İlkokula giden çocuğunuza, “Sen büyüyünce ne olmak istersin?” sorusuna karşılık, “Çöpçü, çoban, şoför, baba, anne…” ve benzeri cevaplara karşı kendinizi nasıl hissedersiniz? 
Ben söyleyeyim: Donup kalırsınız. 
Öyle değil mi? 
Hâlbuki çocuğunuzu ne hayallerle okula gönderiyorsunuzdur.  Şimdi başka bir soru, “Hangi ebeveyn çocuğuyla aynı duygularla hayata bakış açısına sahip?” 
Bence hiç biri… 
*
Bir gün, hayvancılık yapan bir akraba ziyaretindeyken evin en küçüğüne takıldı gözlerim. Büyükbabası ile ciddi ciddi tartışıyordu kuzuları için. Büyükbabası şakasına ondan bizzat bakımını üslendiği kuzuyu istiyordu. 
“Vermezsen kuzunu, ağıldaki diğer kuzuları da unut!”
“Hayır, hepsi benim. Hem kuzumu ben büyüttüm. Niye sana vereyim?” diyordu çocuk üzüntüsünü hissettirerek. Sonra da uzun uzun kuzularından, oğlaklarından, onların annelerinden bahsetti. 
Canım ya! Hepsine de ayrı ayrı isimler takmış; en çokta bakımını üstlendiği kuzuyu anlattı durdu. O anlattıkça kuzusuna karşı gözlerindeki sevgi daha bir büyüyordu. Bir ara ona, büyüyünce ne olmak istediğini sordum. Henüz ilkokul ikinci sınıfa giden boncuk gözlü, içi sevgiyle dolu çocuk, hiç düşünmeden, çoban olmak istediğini söyledi. Annesi hemen:
“Aa, olur mu öyle şey? Hani okulunu çok seviyordun, okuyarak büyük adam olacaktın?” diyerek araya girdi. 
“Zaten büyüyene kadar okula gideceğim, ondan sonra çoban olacağım.” çocuğun cevabı oldu haklı olarak.  
Anne:
“Okula doktor, mühendis, avukat olmak için gidilir; çoban olmak için değil.” deyince. Çocuğun bir an da havası değişti üzüldüğünü belli etmeyerek. 
Biran kendi çocuğum belirdi karşımda. Ben de çocuğuma ne olmak istediğini sorduğumda, tır şoförü diye bir cevap almıştım. Nasıl da severdi tır oyuncaklarını! Banyoda bile yanından ayırmazdı. Caddeden geçen tır seslerine balkona koşarak hayranlıkla izler, uzun uzun tırların özelliklerinden bahsederdi. 
Yine bir gün, bu çocuk bunları nerden biliyor diye düşünmeye başlamıştım ki, (Bazen bilgisayardan dersleriyle ilgili video izletirdim.) oturduğu yerden heyecanla beni yanına çağırdı. Bana bilgisayardan bir tır göstererek:
“Anne bak,  arkadaşımın babasının böyle bir tırı var. Vallahi canavar gibi. Üf ya!” diyerek başladı özelliklerini anlatmaya. 
Meğer ders videoları izlemek yerine tırların markalarına, modellerine, özelliklerine, bakıyormuş. Ben de onu o hayalden vazgeçirene kadar günlerce uğraşıp durdum. 
Bir zaman sonra tır oyuncaklarını eskisi gibi sevmediğini anladım. Baktım artık caddeden gelen tır seslerine de koşmuyor. İşte o zaman anladım ki yavrumu bir sürü yerinden yaralamışım. Çünkü bana itfaiyeci, doktor ve en sonunda da yazılım mühendisi olmak istediğini söylediğinde (Ki amacı sadece beni memnun etmekti.) saydığı mesleklere zerre ilgisi yoktu. Eğer aksi olsaydı tıpkı tırlara merak sardığı gibi o mesleklere de merak sarardı.  Ben onu anlamadan kendimce iyi yaptığımı düşünmüşken aslında ona zarar vermiştim. 
Neden mi? 
Çünkü tırlara onun gözüyle bakmamıştım. Onun gözünde o koca arabalar yolların tek hâkimiydi, pelerinsiz ama tekerlekli kahramanlardı; tırların şoförleri ise birer kahramandı. Hal böyleyken onları yollarda sürmek de bir ayrıcalık olacaktı onun için. Onu o güzelim hevesinden vazgeçirmeseydim, kim bilir o araştırma ruhuyla neler başaracaktı. 
*
“Niye olmasın! Hayvanları bu kadar güzel sevdiğine göre dünyanın en başarılı veterineri olabilir.” dedim annesinin gözünün içine bakarak. Ne alaka diye bakan gözlere:
“Sevgi, insanı ruhen besleyerek en mükemmele kavuşturana kadar durmaz. Yaşamanın sırrıdır ve yaşatmanın… Çoban demek, çocuğunuzun gözünde hayvanları seven ve koruyan demektir.” diye ekledim. 
Bir çocuğu anlamak için hayata onun gözleriyle bakma gerekir. (Ki bu da mümkün değil.) Ama en azından uzaktan onu izleyerek sevdiği ve merak sardığı konularda kendisini nasıl yetiştirebildiğine şahit olabiliriz. Yüreği büyümemiş koca insanları yetiştireceğimize yüreği büyümüş sevgi dolu insanlar yetiştirelim. 
Ne demiş Yaşar Kemal?
“İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.”