Sayın Cumhurbaşkanı ABD’ye uçarken ‘Dâvâ’dan bahsetti. Sayın Cumhurbaşkanı ABD’den döndükten sonra yaptığı toplantıda yine ‘Dâvâ’ ile sözbaşı yaptı. Son zamanlarda sıklıkla ‘Dâvâ’ vurgusu yapmasının bir nedeni var elbette. Belli ki dâvâ adamından eser kalmamış.

Dâvâ denince bizim gençliğimizde akan sular dururdu.

Dâvâ adamı olmak hasletlerin en asili idi.

Sonradan öğrendik baştan öğreneceğimizi.

Dâvânın asıl sahibinin kim ve ne olduğunu...

“Ben gelmedim Dâvî için

Benim işim sevi için

Gönüller dost evi için

Gönüller yapmağa geldim”

Yunus’u işitince en büyük dâvânın ne idüğü konusunda şuur tâmirine giriştik, dâvâ adamından ne dolaplar döndüğünü görünce de Yunus’u yeniden anladık…

“Rûyâ gibi bir ömrü fâşetmekten yoruldum

Hep bir başka hayatı gözetmekten yoruldum

Heybetli doruklarda seken ceylan gibiydim

Hiç yormadı dağlar beni, düzdeyken yoruldum

Kuşlar gibi uçtum da bir çaydan geçemedim

Hazrolda yorulmadım, rahattayken yoruldum

Zindanlara düştüm de hiç şikâyet etmedim

Devletlûye pazarlıklı temennâdan yoruldum

İkbâl ile istikbâle dâir perîşânım

Hüsrân yine ensemde düşünmekten yoruldum

Dâvâ adamından ne dolaplar döndüğünü

Gördüm de o dâvâda sadakatten yoruldum

Lütfî seni bilmez uğruna yandığın dostlar

Sen neyle yanarsın bunu sordum da yoruldum”

Bir başka gazelde (Derin Devlet Gazeli) şöyle demişim:

“Ey vefasız meskenet, ey derde dert katan felek

Izdıraptan başka bir zevk vermeyen zindan felek

Yaş döküp gündüz gece ben ağlamaktan derbeder

Zâlime dost, sevdâya düşman, devlete yârân felek

Nerde bir ehl-i dâvâ var ise verirsin belâ

Ol derin devlet gibi bir şeytana hayrân felek

Gelse hanlar, kahramanlar baş idemez fendiyle

En umulmaz tezgâhları dördüren devrân felek

Verdiler yıllarca emek, ehl-i dâvâ hiç kaçmadı

Süflî sırtından geçinip durdu, ne hicrân felek”

***

Dönüp baktım ne kadar da mevzubahis olmuş dâvâ, hayatımızda…

“Hürriyetten başka dâvâ, kumda misket oynamaktır

Aşka düşmüş gönlü gezdirtip tesellî sağlamaktır

Hürriyettir memleket sevdasının insanda hali

Mâverâdan rûzigârdır, cûş a cûş hep kaynamaktır”

Erol Hocamızı ebediyete uğurlarken de dâvâyı sakınmışız:

“Şu insanın cahilinden nasıl sakınmalı Güngör

O bitmemiş eserlerin nasıl okunmalı Güngör

Ve Eylül öncesinde sen silahı, sen kalemiydin

Dâvâmızın… ya şimdi dâvâmız kimin malı Güngör”

Sonra dâvâ adamı bildiklerimizin verdiği sözleri hatırlayınca da kavramışız dâvâyı…

“Sebat etmeye ne var yalan dolu dâvâda

Ne söz varsa verilmiş kaldı hepsi havada

Bir tesellim var o da mâzî unutulmuyor

Gözetliyor intikam izini mâsivâda”

Bazen parti, bazen dernek, bazen devlet, bazen dinudevlet, bazen saltanat, bazen teşkilat, bazen cemaat, bazen şu, bazen bu… Dâvâ dediklerimizin koca bir yalandan ibaret olduğunu kavrayınca söz dönüp dolaşır şu hâli alır:

“Nasıl da aldanmışım bizden bildik değilmiş

Çınar sandık meğerse söğüt gibi eğilmiş

‘Bizden’ lâf-ı güzafmış, ‘dâvâ’ koca bir yalan

Nâm-ı diğer saltanat haksız yere övülmüş”

Keşke insanı yaşatmak, onun anlam dünyasını yeniden inşa etmek dâvâmız olsaydı da sevgi dilini yeniden yaşasaydık…