Din- siyaset ilişkileri evvelden beri tartışılan konuların başında geliyor. Her milletin izlediği siyaset, onların kültürel zihniyetlerinin, din algılarının  doğal bir sonucudur.

Siyaset kurumunun esas amacı dünyayı düzenlemek, sosyal hayatın huzur ve sükun içinde devamını sağlamaktır. Din ise dünya hayatı üzerinden ahiret hayatını hedef alır, dolayısıyla hem dünyaya hem ahirete bakar.

Bütün mesele bu iki kurum arasında dengeli bir ilişki kurabilmek, her birinin kendi mecrasında yürümesini sağlamaktır. Bu ilişki doğru işlediği müddetçe iki kurum birbirini baskılamak yerine ön açma, farklı kanallardan toplumsal hayatı düzenleme işlevi görür.

Ne yazık ki, İslam dünyasında bu ilişki hiç bir zaman sağlıklı  bir zemine oturtulamamış, biri ötekinin mecrasına girerek yahut birbirlerinin yerine ikame edilerek birer çatışma alanı oluşturmuşlar, neredeyse din ve siyaseti aynı başlık altında ele alan bir kültür meydana gelmiştir. Gerçekte dinin siyasetle ilişkisi daha çok ahlakidir. Toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi siyasi alanda da yöneticilerden ahlaklı davranmalarını ister.Çağrısı ahiret için dünya hayatının tanzimidir. Siyasetin ise tek yüzü vardır yalnızca dünyaya bakar.

Din duygusu insandaki en güçlü duygudur. Tarih boyunca bu güçten yararlanmak isteyenler insanların dini duygularına hitap ederek amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. Bu gücün amacı dışında kullanılması toplumlara huzurdan çok, yıkım ve kaos getirmiştir. Dinin siyaset kisvesine bürünmesi onun ahlaki mesajını geri plana iterek, onu farklı siyasetleri farklı dinler gibi gören bir çizgiye itmiştir. Mümin veya kafirlik, artık dini mensubiyet yerine siyasi mensubiyetle izah edilir  olmuş, bir siyasete mensup olmak bir dine mensup olmak gibi görülmüştür. Din bu veçhesi ile bir rahmet ve huzur kaynağı değil, korkutan,tehdit eden, ayıran, bölen bir hüviyete bürünmüştür. İslam dünyasında bolca bulunan despot yönetimlerin elindeki sopa dindir. Vatandaş o sopa ile dövüldükçe sadece sopayı vurana değil, sopaya yani dine de tavır almaktadır. Çünkü siyasetçinin elindeki din, zulme, adaletsizliğe, yolsuzluğa, rüşvete, hırsızlığa, soyguna, yalana itaat etmeyi emreden bir dindir. Siyasetçiyi her şeyi yapan, ama hesap vermeyen bir mevkiye çıkaran dindir. Dürüstlüğü, doğruluğu, kul hakkı yememeyi siyasetin karşısında önemsizleştiren, hatta anlamsızlaştıran dindir.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu bu gerçekten hareketle şunları söyler:"Din insanın bütün benliğini saran  bir şuurdur.Kansız yaşanamayacağı gibi dinsiz de yaşanamaz.Ancak kan yalnız damarlarda dolaşmalıdır, dışarıya akmamalıdır.Din de öyle. Din, kendi yatağında kalmalıdır,politika topraklarına taşmamalıdır." Taştığında nasıl yıkıcı sonuçlara neden olduğu, nasıl içinin boşaltılarak zulmün, hırsızlığın, yolsuzluğun aracı olduğu görülmüştür. Dinin siyasete alet edilmesi  aslında İslami görünüm altında dünyevi hakimiyet kaygısından başka bir şey değildir.Siyasetçi dünyevi gayelerine ulaşmak için dini siyasi bir pazarlama aracı olarak kullanmakta, gerçekte ihtirasları uğruna onu feda etmektedir. Bugün onca yanlış, onca din ve ahlak dışı uygulamaya rağmen toplumları itaate sevkeden,  işte siyasetçi tarafından istismar edilen bu duygu ve zaman içinde oluşmuş itaat kültürüdür. İnsanlar  küçük bir siyasi grubun ihtiraslarına itaat etmekte,  bunu da dine itaat sanmaktadır.