Gitgide içimizdeki boşluklar büyüyor, gitgide temiz doğamız bozuluyor ve gitgide birbirimizden uzaklaşıp âdeta değişen, mekanikleşen dünyayla yarışır gibi bizler de mekanikleşiyoruz. Kendimizi kendimizden bile saklıyoruz! Ruh hâlimizi düşünmeden karanlıklara teslim ediyoruz.

Her bireyin konuşmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, ara ara doğayla baş başa kalmaya, yeni dostlara ve yeni mekânlara ihtiyacı var. Bir yarış, bir hırs bizi bizden habersiz bilinmezliklere sürükleyip götürüyor… Değişen dünyayı durduramazsak da kendimizi ve yakın çevremizi bize zarar verebilecek her şeyden uzak tutmalıyız. Stresi bedenimize, ruh dünyamıza düşman görmeli ve bu düşmandan da olabildiğince de uzak durmalıyız. Otokontrol denilen gücü korumaya almalı ve faydalı hâle getirmeliyiz.

Bazı insanlar kendini biraz kurtardı mı etrafıyla bağını kesiyor. Daha çok kazanmak için de kendisiyle âdeta yarışıyor ve çevresindekilere de açıkçası çok da önem vermiyor. Parası ve statüsü, şöhreti olan kişi veya kişiler kısa zamanda çabuk değişebilir. Atalar boşuna dememiş: “Parayı, şöhreti ve statüyü herkes taşıyamaz.” Kendini kaybetmek aslında kolayı seçmek ve bencilliği kişiliğe ortak etmektir bir bakıma…

Cinsiyetin, yaşın, tahsilin, ailevi sosyal durumun ne olursa olsun, her bireyin iyi bir dosta, temiz bir doğaya ihtiyacı var. Doğasında duygusal olan insanoğlunun içten, tatlı bir bakışa bile ihtiyacı var. Yalnız olmanın, yalnızlığı seçmenin getirisinden çok götürüsü var bilirim. Ruh dünyasını strese teslim etmek hayatta var olan tüm güzelliklere kör bakmak ve var olan enerjiyi ölüme teslim etmektir bence...

Biz Türkler hem çok duygusalız hem de gelenek göreneklerimize bağlı, dost akrabalarımıza da düşkünüz. Ama son zamanlarda değişen dünyaya öyle uyum sağladık ki kardeş kardeşin derdini görmüyor, kardeş kardeşe giderken önce randevu alır gibi sorup izin alıp gidiyor.

Çat kapı yapıp samimi sohbetin içine dalıp hayatın derdini kederini paylaşıp yediğin lokmanın lezzetini alamıyor. İçini dökerek varsa derdi dertleşerek evine içi rahat dönmek nerede kaldı bilen var mı acaba… Kapı önünde toplanıp lokmayı paylaşmayı, sohbetin tadını almayı, stres denen belayı dış kapıda bırakarak gönül rahatlığıyla mutfağa dalıp akşam yenilecek yemeğin tatlı telaşını yaşamayı sanki çok geride bırakmışız…

Kendini geliştirmek, önüne çıkan zorluklara direnmek, güçlü durmak, engellere takılmadan hedefe varmak ve başarmak çok güzel. Gönül ister ki her birey bunu en güzel şekliyle başarsın. Ama ne yazık ki çok zor...

Her birey kaderini yaşar, daha doğrusu aklı ve mantığı yerinde olan her birey kaderini kendi çizer ve sonra da yaşar. Güçlü olmak, çok çalışmak, sabırlı olmak, engellere takılmadan dik yürümek, başarıya giden yolu bulmak ve bu yola devam etmek elbette öyle kolay değil. Sancılı dönemler olacak elbette… Ama başarmak da kolayı değil zoru seçmekten geçer öyle değil mi?

Ben hep çok çalışarak dostlarıma zaman ayırarak stres denen o beladan uzak durmuşum. Biliyorum ki o bela birçok yüreğe zehrini akıtıp bireyin var olan enerjisini, hayallerini bitiriyor. Hayatın her diliminde önümüze hiç beklemediğimiz zorluklar çıkıyor. Ne olursa olsun insanoğlu dik durmalı, ara ara tökezlese bile hemen yılmamalı, gücünü korumalı, daha sabırlı, daha hırslı doğrulara varmanın yolunu aramalı, bulmalı ve çevresine de bu zorlukları kolaylaştırmalı. Yoksa hepimiz depresyona tutsak olur, üç günlük ömrü kendimize ve sevdiklerimize heba etmiş oluruz.

Ben hayatımda hep zoru seçip ve başaran insanlara hayranlık duydum. Birilerinin sırtında gezen, hep destek gören, hazırı ha bire bitirme derdine giren, tembelliği seven, kıskanç ve bencillerden de haz alamadım ve uzak durdum. Çünkü bu insanlar hep negatif enerji taşır ve çevresindekileri bilir bilmez üzer ve kullanırlar. Ama öyleleri de var ki size ışık olur, karanlığınızı aydınlatır, yaralı yüreğinize merhem olur, size değer katmak için efor sarf eder, emek verir ve hayatınıza da renk katar.

Sekiz yıldır çeşitli şiir programlarından tanıdığım, Azerbaycan gezisinde de beraber olduğum ve gönül haneme aldığım emekli öğretmen Şaziye Çelikler, Birsen Anacak ve Günvar Korkmaz’ı yakından tanıyordum. Bu güzel üçlü ve Şaziye ablamın kız kardeşi Seher Ateş ablalarımın bir plan yaptıklarını, Şaziye Çelikler ablamın 48 yıl öncesi öğrencisi Dr. Fikret Zengin’den davet aldıklarını ve bu dörtlünün Bingöl Karlıova Mikail Mezrasında bir programa davetli gideceklerini ilk Birsen ablamdan duymuştum. Onlar adına sevinmiştim. Bu davete beni de Birsen ablam ısrarla davet etti ama ben de maddi manevi uygun olmadığımı söyledim. Birkaç gün bu konuşmalar aramızda oldu. Şaziye ablam da aradı ve ısrar etti ama ben de hep “imkânsız” deyip telefon konuşmalarımızda onların tatlı heyecanına ortak oldum. Bu program farklı ve çok kapsamlıydı. Doğrusu bizim alışkın olduğumuz programlara da benzemiyordu. Bu program planlıydı.Ruh dünyasını aydınlatmaya, eğitime, yöreyi tanımaya, dostluğa davetti. 30 Mayıs - 05 Haziran 2022 tarihleri arasındaki program “Doğaya Dön ve Kendine Dön Stresten Uzak Kendini Bul” sloganı…” olan bu proje Dr. Fikret Zengin’in projesi idi. Kendine ve dostlarına değer vermekti.

Şaziye Çelikler, Birsen Anacak ve Günvar Korkmaz şiir ve edebiyatı seven bu yolda emek veren bazen oda arkadaşım bazen sırdaşım bazen yoldaşım olan dostlarımdı. Onlar 30.05.2022’de Sabiha Gökçen Havaalanı’nda uçağa binmeden bana tekrar telefon ettiler. Programın linkini attılar, bir göz gezdirdim. Dr. Fikret Zengin’in branşı psikiyatri idi… Psikiyatri ve psikoterapi alanında kendini çok güzel yetiştirmiş. Almanya’da 20 yıl çalışmış. Daha sonra İsviçre Zürich’e taşınmış, orada mesleğine hâlâ devam etmekte. Mesleğinde birçok yönüyle ekol olmuş bir şahsiyet. Almanca, İngilizce, Türkçe, Kürtçe ve Farsça bilmekte… Vatanına, toprağına âşık, mütevazı bir gurbetçi!

Bu linkte Simed Akademi dikkatimi çekti. “Simed Akademi, Dr. Fikret Zengin Psikiyatri ve Psikoterapi Uzmanı. İnsanın Kendini Tanıması, Kendini Analiz Etme, Kendinle Yüzleşme… Üçlü makam psikolojisi ve ben psikolojisi. Dr. Fikret Zengin göre Id, Ego ve Süper Ego…” Programın metnini inceledikçe program ilgimi çekiyor ve ruh dünyamda ışık olacak kanısına varıyordum. 30 dakikada biraz da eşimin teşvikiyle yüreklenip kesin kararımı verip valizimi alelacele doldurup bileti internetten alıp yola çıktım. Olanlara ben bile inanamıyordum. Her şey oyun gibiydi sanki…

Dörtlü grup benden bir gün önce Erzurum öğretmen evine varıp dinlendiler. Sabaha ben de yani 31.05. 2022’de Erzurum’a zahmetli bir otobüs yolculuğu sonrası vardım. İlk durak TRT Erzurum Radyosu oldu: “Doğunun Sesi” programına beraberce gittik. Radyo programı sonrası beşimizi Erzurum’dan iki araçla almaya gelen Dr. Fikret Bey ve ekibi bizi TRT binasının kapısından aldılar.

48 yıl sonra Şaziye ablanın ilk öğrencisi Dr. Fikret Bey’le karşılaşması, göz göze gelmesi doğrusu görülmeye değerdi. Sevgi, vefa ve emek iç içe yüreğimizi tatlı bir rüzgâra teslim etti. Gözlerimiz doldu, kelimeler boğazımıza düğümlendi. Sevgi ve saygı sarmaş dolaş kol kola mutluluğa yürüdü. İkisi de bizden de daha çok heyecanlıydılar.

Araçlara bindik ve Erzurum’dan Bingöl Karlıova Mikail Mezrası’na yola koyulduk. Yolda bir torba ışkın otu ve mantar alındı. Işkın: “Bilimsel ismi “ReunRibes” olan ışkın otu ayrıca “ışkın”, “uçkun”, “rebez”, “ohçun” isimleriyle de anılır. Anadolu'da ise “yayla muzu” olarak bilinir. Bu isim ışkının muz gibi soyularak yenme özelliğinden ileri gelir. Kuzukulağı familyasına mensup olan bu bitki son derece ekşimsi tadıyla kiviyi anımsatır.” Işkın otu bana yabancı idi. Adını Van’da 8 yıl öğretmenlik yapan eşimden duymuştum ama dikkatimi çekmemişti. Ama Şaziye ablam Bingöl Kiğılı idi. Onlar için ışkın çok şey ifade ediyordu. O ve kız kardeşi âdeta çocukluğuna gittiler sarp dağların eteklerinden her yaz çobanlık yaptıkları dağların hayallerine daldılar. Onlar geçmişi anlattıkça bizler farklı kültürlerin güzelliğinde kendimizi bulduk. Herkes büyük bir iştahla ışkını yiyor ve ışkının faydalarını anlatıyordu. Ben de bu lezzeti tanımaya çalışıyordum.

Yol boyu sohbet devam ediyor ve yıllar öncesine gidiyorduk. 1957 doğumlu olan, köyünde okul olmadığı için Solhan Yatılı Bölge Okuluna başlayan Fikret ise henüz 10 yaşında, sınıf atlamış, ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi idi. Yıl 1967-1968 eğitim öğretim yılı idi, Şaziye Hanım’ında mesleğinde ilk yılı… Şaziye öğretmenin de yaşı küçük olsa da o da yatılı okuduğu için, yatılı öğrencinin yüreğini biliyor ve onları bir anne yüreği şefkati ile sarıyor, yaralı yüreklere derman oluyordu. Şaziye abla ve Dr. Fikret Bey anılara daldıkça bizlerde çok duygulandık. Sohbet derinleşiyordu. Öğretmenlik mesleği yine mesleklerin piri olarak bir hayata yön vermiş, zorluklarla mücadele etmenin yolunu göstermiş, yürekten akan sevginin ürünü bu buluşmayı gerçekleştirmişti. Bizler de bu güzel buluşmada nasibimizi almıştık doğrusu. Yüreklerden akan sevgi tüm duyguların en güzeli, en yücesi olduğunu bizlere göstermişti. Bu mutluluğa şahit olmak, mutluluğa ortak olmaktı…

Yol bitmiş Mikail Mezrası’na varmıştık. Ev demek buraya haksızlık olurdu. Koca bir konağa gelmiştik. Bizim gibi konakta misafir olan Almanya, İsviçre, Diyarbakır, İzmir, İstanbul ve Karlıova’dan konuk olan birbirinden değerli olan yüreklerle tanıştık, kaynaştık. Samimi yürekler sımsıcaktı. Biraz sohbetten sonra sanki herkes yıllardır birbirini tanıyor gibi oluyor ve ortak paylaşımlarda bulunuyordu. İlk kez bir araya gelen bu güzel yürekler birbirine kardeşçe, dostça sarılmış ve kaynaşmışlardı.

Çevreyi inceledikçe tabiatın güzelliği beni mest ediyordu. Konağın yanı başında diğer kardeşlerin evi de vardı. Toplam dört ev yalnız yazın kullanılsa da akrabalar baba arazisinde ev yapmış komşu olmuşlardı. Konağın önünde uçsuz bucaksız sarı renkli papatyaya benzer kır çiçekleri vardı. Toprak bereketliydi, yeşilin her tonu ve rengârenk o kır çiçekleri mis gibi kokuyordu. Doğrusu bu kokuyu ve bu renkleri çok özlemiştik. Şehir hayatı bizi bir koşuşturmaya sürüklemiş, beton yığınlarının arasında bu mucizevî renklere hasret kalmışlığı fark ettik. İçimiz burkulsa da hayatımızda var olanlarla mutlu olmak zorundaydık.

Yörenin yenilen otlarını bize tanıtan Şaziye ablamın sayesinde madımak, kenger, yemlik, kuzukulağı, mendik gibi şifalı otları hem tanıyor hem de yiyorduk. Karşımızda dağların eteğinde hâlâ kar görünüyor, esen rüzgâr iğde kokusunu bize armağan edercesine ruh dünyamıza esinti veriyordu. Dağların arasında akan sular yeşilliklere can suyu oluyordu. Doğrusu ben bu kadar akarsuyu bir arada düşünmüyordum. Adını bilmesem de memleketim Adıyaman ve yaşadığım Çukurova’dan farklı değişik otlar, değişik kır çiçekleri gözlerimize bayram ettiriyordu... Gördüğüm tek şey, buradaki endemik bitkilerin hem çok zenginhem de kaybolmamış olmasıydı...Yemyeşilçayır çimenler bize hoş geldin der gibiydi. Ekin ve benzeri tahıl ürünleri hemen hemen yok gibiydi. Yöre halkı küçükbaş hayvancılığı yaptığı için çimen, yonca gibi yeşilliğe daha çok değer vermiş gibiydi. Başımızı döndüren bu güzel mekân bize çok farklı gelmişti ve yüreklere özlenen huzuru dokuyordu.

  1. Bey konuklarına iki koyun kesmiş hazırlatmıştı, diğer tüm malzemelerini de önceden almış, misafirlerinin her türlü ihtiyacını düşünmüş ve hazırlanan yemeklere de özen gösteriyordu… Yemek sonrası derinleşen sohbetler, bağlamanın gizemli sesi ve türküler, ruhumuza terapi gibi geliyordu.

Yöresel yemekler ve tandırda ekmeğin lezzeti bambaşkaydı. Anlamını bilmesek de yörenin Zazaca, Kürtçe türküleri müziğin evrensel dilini kanıtlıyordu. Farklı ezgileri ilk kez dinliyor ve türkülerin tadına hep beraber varıyorduk. Bu güzel zamanlar geç saatlere kadar sohbet eşliğinde devam ediyordu.

  1. 01.06.2022’yi gösteriyordu. Fikret Bey hemşerilerine jest yapar gibi yeni açılan restoranda tüm misafirlerini kahvaltıya götürdü. Kahvaltı sonrası Yedisu ve Peri Suyu Vadi’sini gezdirdi, her gördüğümüz yeni yer farklı bir güzellikteydi. Oradan da kır gezimize devam ettik ve çamların arasında da Fikret Bey konuklarıyla meditasyon yaptırdı. Benim gibi ilk kez meditasyon yapan arkadaşlara çok farklı ama çok hoş gelmişti. Kenger ziyafetinden sonra farklı bir restoranda öğle yemeği için topluca geldik sac kavurmasının lezzetini aldık. Yemek sonrası tavşankanı çayı ve sohbet, gönülleri mutlu etmeye yetti. Günün heyecanı konağa dönüşle devam ediyordu. Yol boyu yürekten dökülen türküler yüreğimize ve camdan gördüğümüz yeşil bahar manzarası ise gözlerimize bayram ettiriyordu.

Konağa varmadan 500m öncesi Dr. Fikret Bey’in çiftlik evine götürüldük. Burası muhteşem manzaralıydı. Ev çok güzel bir evdi... Dr. Fikret Bey her iki evininde en ince detayını düşünmüş. Âdeta Avrupa ve Türkiye arası bir köprü olmuştu. Tüm güzellikleri evinde birleştirmişti. Her iki evine de güneş panellerini evin yan tarafına koymuş, kullandığı elektriğini de üretiyordu. Çiçeklerle çevrili yapay şelalesi, küçük havuzu görülmeye değerdi. Tandırından, fırınına kadar her şey yerli yerinde yapılmış ve kullanılıyordu. Bu ortamdan etkilenmemek imkânsızdı.

O gece çiftlik evinin kuzine sobası yakıldı. Patatesler tepsilere dizildi, çay demlendi, halaylar, türküler yürekleri hoplattı. Dr. Fikret Bey misafirleriyle tek tek ilgileniyordu. O da bizim kadar mutlu ve huzurluydu. Bir ara o bile halaya girdi, performansını sergiledi. Uykumuz göz kapaklarımıza çökene kadar sohbet, türkü ve anlatılan anılar hepimizi duygulandırıyordu. Geç saatlerde konağa uyumaya geldik ve herkes odasına çekildi, tatlı uykuya daldık.

Projenin dördüncü günü idi. Sabah yürüyüşü sonrası acıkmış ve kahvaltı masasına oturmuştuk. Sofra, Halil İbrahim sofrası gibi zengin ve bereketliydi. Bir gün önceki restoran kahvaltısından daha güzel, daha lezzetli, daha da bol çeşitliydi. Bu zengin sofra çeşitli yemeklerle hemen hemen yirmi dört saat açıktı… Dr. Fikret Zengin’in soyadı gibi gönlü de zengindi. Elindeki olanaklarını misafirlerine, akrabalarına ve köylülerine de cömertçe sunuyordu. Yeğenleri, kuzenleri de organizeye gönüllü yardım ediyor, sevgi ve saygıda da kusur etmiyorlardı. Aralarındaki iş bölümleri de görülmeye değerdi. Köylüleri bile ellerindeki ballarını, yoğurtlarını, taze yufka ekmeklerini Dr. Fikret Bey’e getiriyorlardı. Cömertlik, paylaşım, değer ne güzeldi. Örnek alınacak davranıştı. Anadolu insanı art niyetsizdir, lokmasını paylaşır ve bundan da çok mutlu olur.

Uzayan kahvaltı sonrası eğitim odasına hepimiz girdik. “Sağlık Nedir? Sağlığı Oluşturan Elementler Nelerdir? Doğada nasıl sağlıklı yaşanır? Dengeli Yaşam Nedir? Ruhsal Sağlık Nedir? Nasıl elde edilir ve korunur?” konuları hakkında Dr. Fikret Bey bizlere konuyu anlatıyor çeşitli resimlerle de ekranda slaytlardan gösteriyor ve teknik elamanları da büyük bir titizlikle iş başında çekim yapıyor, fotoğraf çekiyor, projeksiyonu ayarlıyor. Gerek ses düzeni gerekse görüntüleri de mükemmeldi. Dr. Fikret Bey ders sonrası sorulan tüm sorulara cevap verdi.Bizlere yaptığı meditasyonla ruhumuzu tüm depresif duygulardan arındırmayı amaçlıyordu. Kısacası tüm misafirlerine maddi manevi gücünü gönüllü veriyor ve faydalı olmaya çalışıyordu. Onun bilgi birikimi, misafirperverliği, mütevazılığı hepimizin hayatında ışık olacak değerdeydi… Dolu dolu geçen günün ardından herkes odasına çekilmiş ve öğrendiklerini değerlendiriyordu.

Beşinci güne başlıyorduk. Yürüyüş, kahvaltı ve eğitim. Bugünkü eğitimin konusu “Psikolojik Travma Nedir?- Psikolojik Travmaların Sonuçları Nelerdir?- Travmalarla Nasıl Daha İyi Yaşanabilir, Tedavisi Nasıldır?” idi. Bu faydalı bilgilerden sonra çay keyfi başladı ve benim yaptığım yeşil mercimekli ve kıymalı- bulgurlu börekler eşliğinde sohbet sorulu cevaplı devam etti.

Öğlen yemek sonrası hepimiz çiftlik evine gittik. Dr. Fikret Bey öyle ince düşünmüş ki her misafirine bir fidan almış. Kazılan çukurlara sırayla fidanlarımızı diktik ve tek tek fidanımızın başında da poz verdik. Tekrar çay molası sonrası, açık havada muhteşem manzaranın karşısında Dr. Fikret Bey’in koordinatörlüğünde meditasyonumuzu yaptık ve günümüzü yine dolu dolu noktaladık.

Altıncı güne başlarken kahvaltı sonrası eğitime girdik. Bugünkü eğitimin konusu: “Kendini Tanımak! Kendimizi Nasıl Tanırız? Doğaya Dön, İç Dünyana Yolculuk yap!”Eğitim sonrası farklı sorular ve Dr. Fikret Bey’in verdiği cevaplar hepimize faydalı oldu. Aslında bazen bildiğin ama umursamadığın bilgileri yetkili bir kişiden de tekrar duymak insanoğlunu kendine getiriyordu. Seni sana tanıtıyor ve hızlı geçen zamanın ne kadar kıymetli olduğunu tekrar tekrar hepimize hatırlatıyordu. Sohbetler, güzel lezzetli yemekler, samimiyet ve dostluk bambaşkaydı. Gönül çeşmesi coşmuş içmeden sarhoştu…

Zaman su gibi geçiyor dedik ya... 7. gün gelip çatmıştı… Biraz hüzün, biraz da yaklaşan ayrılığın sancısı yürekleri yakıyordu. Muhteşem kahvaltı sonrası son eğitim dersimize biraz buruk giriyorduk. Bugündü konumuz ise: “İlişkiler…İlişkilerdeki Rolümüz Nedir? Bağımlı mıyız Bağlı mıyız? İlişkilerde Mutlu Olmak Mümkün mü? İlişkideki Sınırlar Nelerdir? Stres Nedir? Stres Nelere Sebep Olur? Stresle Nasıl Baş Edilir?” idi. Anlatılan konu arasında, gazeteci Faik Bulut ve Erkin abimin soruları da konuyu daha da pekiştiriyordu. Eğitim sonrası son meditasyonumuzu yaptıktan sonra, çay keyfi ve son sohbetler çok güzeldi. Çekilen her kare geçmiş oluyor, anılar defterimize kaydoluyordu…

Yeni başlayıp da pekişen dostluklar, Dr. Fikret Bey’in maddi manevi emeği ve koca yüreği hepimizi mutlu etmişti. Bu bir haftalık dostluk, Dr. Fikret Bey’den öğrendiklerimiz bize zorluklarla mücadele eden bir insanın sıfırdan başlayıp dokuz yaşında baba ocağından çıkıp neler başarabildiğini, akrabalarına nasıl yardım ettiğini, okuyan gençlere nasıl burs verdiğini göstermişti. Dr. Fikret Zengin için sizlere şunları söyleyebilirim: Farklı dillerde yazdığı eşsiz eserleri olan bir bilgin… Hepimize örnek bir kişilik, koca bir yürek ve feyiz alınacak zengin bir derya... Selam olsun sizlere Dr. Fikret Zengin, Şaziye Çelikler, Birsen Anacak, Günvar Korkmaz, Seher Ataş, Çetin Zengin, Sevda Çakır, Erkin Zengin, Mücahit Zengin, Feyzullah Kalyon, Faik Bulut, Ozan Kalyon, Asiye Zengin, Ayfer Artan, Murat Artan, Tarık Kızıl, Ali Varki, Derya, Ufuk Irkın, Bülent Temiz, Sevil, Mehmet…Tekrar görüşmek dileğiyle… 15.06.2022