Evet, yazının başlığı, “bu da ne demek oluyor ?” sorusunu haklı olarak sorduruyor.

Ama maalesef yüz yüze yaşadığımız bir pratik bu.

2004 yılında ilk kanuni düzenleme, bir kararname ile uygulanmaya başlandı.
Henüz AKP iki yıllık iktidardı.
Her ne hikmet ve hangi akla hizmetse acele ile bir karar alındı.

Belediyelerin de yetkisinde olan “Gıda güvenliği için numune alma, analiz ve ceza yetkileri” Merkezi hükümete yani Tarım Bakanlığa devredildi..Yani “Gıda güvenliği denetim ve yetkisi tek elde Tarım Bakanlığında” toplandı.

Yazımız boyunca “Tarım Bakanlığı” adını kısa ve öz olduğu için kullanacağız. Çünkü adı, geçtiğimiz dönemlerde çok değişti. “Orman” çıktı eklendi. “Gıda” eklendi. “Hayvancılık” eklendi çıktı.Velhasıl ne olduğuna bir türlü karar veremediğimiz için ne yapacağına yada yapıp yapamadığına da bir türlü karar veremedik..
Daha sonra 2010 yılında özel bir kanuna kavuştu “Gıda Güvenliği (!)”.
Veterinerlik hizmetleri, ile birleştirilerek, daha birçok başlık katılarak uzun bir isme sahip oldu.

VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU.
KANUN NUMARASI: 5996
KABUL TARİHİ : 11/06/2010
YAYIMLANDIĞI RESMİ GAZETE: Tarih 13/6/2010 Sayı 27610

“Gıda” da, “yem” di ne de olsa. Zaten bitki sağlığı da insan sağlığı ve gıdası ile komşu ve ilgili.
Hepsini bir kanun başlığı altına halletmek pratik bir akıl diyelim.Ha öküzün “yemi” ha insan “gıdası.” Hepsi nasıl olsa yenilen şey değil mi ?

Böylece bu kanunla Belediyelerin “Sağlık İşleri Daire Başkanlıkları” gerçek işlevini kaybetti ve daha çok sokak hayvanları ve barınakları ile ilgilenen kısır ve dar bir alana hapsedildi.Ha birde çevre sağlığı için açık alan ilaçlamaları sinek, sivrisinek mücadelesi.

Zamanla kadroları azaldı. “Belediye Gıda Analiz Laboratuvarları” ya kapandı yada nohut, mercimek tartan kaba analizlerle meşgul olan “biz de var”, tabela “daire başkanlıkları” haline geldi.

Peki “gıda güvenliği” açısından “hizmet verimi” ve “güvenli gıda” endeksi geçen 10 yılda ne oldu?

Yerlerde sürünüyor.

Sokakta sıradan bir anket yapın ve tek bir soru sorun.

- “Gıda kontrollerinin yeterli olarak yapıldığına ve tükettiğiniz gıdaların sağlıklı ve güvenilir olduğuna inanıyor musunuz?”

Eğer on kişiden sadece bir kişinin bu soruya “evet, inanıyorum” diyeceğinden emin iseniz, ne benim bu yazıyı yazmama gerek var ne de sizin bu yazıyı okuyarak, vaktinizi boşa harcamanıza gerek var.

Şimdi bir örnekle konuyu daha açık ve anlaşılır kılmaya çalışalım.
Ankara ilini örnek alalım.
Ankara’da yaşayan vatandaşların gıda güvenliğinden sorumlu, denetim ve kontrol yetkisi olan tek bir resmi kurum var o da , ANKARA TARIM İL MÜDÜRLÜĞÜ.
Bu müdürlüğümüzde 52 Yetkili mühendis var.Ve tüm Türkiye’ye de hizmet veren Bakanlığa bağlı tek bir “Uluslararası referansa” sahip “Gıda Kontrol ve Analiz laboratuvarı” bulunmakta Ankara’da.

ANKARA TARIM İL MÜDÜRLÜĞÜ aynı zamanda Ankara il sınırları içindeki tüm tarımsal ( bitkisel ve hayvansal ) üretimin denetim ve kayıt, belge bürokrasisinden de sorumlu.

Yani, Beypazarı’nda ekilen ve pazara sunulan “ıspanaktan”, “havuçtan da” sorumlu olmasının yanında, mahallenizdeki “kasap” ve “fırından da” sorumlu.Pastane ve kafelerden de.
Tarım arazilerinde ekilen, dikilenin ve hayvan varlığının gelişme ve sağlık kontrollerinden başka Ankara ilinde ki gıda üreticisi ve perakendecisi 12 300 firma ve işyerinin denetiminden de bu 52 mühendisimiz sorumlu.

Bunun anlamı şu. Kanunla biz istersek “iki kere iki eşittir yüz“ dersek olur.

“Gıda güvenliğini” sağlamak için öyle bir kanuni düzenleme yapılıyor ki denetim ve kontrol yetkisi merkezileştirilerek, her ne sebeble bilinmez tek bir kurum yetkili kılınıyor.

Ve bu yetkilendirilen kurum, önünde ki sorumlu olduğu iş yükü ile matematiksel olarak mukayese edilmesi mümkün olmayan azlıkta teknik bir kadro ve alt yapı ile baş başa bırakılıyor.

Rutin, az sayıda, sondaj usulü kontrol yada şikayete dayalı takibatlar dışında; yaygın, etkin, sürekli ve yeterli hizmet, dentim ve kontrol imkanı olmayan bir yapı.

Şehir nüfusu çoğalıyor, gıda çeşitliliği ve üretimi ile sunum hizmetleri hızla artıyor. Fakat “gıda denetimlerinde güçlü alt yapılara sahip yada kurma imkanları olan başta “büyükşehir belediyeleri” olmak üzere “belediyeler” gıda kontrol ve denetimleri ellerinden alınarak sahanın dışına çıkarılıyor.
Belediyeler iş yeri açma ve birkaç resmi belge dışında sadece mesleki disiplin ve istatistik değeri taşıyan evrakları vermekle sınırlı alana çekiliyor.

Buna karar veren akıl ve bürokrasi neye hizmet etmiş oluyor sizce?
Bana göre “gıda terörünün” alanını genişletip “yakalarsam yakarım, yakalayamaz isem işin gücün rast gelsin” piyangosu bu.


Henüz AKP iki yıllık iktidar iken bu uygulamaya acilen geçilmesinin ve 2010 yılında kanunlaşmasının ve sonrasında da “gıda terörünün” basın yayının baş köşesine oturmasına rağmen bir çözümün üretilmemesinin haklı bir sebebi olabilir mi?


Kaldı ki aynı kanunun 31. Maddesi 10. Paragrafında açık olarak Tarım Bakanlığının “denetim ve kontrol “ yetkilerini “ kamu kurum ve kuruluşları ile paylaşabileceği ve bu yetkileride devredebileceği izne bağlanmış iken, niçin henüz bu yolda bir adım atılmamıştır?

Niçin “gıda kontrollerinde ve denetiminde” eskiden olduğu gibi Belediyeler yetkilendirilerek yaygın, sürekli ve etkili denetimin önü açılmamaktadır?

Büyükşehir belediyeleri bu hizmetleri vermek üzere hızla “ Sağlık Daire Başkanlıklarında” örgütlenebilir, istenilen güvenirlilikte teknik kadro istihdamı ile kontrol ve laboratuvar hizmetleri verebilir.

Acaba bu halk sağlığını ilgilendiren sahada ki boşluk niçin görülmesine bilinmesine rağmen doldurulmaz?

Acaba, “ AKP iktidarının gelir gelmez izin verdiği enerji içecekleri, önünü açtığı NBŞ bazlı şeker (Cargil), kronik hastalıkları patlatan piyasada kontrolsüz serbestçe satılan “katkı maddeleri” düşünülünce, “gıda terörünün uluslararası gizli gücünün”, arzu ve isteğine göre mi “İhtiyaca cevap vermeyen ve işlerliği olmayan” bir “ gıda güvenliği” kanunu hazırlandı ?!..

Size son bir örnek daha vermek istiyorum.
Bugün Mersin, Antalya gibi yurt dışına ihraç edilen meyve ve sebzelerin yoğun olduğu illerimizde gümrük evraklarına eklenmesi mecburi olan bir “analiz raporu” vardır.İhraç ürünü yaş sebze ve meyvelere ait “pestisit ve kimyasal kalıntı olmadığına dair analiz raporu”.Tarım Bakanlığına bağlı analiz laboratuarınca bu rapor resmi olarak düzenlenir.
Her yurt dışına çıkan Tır’da bu evrakın alınması mecburidir.
Peki, aynı “Hallerden” yurt içine çıkan her kamyonda, yurt içi satış ve sevkiyatlarda bu analiz raporu isteniyor mu?
Hayır istenmiyor.
Zaten istense de alt yapı ve kontrol için yeterli kadro yok Tarım il müdürlüklerinde.
Ukraynalının, Bulgarın, Almanın ve diğer meyve, sebze ihraç edilen ülkelerin vatandaşlarının sağlığı daha önemli.(!)
Bize gelince.. Acı patlıcanı kırağı çalmaz !..
Pestisit kalıntısı, kimyasal kalıntı “gavurun” sağlığını bozar, biz “müslümanlar’a” vız gelir tırıs gider.

İşlerliği, etkinliği, tesiri olmayan ve kağıt üzerinde varlığına rağmen piyasa denetiminde “caydırıcı” bir tedbir sağlayamayan “ VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU” bu haliyle “GIDA GÜVENLİĞİNİ” mi sağlar, yoksa “ GIDA TERÖRÜNÜNE ” zırh olur, ona alan mı açar ?

Kararı siz verin.

Hakkı Şafak Ses