Albert Camus Yaz kitabında şehirleri anlatırken Viyana'yı kentler arasında bir kıza benzetir. Ardından "burada taşların yaşı üç yüz yılı geçmez, gençlikleri de hüznü de bilmez" diye yazar. Camus'nün bu tanımlaması beni doğduğum şehre götürdü. Onun kurduğu bu cümleye karşılık ben de bir şehir güzellemesi yapmak istedim. Ve içimden şu cümleler geçti: Sormayın bana Urfa'daki taşların yaşını. Eğer bir şehir taşlarının yaşlılığıyla övünecekse Urfa'ya bakıp utanmalıdır. Balıklıgöl'ün etrafını çevreleyen taşlar en az üç bin yıllık, kalenin göğe yükselen devasa nahitleri en az iki bin yıllık! Balıklıgöl Roma'yla yaşıt, kale Roma'nın eseri. Batının övündüğü Roma, belki bu iki mekanla kendini eşit görebilir ama Göbeklitepe karşısında utancından yere kapanır!

 On üç bin yıllık taşların yanında üç bin yıllık Roma taşlarının sözü mü olur? Dünyada hangi şehrin taşı Urfa taşından daha yaşlıdır? Viyana varsın üç yüz yıllık yaşıyla gençliği ve hüznü bilmesin! Ama Urfa on üç bin yıllık yaşıyla gençlikten geçmiş, hüznü kendine yakıştırmıştır. Zira bu şehir hüznün acıyla içselleştiği mekandır... Viyana varsın üç yüz yıllık taşlarıyla övünsün. Roma varsın yıkılan harabelerinde mezar kazıcılığı yapsın! Göbeklitepe'nin dimdik duran anıtları önünde Roma'nın yerlere kapanan taşları ancak ayakların üzerine bastığı zemin olabilir.

Urfa ihtiyar ve bilge şehir! Bu şehirde Viyana gibi bir gençlik hevesi hissedemezsiniz ama ondaki bilgeliğe kulak kesilirseniz hayatınızda duymadığınız efsaneler, hikayeler ve menkıbeler işitirsiniz. Yeter ki bu şehri sevin ve bu şehre kulak kesilin! İşte o zaman ihtiyar taşlarına kazınmış kahramanlık destanları, bilgelik sözleri ve ilahi mesajlarıyla modern dünyaya eski zamanlardan nasıl bir nefes taşıdığını ve dünyanın kadim ruhunu nasıl üflediğini görürsünüz....

 Urfa'da modernizmi ve dünyeviliği arayanlar hayal kırıklığına uğrarlar. Ancak antik zamanları görmek ve anlamak isteyenler Urfa'yı anlayabilir, sevebilir.