Dişe dokunur, ya da ‘sadre şifa’ şeyler nedir? Okur, öyle şeyler yazılmasını bekler güya. 

Bir yeni doğan bebek için hekimlerin ne kadar büyük bir çaba harcadığını gördüm. 

Onun hayata tutunması için ebeveynin sağlık çalışanlarıyla birlikte nasıl dualar ettiğini…

Keşke şiirler hep Sezai Karakoç’un anne ve bebek şiir(ler)indeki gibi tehdidin sadece balkondan ibaret olduğu bir dünyaya doğsa…

Ve bizler apartmanların balkonlarını daha güvenli nasıl yapabileceğimizi tartışsak…

Öyle değil ama…

Anneler, babalar canlarından çok sevip büyüttükleri evlatlarını bir anda yitiriveriyorlar; o kadar esirgeyip sarmaladıkları, kıyamadıkları evlatlarını…

Savaşlar ve terör yetmezmiş gibi kirlettiğimiz dünya, şimdi bütün insanlığı tehdit eden virüslerle nümayan…

Geçen bütün asırlardan ziyade insanlık olarak bütünleşmeye, sevgiye, hayatın idamesine adamalıyken neyimiz var, neyimiz yok; tam tersine cana kıyıcılık, çevreye kıyıcılık öyle alıp başını gitti ki, bütün bu gidişata “dur!” demeye kalkan bir sesi “dişe dokunur bir şey söylememek”le itham edebiliyoruz artık.

OCAK SÖNMESİN DİYE

Hasan Yılmaz kardeşim benimle uzun bir söyleşi yaptı ve kitaplaştırdı: ‘Ocak Sönmesin Diye’…

70’li yıllardan beri üzerine titrediğimiz Ocak için neleri yapıp yapamadığımızın özeti.

Samimiyet, mesuliyet, merhamet, sadakat, fedâkârlık, vefâkârlık, cesaret, hürmet, hikmet ve aşk’ın fikri.

Sinan Ateş’i tanırım ve onun başkanlığı döneminde –inkâr etmek olmaz- bizim de içinde çaba sarfettiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu dönemindeki entelektüel gayrete benzer fevkalade başarılara imza attığını görüyorum. Bizim dönemdeki Ülkü Ocakları Yayınları benim Esir Türkler kitabım, Orhan Kavuncu’nun Millet Nedir, Melih Aktaş’ın Amerikan Emperyalizmi gibi kitapçıklardı. Mesela Esir Türkler’i on bin basmış ve Konak Sinemasındaki kongrede –ki Kanımız Aksa da Zafer İslâmın gibi sloganlar da o kurulda ilk kez haykırılmıştı ve ilk yemini de yine o kurulda okumuştum- bütün teşkilata dağıtmıştık.  

 Ayrıca dergilerimiz ve sosyal faaliyetlerimiz elbette ki pek zengin muhtevalar ihtiva ediyordu.

Bir kere derginin üçüncü sayfaları her zaman ideolojik bütüncüllüğümüz için birer tamim mahiyetindeydiler. O yüzden o demlerde Edirne’den Kars’a kadar her vatan evladı, benzer kanaat taşıyabiliyor, bir sevkülceyş ortaklığına sahip olabiliyordu. Hele orta sayfalar, aktüel fikri tartışmaların mihveriydi. Nezih Kerimoğlu’nun bir orta sayfa yazısı vardı ki, toprak ağalığı sistemine ve kapitalizme müthiş bir reddiye idi ve o zamanki parti yönetiminde rahatsızlığa sebep olsa da ocağın ideolojik üstünlüğü sayesinde siyaset mekanizması da şapkalarını çıkararak hem referans, hem reverans göstermiş idi. 

Ülkü Ocakları bu son dönem okullara çok faydalı kitaplar hazırlamış. Bunların okullara dağıtılması bence asla siyasetin okullara girmesi şeklinde yorumlanamaz. Zaten siyasî katılımcılığın nasıl kısırlaştırıldığını ikide bir itiraf etmiyor muyuz? Kaldı ki, Dedem Korkut kitabının yeni kuşaklara eriştirilmesi neden siyaset olsun?

Bence, Ülkü Ocakları’nın değil sadece, bütün diğer gençlik örgütlerinin ister sol, ister sağ gelenekten gelsinler; böylesi müsbet çabaları takdire şayandır. Ağaç dikimi, çevreye duyarlılığın artırılması yönündeki aktiviteler, erozyonla mücadele, edebiyat ve mûsıkî faaliyetleri vb her çabaya destek olmalıyız. 

ATEŞKESTEN BARIŞ ANTLAŞMASI ÇIKARMAK

Televizyonlarda nedense hep aynı yorumcular.

FETÖ zamanından beri şu çağdaş Türkiyem’in hayfa ki bütün yorumcuları, Türk – İslâm düşmanlarının iştihalarını kabartacak biçimde ebleh ve echelin davetkâr birer numunesi…

Emperyalistin işini kolaylaştıracak biçimde ülkelerinin her türlü işgale hazırlanması için sanki ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. 

Birkaç gün Avrasyacı, sonraki birkaç hafta NATO’cu, Amerikancı yahut AB yanlısı, ardından gelen iki gün için İsrail ile ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiği noktasında karar keskinliğine kapılıp, hemen geceleyin Çinci olabiliyorlar.

Gerçekten de kendilerini büyük stratejist, gözde akademisyen filan sanıyorlar.

Son ateşkes de onlar için sanki müthiş bir barış antlaşması…

Allah’ım; bu milleti, böylesi asalaklardan ne zaman kurtaracaksın? 

BARIŞ İÇİN

Barış için caydırıcı ama denenmemiş bir güç şart!

 Fakat daha öncülü barışın imârı fikri. Fikri ve tabiî olarak programı.

Sezai Karakoç’un ‘Ortadoğu Kalemi’ni bile okumayanların bu kültür coğrafyasında etkin olmalarına ne demeli?

Bir Ortadoğu barışı, bir Su Barışı için bütün malzeme var, evet; lâkin yönetişimi için irade yok.

Kime elini atsan ya Fetöcü, ya CIA, ya Rus, ya Mossad ya İran bağlantılı…

‘Yerli ve milli’ lafı ise, kıytırıkların teselli sermayesi…

DÖRTLÜK

Demir döven demirciyim çalıştığım boşa mı?

Ülkü yolunda koştuğum, dolaştığım boşa mı?

Kılıçların şaşırdılar velhasıl mikyâsını

Ah! Her savaşta hüsrana alıştığım boşa mı?