Grandiyöz

Abone Ol

İnsan kendi ‘ben’i ile birlikte zihninde bir ‘iç dünya’ kurar. 

‘Ben’ ve ‘iç dünya’… 

İnsanda delüzyon denen hastalık peyda olmuşsa bi iç dünyanın zenginleşmesi ve böylece normal bir kişiliğe kavuşması pek kolay olmaz. 

Delüzyon yahut sanrı, sabitlenme hastalığıdır. 

Değiştirilemeyen, ısrarlı, yanlış inanışlar da bu bağlamda ele alınabilir. 

En basiti kişinin koku, tat, sıcaklık ve dokunmayla ilgili delüzyonlarıdır. Sürekli koltuk altını koklayan ve onu kafaya takan insanlar böyledir. Yahut birine dokunamayan ve sürekli kirlendiğini düşünen insanlar. Gerçi Korona günlerinde böyle insanları normallerden ayırmak pek kolay değildir. 

Psikiyatrlar bu tanıyı muhataplarını bir ay gözlemleyerek koyabilirler. 

Sanrılar eğer bütün bir ülkeye yayılmış, özellikle ‘nasılsanız öyle idare edilirsiniz’ ilahî hükmünce de liderleri böyle tabiatta ise vay o ülkenin hâline! 

Geçen gün kaybettiğimiz ünlü psikoloji hocası Doğan Cüceloğlu bu alanda çok iyiydi. 

Son zamanlarında özellikle insanın kendi tabiatını bulması için bir derviş gibi konuşmalar yaptığına şahit oluyoruz. 

Doğan Cüceloğlu, rahmetli hocamız Erol Güngör ile birlikte Mümtaz Turhan’ın asistanlığını yapmışlardı. 

Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri ve Garplılaşmanın Neresindeyiz adlı kitapları ile hocası Ziya Gökalp’ın Türk sosyolojisinde başlattığı sosyal psikoloji çerçevesini dolayısıyla milliyet yorumlarını geliştirdi.  

Bir de Yılmaz Özakpınar var; Erol Güngör’ün ve Doğan Cüceloğlu’nun gidişleriyle artık gözümüz gibi üzerine titrememiz gereken psikoloji ve sosyal psikoloji alanında elimizde kalan son cevher… 

“İnsanın bir canlı varlık olarak ayırt edici niteliği, sembolik düşünme kabiliyetidir. Dış dünyaya duyularını kapadığı ve orada hiç hareket etmediği zaman bile insan, soyut zihinsel düzlemde semboller arasında ilişkiler kurarak hükümler verebilir. İnsan kendini ve dış dünyayı ayrı varlıklar olarak kavramlaştırır ve zihinde sembollerle temsil eder. İnsan kendi dışındaki bir dünyada yaşar; fakat dış dünyayı sembolik yoldan sihnine taşır ve kendi ‘ben’i ile birlikte zihninde bir iç dünya kurar. İç dünya dışarıdaki dünya ile sürekli yüzleşir. İnsan iç dünyasında yeni kavrayışlara varır; kendini ve dış dünyayı yeniden tanımlar. Dış dünya ile ilişkiler kurar, hükümlerle tasarımlar. Hüküm amaçla ilişkiye girer. Bir sonraki eylem kararlaştırılır. Eylemin sonuçlarına ilişkin duyu verilerine göre amaçla ilişkili değerlendirme yapılır. Böylece sürer gider.” (Yılmaz Özakpınar, İnsan Düşüncesinin Boyutları, Ötüken Yayınları, İstanbul 2009, s 379) 

Delüzyonlar çeşitlidir. Erotomanik: kendisine âşık olunduğuna kanidir. Takipçi: bir ya da birkaç grubun (ya da ülkenin) kendisini takip ettiğini, komplo kurduğunu vehmeder. Somatikler ise kendisini tuhaf bulma hastalığıdır. Grandiyöze gelince o; kendisini üstün insan sanır. Özel yaratılmıştır. Başlangıçta Tanrı onu özel bir amaç için gönderse de sonra tanrılaşmaya başlar. Tanrı ile benzersiz ve ayrıcalıklı ilişki içinde olduğuna fehim eder. 

Psikoloji, hele hele bugünlerde sosyal psikoloji bizim gibi travmalara duçar olmuş toplumlarda çok önemli bir disiplindir.  

Cüceloğlu hoca gitti. Giderken makam ve mevkinin kişiliği oturmamış insanda büyük problemlere yol açtığını haykırdı.  

Normalleşmeliyiz diye boşa söylemiyoruz. 

Grandiyözlerden geçilmiyor ortalık. 

Ve vicdanlar tel tel dökülüyor.  

Ve giden on üç canın hesabını bile bu yüzden soramıyoruz. Çünkü herkes kendini çok özel buluyor, her liderde en azından Tanrı ile münasebet sanrısı var. Kâinat imamının tanrılaşmasını anladık ve bunun hastalık olduğuna kanaat getirebildik mi, şüpheliyim.