini bulmak çok zor değildir. İbretnümâ‟yı okuyan, “Payitaht Abdülhamid” dizisini seyreden birisi, onun ne işler çevirdiğini, nelere kafa yorduğunu düşünür ve her an için Sultan II. Abdülhamid‟ten böyle bir hareketi bekler. Sonuç Bahattin Öztuncay‟a ait söz konusu resim, sultan-ı mahlu‟ Abdülaziz Han Hazretlerine ait değildir. Zabit elbiseli iki kişi arasında çekilmiş sarıklı, şalvarlı adamın, Sultan Abdülaziz‟le bir ilgisi yoktur. Haydi diyelim; Bahattin Öztunçay ile Yrd. Doç. Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, bu fotoğrafı ticarî bir gayeyle çok satmak için ortaya çıkardılar ve kitaplarının ön kapağına koydular; Millî Saraylar Dairesi‟nin böyle bir şeye ihtiyacı olmadığına göre gayesi, tarihi çarpıtmak mıdır? Süleyman Hüsnü Paşa 1892‟de ölür, eseri 1910‟da yayınlanır. Halûk Şehsuvaroğlu eserini 1949‟da yayınlar ve 1963‟de de ölür. Şehruvaroğlu, açık şekilde Abdülaziz‟in intihar ettiğini ve muamma diye bir şey olmadığını belirttiği halde, onun kitabının Üss-i İnkılâb adını, ne hakla Darbe ve Muamma yaparsınız? Ahirete göçmüş müelliflerden izin alınamayacağına göre, hangi hakla bu resim, onların kitabına konulur? Kanundan korkmadınız diyelim, ahirete intikâl etmiş bu kişilere de mi, hiç saygınız yoktur? Çoğunun adının önünde Dr unvanı bulunan yayın kurulunun, söz konusu bu resim ve altındaki açıklamadan haberleri var mıydı? Sultan Abdülaziz‟in atası Sultan II. Mahmud‟un sarığı yasakladığını, bütün resmî dairelerde fes ve pantolonlu resmini taktırdığını bilmiyorlar mıydı? Sultan Abdülaziz atasına rağmen, küstah iki saray görevlisininin (!) hatırı için mi, sarık ve şalvarla poz verdi? Mabeynci Fahri Bey, Abdülaziz‟in hal‟ edilmesini müteakip geçen beş günü hatıralarında kaydeder. Bu beş güz zarfında Abdülaziz, en basit olayı bile onunla ve etrafıyla paylaştığı hâlde bu resim olayından bahsetmez. Her şeyi didik-didik eden yayınlarda da resim olayından bahsedilmez. Bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak biri nerede ve nasıl böyle bir resim çekebilir? Fotoğrafın bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak olan Kargopulo tarafından çekildiği söylenerek, resmin Abdülaziz‟e ait olmadığı açık edilir, ama bu hususa ne Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, ne de TBMM‟ne bağlı Millî Saraylar Dairesi dikkat eder. Malûm olduğu üzere İbretnüma, 1968 yılında yayınlandı; o olmasaydı her türlü yalan yanlış haber söylenip yazılabilirdi; artık bundan sonra mümkün değildir. Çünkü İbretnüma her olayı kaydetmiştir. Söz konusu fotoğraf, yalana teşne olanların eline bir koz vermek, Abdülaziz‟in katledildiği iddiasına inanmayan insanımızın beynini bulandırmak istiyen güçlerce piyasaya sürülmüş olmalıdır ve Abdülaziz‟e ait değildir. Ne acıdır ki kurumlarımız, bu güçlerin gayelerine alet olmaktadırlar. 3 Kaynak ve Tetkik Eserler Baykal, Bekir Sıtkı (1968): İbretnümâ; Mabeynci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Maddeler, Türk Tarih Kurumu-Ankara Beydilli, Kemal (2003): “İkinci Mahmud”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 27. Cilt, s. 352-357 Beydilli, Kemal (2010): “Süleyman Hüsnü Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 38. Cilt, s. 89-92 Komisyon (2007): 150 Yılın Sessiz Tanıkları, Dolmabahçe Sarayı Fotoğraf Albümleri-İstanbul, TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. Yay. Öztuncay, Bahattin (2005): Hatıra-i Uhuvvet (Portre Fotoğrafların Cazibesi:1846-1950), Aygaz Yayınevi-İstanbul Süleyman Hüsnü Paşa (2011): Darbe ve Muamma; Abdülaziz’in Tahttan İndirilmesi ve Ölümü, Faruk Yılmaz, İz Yay.-İstanbul Şehsuvaroğlu, Halûk Y. (2011): Sultan Aziz; Hayatı-Hal’i-Ölümü, Yayınlayan: TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. İstanbul Uysal, M. Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa, Türk Tarih Kurumu-Ankara EKLER: İki zabit arasında Abdülaziz (?) (Öztuncay, 2005: 124). Abdülaziz‟in yağlı boya resmi, 1867 (Şehsuvaroğlu, 2011: 88) Süleyman Hüsnü Paşa (2011) Y. İzzeddin 1863 (Şehsuvaroğlu, 2011:
rAMAZAN tOPRAKLI: Hamideli Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı
yazar, yüksek mühendis
1944 yılında doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun oldu. 1968-1971 yılları arasında Karayolları 13. Bölge Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı. Ardından 1971-1973 yılları arasında askerlik görevini tamamladı. 1974-1994 yılları arasında serbest çalıştı. 1994’ten emekli olduğu 2005 yılına kadar ASKİ ve EGO Genel Müdürlüklerinde daire başkanı ve mühendis olarak görev yaptı.
ESERLERİ:
Anadolu'da Keşifler
F. V. J. Arundel
Çevirmen: Atabay Topbaş
Derleyici: Ramazan Topraklı
Yayın Tarihi 2014-01-01
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 112
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 13.5 x 21 cm
SİSTEM OFSET YAYINCILIK
Günümüzden tam 180 sene önce vuku bulmuş olan bu gezi, coğrafya ve tarihimiz hakkında çok önemli bilgiler içerir. 180 yıl önceki yaşantı ve sosyal yapımız hakkında da ipuçları sunar. Arundel bu seyahatini 1834 yılında Küçük Asya Keşifleri adıyla yayınlar. Kitabın basımından tam yüz yıl sonra Ispartayı ilgilendiren kısımlar Hamit Dereli imzasıyla Isparta Ün Dergisinde kısmen Türkçe olarak yayımlanır.
Biz eksik olan, hatta bazı hatalar içeren bu çeviriyi yeterli görmedik. Çok değerli olan bu malûmatı halkımızla paylaşmak istedik. Gezinin Hamideli coğrafyasını ilgilendiren kısımlarını tam olarak yayımlamaya karar verdik. Çivril-Işıklı, Dinar, Çapalı, Uluborlu, Yalvaç, Gelendost (Afşar), Eğirdir ve Isparta kısmını Türkçeye çevirdik.
Yalvaç Meydan Muharebesi ve Kaşıkçıbeli Zaferi
Ramazan Topraklı
SİSTEM OFSET YAYINCILIK
Tweetle Yayın Tarihi 2014-08-13
ISBN 6056055010
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 144
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi 1. Hm. Kağıt
Boyut 16 x 24 cm
Yol ve Tarih
Ramazan Topraklı
SİSTEM OFSET YAYINCILIK
Yayın Tarihi 2014-08-13
ISBN 6056055041
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 192
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 16 x 24 cm
Günümüzden 2500 sene önce yaşayan Herodotos, Kemer Boğazındaki iki ırmağı çok doğru tesbit etmişti. Hoyran ve Eğirdir Göllerini birleştiren nehiri Menderes, Bigadiç Çayı dediğimiz "suları coşkun çay"ı Katarraktes olarak kaydetmişti (Herodotos, 1983: 348). İbni Battuta da küçük gemilerle Eğirdir Gölünden Beyşehir Gölüne gidildiğini söyler. Tarihî bir yanılgıdan ötürü, Hoyran Gölü yerine Beyşehir Gölü yazdığı için Battutayı kayda değer bulmuyorlar. Evliya Çelebi ise Doğu Hamideline uğramamış.
Herodotos, İbni Battuta, Evliya Çelebi olmasaydı şayet; geçmişimizi bilemeyeceğimiz gibi; tam olarak önümüzü de göremezdik.
Değişen Coğrafya ve Miryokefalon Savaşı
Ramazan Topraklı
SİSTEM OFSET YAYINCILIK
Yayın Tarihi 2014-08-13
ISBN 6056055027
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 208
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi 1. Hm. Kağıt
Boyut 16 x 24 cm
Bazı kaynaklarda Turrice, Sybrize, Tzibrelitzemani de denilen bu geçidin adını, Semâni Sivrisi; yani Yağcı veya Sekiz Sivrisi denilen 1303 rakımlı Sivri Tepe veya Yenice Sivrisi'nden aldığı; M. 1146 yılında İmparator Manuel Komnenos'un Konya kuşatması ardından gerçekleştirdiği ricatı esnasında Sultan Mesud ile yine aynı yerde; Kötürnek- Yeñice arası, özellikle Tzibrelitzemani denilen yerde savaştığı; zaman içinde iklim, deprem veya jeolojik olaylar sonunda göl seviyeyesinin yükselerek Eğirdir ve Hoyran Göllerinin birleştiği, su altında kalan yol ve Yeñice Köyü Köprüsü'nün yıkıldığı, böylece Yeñice ve Afşar'ın önemini yitirdiği hususlarına dikkat çekmek için kaleme alınmıştır.
Haber:Gapolay