Cumhuriyet tarihinde milletine en çok yalan söyleyen parti hangisi diye sorulsa her halde AKP açık ara birinci olurdu. 18 yıllık iktidarı boyunca başta din ve ahlak olmak üzere akla gelen her şey istismar edildi. Toplumun en çok hassasiyet gösterdiği değerlerin içi boşaltıldı.

İktidar ve ortağı ellerinde başka malzeme kalmadığı için en iyi savunma taarruzdur  düsturunca durup dinlenmeden muhalefeti suçluyorlar. Şu parti HDP ile görüştü, bu parti uzaktan el salladı, diğeri göz kırptı gibi suçlamalarla –kitlelerini PKK karşıtlığı üzerinden- konsolide etmeye çalışıyorlar. Bu tip söylemlerin PKK’nın hedeflediği Kürt-Türk ayrıştırmasını derinleştireceğini hesap etmiyorlar. Bir örgüt ve partisinin bu söylemlerle siyaseti daha çok belirlediğini, karşıtlığın karşıtlık yarattığını görmüyorlar.

Bu işin bir cephesi, bir de diğer cephesi var: milliyetçilik, vatanseverlik sadece karşıtlık üzerinden tanımlanabilecek bir düşünce ve duyuş biçimi değildir. Karşıtlığa indirgenmiş bir milliyetçilik karşıtı bitince kendisi de biter. Uzun yıllardır yanlış ve yetersiz kılavuzların elinde milliyetçilik karşıtlığa indirgenmiş, bu ülkenin geleceğine, sorunlarına dair sözü, projesi olmayan bir hareket haline getirilmiştir.

Aynı durum siyasal İslamcılar için de söz konusudur. İktidara gelmeden siyasete yeni bir renk yeni bir soluk, yeni bir ahlak ve fikri açılım getireceği umulan siyasal İslamcılar ilk birkaç yılın korku ve endişelerini üzerlerinden attıktan sonra siyasi denklemin dışına itilen eski partileri aratacak bir politika izlemeye başlamışlardır. Dünyada hemen her toplumda ortak olan ve toplumları birleştirmede çimento işlevi gören iki değer vardır; din ve milliyetçilik. Din kardeş olmayı, milliyetçilik milletdaş olmayı önerir. İkisinin de yaptığı toplumu yapıştırmak, sosyal çatışmaların zeminini kurutmaktır. Milli mücadeleyi de din ile milliyetçilik el ele vererek zafere götürmüşlerdir. Bir ülkede din ve milliyetçilik bu işlevlerini kaybederse o ülkede artık toplumu bütünleştiren hiçbir değer kalmaz. Bugün siyasi hırslar adına yapılan budur, din de milliyetçilik de anlam ve amaçlarının dışına çıkarılarak birer ayrıştırma, toplumun dikişlerini sökme aracı haline getirilmiştir.

İşin hem komik hem de vahim tarafı HDP/PKK karşıtlığı üzerinden siyaset yapanların çoğunun geçmişlerinde bu yapılarla ilişki kurma sabıkasının bulunmasıdır. PKK üzerinden muhalefete atış yapanlardan birinin Bekaa vadisinde çiçeklerle karşılanması hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Aynı kişinin gazetesi terörün en yoğun olduğu 90’lı yıllarda “Türk ordusu Fırat’ın doğusunda boğulmuştur,” yorumlarını yapıyor, Kıbrıs’taki Türk ordusunu işgalci olarak niteliyordu. İktidar adına bilgisinden çok agresifliği ve saldırgan üslubu yüzünden TV ekranlarına çıkarılan bir başkası geçmişte PKK’nın o tarihteki partisi HADEP’te Genel Başkan Yardımcılığı yapmıştı. 2000’li yılların sonundan itibaren önce Oslo’da sonra Türkiye’de PKK ile görüşen, pazarlıklar yapan, şehirleri silahlandırmasına göz yuman, Habur’da çadır mahkemeleri kuran, Diyarbakır’da örgüt liderinin mektuplarını davul zurna ile okutan, Kandil’e aracılar gönderen, İmralı’yı politikaya açan da bugün önüne geleni HDP ile görüşmekle suçlayan AKP’den başkası değildi. Bazıları koltuk kaygısı ile unutsa da bu millet,  o dönem yapılan eyaletleşme güzellemelerini unutmadı. Daha Apo’yu affederek Türkiye’nin terörle mücadelesine en büyük zararı veren veya verenleri de yazmıyorum. Şimdi bunların HDP karşıtlığı üzerinden başkalarını suçlamaya hakkı var mıdır?

Etnik bölücülük bugün de yarın da Türkiye’nin en ağır ve çözümü en zor meselesidir. Ülkeyi yönetenlerin görevi birkaç oy uğruna bu işi daha zor hale getirmek değil, HDP’nin ayrıştırıcı politikalarına karşı bütünleştirici, HDP kitlesini milli bütünlüğe kazandırıcı politikalar üretmektir. Bugün yapılanlar tam tersidir ve sadece o kitleyi daha da uzaklaştırmaya hizmet etmektedir.