Camiler kin alanı değil, din alanıdır. Orada yapılan her konuşmanın, her faaliyetin bu çerçeve içinde olması gerekir.

Camilerin tüm müminleri cem etmesi, bir araya getirmesi buna bağlıdır. Aksi takdirde camiler toplayan değil dağıtan, parçalayan bir işlev görürler.

Emeviler döneminde Ömer Bin Abdülaziz'e kadar hutbede ehli Beyt'e küfür ve lanet edildi.Camiler bir vecd alanı olmaktan çıkarılarak bir eza alanı haline getirildi. Onun için siyasetin -din kisvesi- altında yapıldığı camiler Emevi Camileri diye kodlandı.

Emevi camisi dinin siyasetin emrine girdiği camidir.

Emevi camisi, rahmetin, müjdenin, barışın, kucaklamanın yerini, ayrıştırmanın, hakaretin, lanetlemenin  aldığı camidir.

Bunları niçin yazdım, şunun için: İstanbul'un fethi törenlerle kutlandı. CB Erdoğan Ayasofya'da  Fatih ve o kutlu orduyu andı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ise yine Kuran tilaveti ile coşkulu bir kutlama yaptı.

İkisi de güzeldi. Keşke böyle ayrı ayrı mekanlarda olacağına iktidarı -muhalefeti ile herkes bir araya gelebilse, topluma güzel bir fotoğraf verebilselerdi. Bunu yapacak olan Sayın Erdoğan'dı. Ama olmadı, partili Cumhurbaşkanı olunca ötekileri kucaklamak, herkese şamil bir liderlik bir türlü mümkün olmuyor. İşte onun için bu sistem milletimizin kültürel kodlarına uygun değil. Çünkü barıştıran bir fonksiyon taşımıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin fetih kutlamalarında Kuran okuyan hoca çok güzel bir dua etti. Herkesi gönülden amin demeye çağıran bir duaydı. Sultan Alparslan'ı, Fatih'i ve "işgalcilere geldikleri gibi gidecekler" diyen Atatürk'ü ve bu ülkeye hizmet eden ecdadı rahmetle andı. Duada toplumun her kesiminin içine dokunan unsurlar vardı.

Peki ya Ayasofya'da Cumhurbaşkanının huzurunda yapılan dua?

Dua eden kişi, Ahmet Demirken (hoca demeyi yakıştıramıyorum) Atatürk'e lanet okudu. Ona saygı duyan, minnet duan milyonlarca insanı incitti. İbadeti zulmete çevirdi. İdeoloji yapmayı gönül almaya tercih etti.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un birinci fatihi ise Gazi Mustafa Kemal de onun ikinci fatihidir. Milli mücadele zafere ulaştırılmasaydı, emperyalizm bu güzide şehri Türk milletine teslim eder miydi? Nitekim Montrö'ye kadar boğazlar bir komisyonun denetiminde kaldı, Türkiye kendi toprakları üzerinde egemenlik haklarını kullanamadı.

Liderler de insandır, hataları, kusurları vardır.Bu onların lanetle anılmasını, tekfir edilmesini, ideolojik nedenlerle ayak altına alınmasını haklı kılmaz. Putlaştırma ne kadar yanlışsa şeytanlaştırma da o kadar yanlıştır.

Atatürk ve arkadaşları yoklukları bir araya getirerek, ordusu dağılmış bir milletin haremine girmiş düşmanı denize döktüler. Zincire vurulmuş minarelerin zincirlerini kırdılar.Bir çoğu sağlığını, ömrünün büyük kısmını savaşlarda, cephelerde tüketti. Saray, İngiliz'le cilveleşirken onlar bu milletin izzetinin ayak altına alınmasına göz yummayarak savaşmayı seçtiler. Bunun hiç mi hatırı yok?

İslam siyaset fıkhını -fitne korkusu- şekillendirmiştir. Gazali bunun için, adil bir müstebite tabi olunabileceğini söylemiştir. Ki gerçekte adaletle istibdat bir araya gelmez, istibdadın olduğu yerde adalet firar eder. O hocanın yaptığı dua ise doğrudan doğruya fitne çağrısıydı. Dünün alimleri-kamu düzeni için- fitneden kaçarken, bugünün hocaları fitneye davetiye çıkarıyor. Atatürk'e saygınız yoksa, onu sevenlere ve bu ülkenin birliğine, düzenine saygınız olsun. Ama ne yazık ki kininiz dininizden büyük. İsteseniz de bunu yapamazsınız.