2008 yılıydı. İstanbul’dan, evden ayrılmadan önce; çocuklarım, on gün arayla doktora ve mastır için Amerika ve Avrupa'ya gitmişlerdi. Aksi halde onları bırakıp çıkamazdım kesinlikle. Rab’bim bildiği için bunu da ayarlamıştı sanki. Kendileri üzerinden hayal kurmak yerine kendim için istediğim hayatı gerçekleştirmem hususunda uyarmış olmaları en büyük güç kaynağımdı.

Annelik görevlerimi büyük ölçüde tamamlamıştım. Artık dualarım dışında bana ihtiyaçları kalmamıştı. Kendimi geliştirmek, yenilenmek, yepyeni bir hayat kurmak hayalindeydim. Bir zamanlar imkansız görünen herşey birer birer yerine geliyordu. Allah'ımıza zor, imkansız yoktu. O dilerse imkansızları olur kılardı.

Yeni çalışacağım özel hastaneye katılma işlemlerim yapılmış fakat hastanenin açılışı gittikçe erteleniyordu çıkan sorunlar nedeniyle. Haftada birkaç gün ruhsat ve diğer yazışmalar için gidip geliyordum çağırdıklarında. Maaş almıyordum henüz.

Böyle birkaç ay geçtikten sonra bir gün ekibiyle birlikte bir üniversite hastanesinden transfer olmuş olan genel koordinatör aradı telefonla. Açılış uzayacağı için katılış yapmış personelden bazılarının maaşlarını başlatma kararı aldıklarını, ihtiyacı olanları seçmek zorunda olduklarını, benim ihtiyacım olup olmadığını soruyordu.

O yıl ekonomik kriz vardı, bir evde çalışan karı kocanın ikisinin de işten çıkarıldığı haberleri kulağıma çalıyordu televizyondan. Benim emekli maaşım vardı, eşim de hala çalışıyordu; İki çocuğumuz yurt dışında okuduğu ve on yıldır bitmek bilmeyen yüklü kooperatif taksiti nedeniyle borç içindeydik fakat evine ekmek götürme derdinde olanlarla aynı şey değildi, kıyaslanamazdı bile durumumuz.

Genel koordinatör sorusunu sorarken saniyelik sürede bunlar geçti aklımdan ve hemen cevabımı verdim; Hayır, benim ihtiyacım yok hocam, daha çok ihtiyaç içinde olanlara verin dedim.

İnanamamış olacak ki üç kez tekrar etti emin misiniz sorusunu. Son derece kararlı bir ses tonuyla, evet, eminim dedim. Biraz şaşkın, biraz alaycı peki deyip kapadı telefonu. Akşam olayı anlattığım çocuklarımın babasından da okkalı bir fırça yedim. Üç beş ay sonra hastane açıldı, laboratuvarda tek başıma çalışmaya başladım. Personel sohbetlerinde genel koordinatör ve ekibinin açılış hazırlıkları gerekçesiyle iki yıldır maaşlarını aldıklarını öğrenerek şaşkına döndüm.

Dahası bir buçuk yılın sonunda, muayenehanesinden gelen kendi hastalarına verilecek, kan merkezinden istek yapılan kanların kayıt dışı istenmesinin laboratuvar sorumlusu olarak sanki ben atlamışım gibi gösterilmeye çalışıldığı, maaşımdan kesinti yapılacak bir olayla karşılaştım bir süredir hatam aranıp bulunamayan biz dizi olay sonunda. Bu gerekçeyle işten atılmam düşünülüyor olmalıydı.

Toplantı anında başhekim dahil tüm idari sorumluların önünde durumu özetlemeye çalışan koordinatörün telefonunun çalmasıyla fırsat bularak, yeniden konuşmaya başlamadan özür dileyerek söz hakkı istedim. Bilgim olmadığını zannettikleri olayın gerçeğini kayıt numaralarıyla notlarımdan okuduğumda toplantı salonunda buz gibi bir hava esti. Herkes susmuş genel koordinatörün ne diyeceğini bekliyordu. Biz bazen hastalarımıza böyle jestler yaparız gibi bir cümleyle durumu kurtarmaya çalıştı ve toplantı bitti. Ertesi gün koordinatör ve ekibinin işine son verilmişti.

Veda ederek kapıdan çıkmaya hazırlandığı sırada bir sebeple bina kapısındaydım, veda etmediği gibi çıkış kapısından çok manidar bir bakışla uzun uzun bakmıştı bana. Acaba o anda, daha çok ihtiyacı olanlar alsın hocam, benim çok ihtiyacım yok dediğim telefon görüşmemizdeki alaycı halini mi düşünüyordu, yoksa kanaatkarlık, diğergamlık denen şeylerin ne olduğunu mu idrake çalışıyordu bilemiyorum.

Kısa zamanda yeni bir koordinatör gelmişti hastaneye ve hemen beni çağırıp olayı anlattırmıştı. Sanki geleni çok iyi tanıyormuşum, dünyanın en dürüst insanı olduğundan çok eminmişim gibi açıklıkla anlattım olanları. Dürüstlüğüm ve dikkatim nedeniyle tebrik edileceğimi sanıyordum fakat kısa zamanda hastanede istenmediğimi anladım. İstifaya zorlanıyordum her fırsatta. Meğer gelen koordinatör, gelen gideni aratır misali, sabıkalı bir dolandırıcıymış. Düzenli maaş da ödenmediği ve artık çok da yorulduğumdan, Allah'ımın kendi gücümün farkına varabilmem gayeli lütfu olan bir vesileyle istifa ederek, azıcık eşyamı bir kamyonete yükleyip doğduğum topraklara, Salihli'ye geldim.

Henüz evim olmadığından ablamların teras katında kalıyordum. Ablam kahvaltıya misafirleri olduğunu söyleyerek aşağıya çağırmıştı. Sohbet esnasında misafir beyin başvurduğum bir özel hastanenin genel koordinatörü olduğunu öğrendim. Neden İstanbul'daki işimden istifa etmek zorunda kaldığımı sorduğunda yine sanki onu da çok iyi tanıyormuşum, dünyanın en dürüst insanı olduğundan eminmişim gibi açıklıkla anlattım her şeyi.

Konuşmam bittiğinde, siz bize başvurmuştunuz değil mi sorusuna heyecanla, evet dedim. Anlattıklarım nedeniyle sizinle çalışmak isteriz, atlamayalım demek istediğini düşünmüştüm meğer tam tersiymiş. Aman sakın sizi işe alıp başımıza iş açmayalım demek istemiş.

Sonraki haftalar başvuruma cevap verilmeyince merak ederek gidip sordum. Başka bir özel hastaneden transfer etmek istedikleri teknikerin sözleşme engeli nedeniyle, açılış günü de yaklaştığından sıkıntı içindelermiş meğer, oraya kadar gittiğimi de görünce çok düşük bir maaşla da olsa işe alındım, hemen başlayın dendi. Kırk günlük çalışmam esnasında orada da aynı tezgahı gördüm.

Hastane sahiplerini dolandırma, hurdalık cihazlar, uzak doğu menşeli kalitesiz test kitleri, kontrol çalışılmaması gibi hasta sağlığını hiçe sayan dehşet verici uygulamalara karşı mücadele etmek durumunda kaldım. Kırk gün boyunca, genel koordinatör ve biyokimya uzmanı işe aldıklarına bin pişman olarak çıkarabilmek için kusurumu bulmaya çalıştılar.

Bulamayınca da dünyanın en dayanılmaz işkencesi olan yok saymaya kadar bir dizi psikolojik işkenceyle yıldırmaya çalıştılar. Üç teknikerlik iş verdiler yaptım, akıllarınca çalışmak istemeyeceğimi düşündükleri manuel yöntem tahlilleri bana verdiler büyük bir aşkla çalıştım. Yıldırmak için tek kullanımlık plastik santrifüj tüpü yerine eski, pis cam tüplerle santrifüj ederek, her seferinde görevim değilken benim yıkamam istendi.

Tertemiz yıkayarak, pırıl pırıl parlatıp tüplerimi aşkla seyredişimi masasından oldukça dalgın bakışlarla izledi biyokimya uzmanı. Bunca yıllık bir tekniker bu yıldırma taktiklerine rağmen nasıl böyle aşkla çalışabilir, nasıl dayanabilirdi anlaması imkansızdı. Çünkü onların kıblesi insan değil paraydı. Hizmet aşkı, meslek aşkı denen şeylerden bihaberdiler.

O günlerde mikroskobumda çalışırken duyduğum bir sesle başımı kaldırıp kapıya doğru baktığımda, gözlüğüm gözümde olmadığından fluğ olarak, sanki Hızır a.s imiş gibi bir hisse kapıldığım ak sakallı bir dedecik gördüm. Hasta olarak gelmiş, laboratuvarı görünce heyecanlanmış, içeri girip havayı koklamak istemiş, çok eski bir laborantmış çünkü dedecik!.

Duyduklarımla içim titredi, hemen ayağa kalktım, gözlüğümü taktım ve koşup eline sarıldım. Hoş geldiniz, buyrun bir çayımızı için, laboratuvar çayını özlemişsinizdir dedim.

Masadaki biyokimya uzmanı ve diğer iki tekniker dedeciğe karşı son derece kayıtsız ve benim ilgime de alaycı bir tavır içindeydiler. Laborant dedecik her şeyin farkındaydı, gözlerime tebessümle uzun uzun bakarak ilgime teşekkür etti ve gitti.

Bir dizi cebelleşme sonunda toplantıya çağırmayarak ve sorularıma cevap vermeyerek yok sayma psikolojik işkencesinden sonra ağlayarak gitmemi beklerlerken, notlarımı aldım, pazartesi günü de artık gerekeni yaparım cümlemden sonra paniğe kapılmışlar ve pazartesi sabah işe geldiğimde işten çıkarmak yerine deneme süresi sonunda yapılmasını konuştuğumuz hazırlanmış sözleşmeyi önüme koymuşlardı.

Hallerine şaşarak sözleşmeyi imzaladım. Artık tavrımı değiştirmem bekleniyordu ancak zerre kadar değiştirmedim ve kusur bulunamayan ve yıldırılamayan kırk günün sonunda tezgah bir tebliğ edilmemiş görev değişikliği ve neden yeni görevimi yapmadığım suçlamasıyla kavga çıkarıldı.

Tartışma anında, siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız diyerek kükrediğimde biyokimya uzmanının boş bulunup ağzından çıkan, ben korkarım deyişi; yerime alınmış olan önceki yıllardan birlikte çalıştıkları, geldiği gün laboratuvardaki insan hayatını, sağlığını hiçe sayan uygulamaları sayarak birlikte mücadele etmemizi önerdiğimde, kusura bakma abla, benim eşimi de buraya ambulans şoförü olarak işe aldılar. İşten çıkarılırsak çocuklarımız aç kalır. O yüzden ben senin gibi idealistlik yapamam diyen hanım teknikerin yüz ifadesinden akan mahçubiyeti, üzüntüsü çok manidardı.

Genel koordinatörün odasına çağrılarak geçimsizlik suçlamasıyla işten çıkarıldım. Gerekirse amelelik yapıp onların bu umarsız çalışma koşullarına göz yummayacağımı ifade ettiğim konuşmamda, sizin kestiğiniz bin liralık rızkı Rab’bim bana kırk yerden verir dediğimde koordinatör, iyi işte versin bakalım diyerek kendini akıllı beni deli görerek alay etmeye de kalkışmıştı.

Hastanenin başka bir ilde görevli büyük ortağı doktor beyin telefonunu bularak bilmiyor olabileceği bütün sakıncalı uygulamaları bildirdim. Bu yüzden işten çıkarıldım. Ben sadece aylık bin lira para kaybettim fakat bu koşullarda her an bir

kaç hasta hayatını kaybedebilir, siz de pek çok kişiye iş imkanı da yaratan, hizmet ve para kazanmak için yaptığınız büyük yatırımınızı kaybedebilirsiniz dedim. Teşekkür ederek ilgileneceğini söyledi.

Daha fazla uğraşacak halim yoktu. Diğer iki özel hastanede çalışmam da hakkımda ne söylendi ise bir şekilde engellendi. İşsiz kaldığım günlerde bir darbe de, gözüm kapalı güvendiğim insandan geldi. O da aşıklığın olmazsa olmaz imtihanlarından, yağmur gibi yağan belalardan kaçıp kurtulmayı seçmişti. Sıfırdan düzen kurma koşullarımda taksitlerim nedeniyle, bir yıla yakın süre, emekli maaşımdan elime kalan ayda yüz lira bile olmayan para ile geçinerek sadece ibadet, kitap okuma ve zikirle meşgul oldum. Kimseye halimi bildirmeden, kimseden bir kuruş istemeden yaza çıktım şükür.

Artık parasızlıktan ve evde kapanmaktan biraz bunalmıştım da sanki, bir değişiklik olması, tatil yapmış gibi de hissetmek ve tabii para da kazanmak için gazete ilanlarından Kuşadası'nda bir özel hastanede iş buldum. E-posta ve telefonla başvurumu yaparak işe kabul edildim. Çiçeklerimi bahçeye indirdim, bavulumu hazırladım ve sabah namazından sonra yola koyuldum.

Öğleye doğru hastaneye katılışım yapıldı. Laboratuvarda, güzel ülkemizi, üstelik parayla satarak tıbbi cihaz hurdalığı olarak kullanan aynı yabancı firmanın aynı eski, arızalı cihazları vardı. Salihli'deki son çalıştığım özel hastaneden çok iyi tanıdığım, gittiğim ilk günden itibaren bozuk otoanalizörü tamire çalışan, tezgah kavga öncesi, kışkırtma taktikleriyle işten çıkarılmama da yardım eden, Ege bölgesi bayii pratisyen doktor bey de oradaydı.

Burası eski, oturmuş bir hastane, belki o kadar kötü değildir, en azından denemeliyim düşüncesiyle işi kabul ettim ve bekar personel için verilen, eski bir otel olan lojmana gittim. Aman Allah'ım oldu ağzımdan dökülen cümle kalacağım odayı gördüğüm an. Ömrümde görmediğim bir pislik hakimdi. Yatak altlarına sıkıştırılmış eski eşyalar, yılların tozu, ıslak pis paspaslarla donmuş, taşlaşmış kirlerle yaşanacak halde değildi oda. Banyoda abdest almak, odada namaz kılmak, uyumak mümkün değildi. İçler acısı, ağlama sebebiydi her şey. Yatacağım yatağa oturmaya bile gönlüm elvermemişti.

Sanki yıllardır mücadele ettiğim hastanelerdeki para uğruna insanlığın yitirilişi, kirlenmişliğin göstergesiydi bu lojmanın pisliği.

Bir süre ayakta seyredip çaresiz temizleme kararı aldım.

En yakın bakkaldan iki torba temizlik malzemesi alarak işe başladım. Uğraştığım saatlerin sonunda almam kolay olsun diye bavulumun en üstüne koyduğum gül kokulu seccademi çıkararak geçen öğle ve ikindi namazlarımı kılmayı düşünüyordum. Bavulumu açtım, gül kokulu seccademi elime aldım, güya temizlenmiş odanın ortasına sermek üzere savurdum ancak kıyamayıp havada geri kaptım. Bunu üç kez tekrarladım ve üçünde de kıyamayarak seccadem havadayken geri kapıp bağrıma bastım. O anda da kararımı verdim.

Hemen hastane personel müdürünü aradım. Çok özür dilerim, işi kabul ettim fakat yapamayacağım, lütfen başka birini çağırın başvuranlar arasından dedim. Sebebin lojmanın uygunsuzluğu olduğunu da belirttim. Gül kokulu seccademi özenle katlayıp bavuluma koydum ve hemen yola çıktım. Yolda karşılaştığım genç lojman arkadaşlarım sebebi sorduklarında, onlara sadece, gül kokulu seccademi serecek yer bulamadım, kıyamadım. O yüzden evime dönüyorum. Sizi de kurtarsın Rab'bimiz inşallah bu pis mezbelelikten canlarım dedim. Gözleri dolu dolu bakakaldılar.

Otobüse binerek evimin yolunu tuttum.

Yıllardır deli gibi yorduğum için benden hesap soran dizlerim yolda yine isyan ederek bu kez ağlattı. Dizlerimi ova ova gece on ikide evime ulaştım. Üzerimdeki kıyafetlerime o pislik bulaştı hissindeydim. Hemen duşumu alarak bembeyaz namaz elbisemi giydim, tertemiz evimde, ay ışığında, gül kokulu seccademle, gönül rahatlığı içinde bütün gün kılamadığım tüm namazlarımı kıldım.

Dizlerim bile isyandan, ağrımaktan vazgeçmişti. Namazlarım bittiğinde hamdüsenalar, uzun uzun dualar ettim. Allah'ım, beni kendinden başka kimseye muhtaç ve bir daha o insanlarla da, öyle pislikle de muhatap etme ne olur dedim. Kabul etti çok şükür.

Bağ, bahçe, çiftlik sahibi komşularım durumumu bilmedikleri halde evlerine getirdikleri ürünlerinin yarısını balkonumun kenarına bırakıp geçtiler.

En zor durumda kaldığım günlerde oyak bağışa dayalı emeklilik sistemindeki toplu parayı geri verseler keşke diye içimden geçirdim, bir hafta sonra bir kereye mahsus çıkmak isteyenlere paralarının ödeneceği bildirimi geldi. O para bana altı ay yetti. Dahası anne babamı yanıma almam ve hiç planda yokken babamın ölmeden mirası paylaştırmak istemesiyle hiç maddi sıkıntım kalmadı. Muhtaç değil ihya etti çok şükür. Sonsuz şükür...

Herşeye rağmen doğruluktan, idealistlikten ayrılmamak, helal olan aza kanaat zenginliğiyle, huzurla yaşamak olmalıydı aşk!..

İlla Aşk / Adevviye Şeyda

Bugünlere bu yazıda anlatmaya çalıştığım o para uğruna kirlenmişliğin sonuçlarını yaşıyoruz ve finale yaklaştık. Hak yerini, herkes hakettiğini bulacak inşallah. Amin Ya Rab'bi!..

iye Şeyda Karaslan