Son Fatih Nurullah olayı, nasıl bir -insan- sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Kızı taciz edilen aile, bu sahte şeyhin olaydan sonraki konuşmalarını kamuoyu ile paylaştı. Yapılan teklifleri, söylenen sözleri herkes kulakları ile duydu. Herhalde en çirkini, kendi pozisyonunu, çürümüşlüğünü kızın ailesine kızını Peygamber efendimize veren Hz.Ebubekir rolünü üstlenmelerini istemesi ve bu isteğe bağlı olarak kendi konumunu da Peygamberin konumuna benzetmesiydi.

Din, dünya için olunca, işte böyle arsızca kullanılabiliyor.

Bu örnekleri geçmişte de görmüştük, 28 Şubat sürecinde basılanlar, son yıllarda görüntüleri elden ele dolaşan, sarıklı-cübbeli şehvet budalaları bunlardan bazılarıydı. Herhalde en feci olanı da İsmail Saymaz'ın kitabına konu olan Şehvetiye Tarikatıydı. Tarikatın ismi elbette bu değildi, ama yapılan işler bu tanımı bile masum bırakacak nitelikteydi.

Bütün bunlar toplumun gözleri önünde oldu.Bu olaylara şahit olan bir toplumdan beklenen, -görülen ve duyulanlardan- sonra bu cürümlere imza atanlarla yollarını ayırıp,daha temkinli, daha basiretli davranmasıydı.

Ama dün de, bugün de öyle olmadı. Bu çirkinliklere tanık olanların bir kısmı görüp, duydukları şeylere inanacaklarına saplantılarına inanmayı tercih ettiler. Bazıları kumpas dedi, bazıları montaj yalanına sığındı,bir iç muhasebe yapmak yerine aynı yanlışın peşinden gitmeye devam ettiler. İnsanların en çok korktukları şey, putlarının yıkılmasıdır. Bu gibi durumlarda putlarına sımsıkı sarılırlar.Artık dinle aldanmanın yerini, kendi kendini aldatma alır. Tacize uğrayan ailenin müritler tarafından tehdit edilmesinin arkasında işte bu ruh hali yatıyor, kendini körleştirmiş, sağırlaştırmış hatta vicdansızlaştırmış ruh biçimi. Bakara suresi 7. ayette, kalp ve kulakları mühürlü, gözleri perdeli insanlardan bahsedilir ve onlar için büyük bir azabın olduğu haber verilir. Allah kimsenin kalbine, kulağına mühür, gözlerine perde indirmez. Çünkü böyle bir şey hesap sorma, yargılama, ceza ve mükafat için gereken -özgür irade veya özgür bırakma- düşüncesine aykırıdır. Ceza ve mükafat, insanlar kendi özgür iradeleri ile seçimlerini yaptıkları için vardır. Kendini, hakka, hakikate, doğruya, gerçeğe mühürleyen insandır. Onun için de sonuçlarından sorumlu olmayı hak etmektedir.

Lakin bu körlük, sadece teslimiyeti yürünecek yolun birinci şartı haline getiren tarikat veya cemaatler için geçerli değildir.Başta siyaset olmak üzere sorgulamayı, sorgulanmayı ret eden, kör ve ölçüsüz bir sadakati biricik ilke haline getiren tüm toplumsal hareketler için geçerlidir. Nitekim geçmişte yakalanan dolar kutuları, rüşvet ve yolsuzluk pazarlıkları da aynı reddiyeci, tevilci tavırla karşılanmıştır. Üç kuruş rüşvet için, devleti onun bunun önüne yatıranların hiçbir yoruma mahal bırakmayan sözleri, kumpas-montaj gibi tevillerle geçiştirilmiş, herkes bulunduğu yerde kalmaya devam etmiş, üstelik bunu İslami bir duruş gibi de takdim etmişlerdir.Bunun Müslümanlara nasıl zarar verdiğini, toplumdaki İslam algısını nasıl zedelediğini, dinle toplum arasındaki ilişkiyi nasıl bozduğunu söylemeye gerek var mıdır?

En zor şey, gördüğüne, duyduğuna inanmayan bir toplumu iyiye, güzele ikna etmektir. Kötülüğü, çirkinliği alkışlamanın arkasında bu ruh haleti yatıyor. Yaşadığımız sıkıntıların, bozulmaların, kötü yönetimin arkasında da saplantılarını hakikat, kula kulluğu fazilet sayan bu düşünce biçimi var. Bu, çok ciddi bir insan ve ahlak sorunudur. Toplum, durup dururken bu noktaya gelmedi, bunun sosyal, kültürel, ahlaki ve siyasi bir çok sebebi var. Lakin en önemli sebep, bu ülkede neredeyse her sosyal ve siyasi kuruluşun insanımızdan düşünmemeyi, sorgulamamayı, eleştirmemeyi ve kayıtsız şartsız bir teslimiyet istemesidir.İnsanlara düşünmemeyi öğreten bu kadar yapı varken, insanlardan akletmeyi, sorgulamayı nasıl bekleyebiliriz? Bu kafa değişmedikçe bir sahte şeyh gider bir başkası gelir, bir rüşvetçi siyasetçi gider onlarcası gelir.