Shakespeare, Hamlet oyunun bir sahnesinde “Danimarka çürümüştür” der, o gün belki yalnızca Danimarka çürümüştü ama bugün dünya çürümüş. Eskiden vebadan, koleradan, frengiden, veremden dünya çürüyor, pislikten sokaklardan geçilmiyordu. Ortaçağ şehirleri yalnızca fiziksel çürüme yaşamıyordu, Hamlet'te olduğu gibi ruhsal çürüme de yaşıyordu. Hamlet, "Danimarka çürümüştür" derken annesinin babasını aldatmasını, amcasının babasını öldürmesinı, kendisini aldattığından şüphelendiği Ophelia'yı ve onun intiharını, Danimarka krallığının hukuksuzluğını dile getiriyordu. Gasbedilen tahtına oturmak, ahlaksız annesinden ve cani amcasından hesap sormak istiyordu. Hamlet'in bugün dahi psikologlar ve edebiyatçıların bir açıklığa kavuşturamadığı bozulan haleti ruhiyesinin sebebi gerçekte yukarıda saydığım işte bu çürümedir.

Hamlet'in dile getirdiği çürüme artık bütün dünyada meşrulaşmıştır. Bugünkü çürüme o günkü çürümeden daha büyük boyutlara ulaşmıştır. İktidar hırsı, şehvet hırsı, kazanma hırsı, öldürme başını alıp gitmiş. Bunun en bariz örneği vebanın yerini corona, AIDS, kanser almış, tek bir kadın veya erkeğin aldatmasına karşılık binlerce aldatmalar yaşam biçimi olmuştur. İktidar ve servet amaç, intihar ve cinayetler birer kader olmuştur. Taht davası için tek bir kralın cinayetine karşılık, sebepsiz ve sıradan binlerce cinayet! Ophelia'nın aşk ve onuru uğruna yaşadığı intihara karşılık bugün şehvetin, açlığın, inancın ve ahlaki çürümenin getirdiği intihar! İlginç olan dünyanın en mütedeyyin ve dindar şehirlerinde dahi günde üç beş kadın veya erkek intihar etmektedir. Hamlet çürümeyi görüp müdahele ederken bugünün dünyası bu çürümeyi kanıksamış, yaşam biçimine dönüştürmüştür.

Danimarka’da sarayında başlayan ahlaki çürüme evlere kadar sirayet etmiştir. Bu çürüme sosyal veya ahlaki boyutuyla aileyi ve toplumu içine alan; ev, sokak ve mahalleden şehre, oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Acı olanı Doğu toplumlarının bu çürümenin farkında dahi olmayışı. Corona, AIDS, yoksulluk, savaş, ahlak, ölüm ve intihar gerçek anlamda tartışılmıyor. Ne sosyolojisi ne felsefesi yapılıyor. Siyaset zaten kendi kısır döngüsü içinde debelenip duruyor. Şehirler fiziki olarak büyüyor ama toplum inanç ve ahlak olarak küçülüyor. Mabetler güzelleşiyor ama insanlar ahlaken çirkinleşiyor. Şehirler köyleri yutuyor, metropoller şehirleri. Bir ahtapot gibi şehirler şehirleri kuşatıyor. Sokak ve mahalleler yıkılıp yok oluyor, meydanlar semtler kapitalizmin mabedi AVM’lere dönüşüyor. Şehirlerin çekirdeği ev, mahalle ve sokaklar kaybediliyor. Site içindeki binalar kalın duvarlar, tel örgülerle koruma altına alınıyor ama insan korunamıyor. Çocuklar taciz ediliyor, kadınlar öldürülüyor. Corona yüzünden evlerimizde çürüyoruz. Bu yüzden en çok psikolojik filmler, diziler seyrediyoruz. Bir ruh hastası gibi içimizdeki çelişkiler, korkular, vehimlerle yaşıyoruz. Komşusuz, misafirsiz, bayramsız ve ıssız kaldık. Bir çift güzel söze muhtaç olduk. Fiziki büyüme ile ahlaki çürüme yarışıyor adeta. Kendi dinamiklerimizden hareketle yeni değerler üretimiyoruz. İnsan insanın cenneti olmak yerine, insan insanın cehennemi oluyor. Ruhlarımız kemiriliyor ama kemirenin ne olduğunun farkında değiliz. İçten içe çürüyoruz!

Artık şehrimiz entrika, ihanet, intihar ve çürümenin yaşandığı Danimarka sarayına dönüşmüştür. Dört yüz yıl önce Hamlet'in dile getirdiği çürümeye teslim olmuşuz. Ne gidişatı düzeltecek Hamlet gibi bir delimiz, ne de bozulan ve çürüyen dünyaya savaş açacak bir Donkişot’umuz var. Ne Hamlet gibi trajedimizin farkındayız, ne Donkişot gibi komedimizin! Tanrının bizleri oyuncu olarak gönderdiği dünyada seyirci olmayı daha çok seviyoruz. Sahnenin dışında durmak bize hoş geliyor. Sahnenin içinde yer almıyoruz. "Çürüyen yalnızca Danimarka değil, bütün dünya" olduğunu göremiyoruz. Çürüyen topluma karşı rolümüzü unutmuşuz. Selam vermeyi, tebessüm etmeyi, aşkla yaşamayı unutmuşuz. Oysa dünyanın güzelleşmesi için bir kişinin bilinçli olarak ayağa kalkması, selam vererek yoldan geçmesi, tebessüm ederek insanlara bakması yeterli. Bunu yapamıyorsak kimimiz Hamlet, kimimiz Donkişot olarak ayağa kalkmalı; çürüyen bu dünyayı sorgulamalı, hiç olmazsa hayallerimizle düzeltmeliyiz. Dünyaya insani bir nefes katmalıyız. Hayata değer katacak güzel işler yapmalıyız. Kötülüklere karşı Hamlet gibi deli, Donkişot gibi hayalci olmalıyız. Zira büyük adamlar komedilerini dillerinde, trajedilerini ruhlarında yaşarlar. Unutmayalım ki trajedisiz ve komedisiz hayat, hayat değildir.