CUMA NAMAZININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Abone Ol

Yazayım mı, yazmayım mı diye, çok düşündüm. Düşünmemin sebebi; yanlış anlaşılmak veya irade dışı da olsa okuyucularımı yanlış yönlendirmekten endişelenmem.

Ortalama 45 yıldır cuma namazlarını kaçırmamaya gayret etmekteyim. Cemaatle namaz kılmanın önemini bilmekle birlikte, özellikle Cuma namazlarında ve özellikle son yıllarda, ruhumun cuma namazı vaktinde çok da lezzet almadığını, her defasında daha fazla hissetmekteyim. Belki, teslimiyetteki eksikliğimden, belki de dünyalık telaşların baskısından... Belki de...

Bugünkü Cuma namazı da öncekilerden çok farklı olmadı, maalesef... Ankara'da Kocatepe Camii'nden naklen verilen vaaz, hiç mi hiç içimi açmadı. Kuru dinî söylem... Hem de hitabet niteliklerinden çok uzakta, sadece söylemiş olmanın mecburiyetinden doğmuş gibi ibadet ve ahlâkla ilgili bilgi aktarımı. Tonlama desen, monoton. Aynı düzeyde çıkışlar, aynı düzeyde inişler. Yürekten hissedilmeyen, anlatılan konularla ilgili ruhen kurulmayan bir bağlantının kötü sonucu. Vaaz boyunca, camideki cemaati izliyorum, kimisi duvara, kimisi kolona dayanmış yarı uyur vaziyette, gözleri kapalı insanlar... Kimisi, cep telefonunda gezintide; kimisi de boş gözlerle duvarlara, insanlara bakmakta...

VAAZLAR VE HUTBELER ETKİLİ DEĞİL!

Cuma ezanına müteakip hutbe vermek amacıyla hutbe yerine çıkan hocanın tavrı da maalesef aynı... Mikrofon olmasına rağmen, bağırarak hutbe vermekte... Her Cumaya gidişimde, isterim ki; kulaklarımın küfü temizlensin, ipeğimsi yansımalarla kulaklarım bayram etsin. Bu ruh coşkunluğu içinde, Yüce Rabbime yakarışım daha güçlensin, gönlüm daha zenginleşsin ve tövbelerim daha ihlaslı bir nitelik kazansın. Ama, maalesef, her cuma namazında bu isteklerimin  karşılığını bulamamanın üzüntüsünü yaşarım. Nitekim, bugün de talimat gereği hazırlanmış hutbe okundu. Hoca, sanki yürekten ifade ediyormuş gibi heyecanlı, fakat bir o kadar da yanlış vurgular ve tonlamalarla hutbesini sonlandırdı. Bunca hayatım boyunca etkisinde kaldığım hutbe sayısı belki beşi geçmedi; 45 yıllık cuma namazı geçmişimde...

LİYAKATLİ DİN ÂLİMLERİNE BÜYÜK İHTİYAÇ VAR!

Bir 30 Ağustos Bayramı'na denk gelen 1984 yılının Ağustos ayındaki ruhumun zevk aldığı, Bursa Ulucami'deki hutbe gibi hutbeleri yıllardır arıyor; lâkin bulamıyorum. Millî tarih, millî kültür bilgisi ve bilinciyle birlikte, ruhun derinliğinden gelen ihlas ve iman yansımasını, her camide ve her cemaatte aramaya hep devam ettim. Rahmetli Timurtaş Hoca'nın kasetten dinlediğim vaaz ve hutbelerini hep hayal ettim, bütün hocalarda... Din, hayattır; hayatın ta kendisidir. Siyaset üstü yaklaşımla siyaset, adalet, ahlâk ve toplumsal hayattan yansıma gerçeklerin dile getirildiği vaiz kürsülerini, hutbe kürsülerini hep aradım. Tecvidi düzgün, sesi güzel hocalarla çok karşılaştım; lâkin, âyet ve hadislerin içerdiği anlamları bilen, hayata uygulayan, particilik - mezhepçilik- tarikatçılık yapmayan hocaları ise çok az gördüm.

Bugün gittiğim cuma namazında, hoca hutbeden indi; namaz için cemaatin başına imam olarak geçti. 2. rekatın sonunda, sanki 1. rekatın sonundaymış gibi kıyama geçti; cemaatin hep birden "Allahu ekber" demesiyle, tekrar oturdu ve namazını sehiv secdesi ile tamamladı. O da insandır, o da hata yapabilir. Zaten, dinî hüküm gereği sehiv secdesi ile hata da giderilir. Allah esirgesin, ayıplamıyorum, kınamıyorum ve olumsuz gözle bakmıyorum. Bununla birlikte, ecdadın Sultanahmet, Ayasofya, Süleymaniye gibi camilerde görevlendirdiği âlimleri düşünüyorum. En az iki yabancı dil bilme, yüksek bir tedrisat ve liyakate uygun seçim...Vazgeçtim bunlardan, "İmam-hatipli olsun da ne olursa olsun." anlayışının hakim kılındığı bir liyakatsizlik dönemi...

SÖZÜM SİYASET ÜSTÜDÜR.

Aktif siyasetle meşgul olduğum dönemlerde bile, partiler üstü yaklaşımı hep önemsedim. MHP'de bulunduğum zamanlarda bile AK PARTİ'nin hizmetlerini ve Sayın ERDOĞAN'ın liderlik niteliklerini hep yazdım, konuştum. SÖZÜM, SİYASET ÜSTÜDÜR. Böyle anlaşılsın istiyorum. CHP döneminde, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda dindarlara çok zulmedildi. Dini tedrisata sınırlar getirildi. AK PARTİ döneminde ise, din zarar gördü. Dindarlık adı altında münafıklığa geçit verildi. Başta takke, sırtta cüphe, elde tespih ihale kovalamacaları arttı. Dinden uzaklaşan, ateizmin çukuruna düşen gençler çoğaldı. Ve camiler arttı, cemaatlerin yürekleri ve beyinleri ise iğdiş edildi.

Kanaatim, düşüncem budur. Bu düşüncelerimde yanılmayı, yanılmış olmayı çok isterim. Akl-ı selim, ihlaslı Müslümanların gelecekten endişelenmesi de yanılmadığımı göstermektedir.

Şerlerin hayra tebdil olmasını, ülke ve millet olarak geleceğimizin yakın geçmişimden daha huzurlu bir sürece dönüşmesini temenni ediyorum.

Prof. Dr. Ahmet KIYMAZ