Akıl/Nefis ve Feraset..  Akıl bilgi bütünlüğüdür, bu nedenle denilmiştir ki; Her kesin aklı bildiği kadardır.. İki akıl vardır,her ikisi de kalptedir; Biri " hasleti yani güzel duyguları üretip-anlamlaştırarak-onu çevresiyle de paylaşmak üzere depolayan "kalbi akıl, diğeri de "şirreti yani şehevi arzu ve isteklere-yoğunlaşarak-onu sahip olduğu bedene ile çevreye yaymak üzere-cezbedici kılıflarla paketleyen" nefsi akıl..Gönül ise; Bu her iki aklın (KALBİN) dışa bakan duygusal yüzüdür.. Çünkü, kalbin sadece iki fonksiyonel yapısı var; Birisi anatomik/bedensel, diğeri de duygusal/ruhsal-iş ve işlevleri yerine getirmek amacını güder.. Yani, “Bir et parçası olarak” kalp; 1-Kanı pompalayarak-bedeni besler ve onu hareketlendirerek-diri tutar, 2-İnsanın ruhsal/duygusal zenginliğinin mecra ve mezrası olarak-onun, anlamlı/anlaşılır bir varlık olarak-yaşamasını ve anılmasını temin eder.. Bu manada!  “Kalbi akıl yolunu tercih edenler; Belki dünyanın-nefsi okşayan-tatlı/leziz,faydalı ve görkemli nimetinden, makam ve mansıbından yeterince yararlanamazlar, lakin-sonunda-EBEDİ huzur ve mutluluğu ruhlarına bir mecra ve mezra yaparlarken,Nefsi akıl yoluna sapanlar da; Elbet  fani dünyanın her türlü tat/lezzet,makam ve statüsünden eksiksiz yararlanmayı ve nefislerinin olmazsa olmazı-sayarlar, ama-hem fani dünyalarını, ham de sonunda gidecekleri ebedi alemlerini ruhlarını zahmet ve zillete bir düçar-ı icbar/mecburi bir alan ve muhatap yaparlar..(Allah korusun!) Ancak, Ne gariptir ki; İnsanlara-akıllarının öngördüğü yoldan gitmek-çok zor ve çekilmez geldiğinden-pek girmek ve gitmek istemezler,fakat-nefislerinin peşinden koşup/perişan olmakla beraber-hiç tınmaz, tırsmaz, usanmaz ve çoğu kez rezil/rüsva olmalarına rağmen hoşlanarak- biteviye koşturup/dururlar..  Peki, ne yapalım? Yapılacak şey şudur! Akli kalbin de, nefsi kalbin de-yegane GAZ’I ve FRENİ- sadece Vicdani sağduyu, öngörü ya da eski ariflerin söylemiyle basiret yani ferasettir.. Feraset; Bilginin/bilenin "nerde,ne zaman,nasıl, ne kadar,kim ve ne adına uygulanacağına ya da uygulanmayacağına-karar verebilmek-güç ve yeteneğidir.. Bu manada! Kader yolunda,ruhlarının geliş/gidiş rotasını bilerek yaşayanlar;Akıl ve nefislerinin isteklerini kendi gönül mizanında tartmasını da, HAK ve Halk tarafından kabul gören insani norm,renk ve desenlerini de "FERASETLE" kullanıp/uygulamasını bilenlerdir.. Sanıyorum ki!  Bu da,şu Gizemli dünyaya gönderilen gizemli İnsanın başka bir gizemi olsa erek.. Hayal ve Gerçek/Hakikat üstüne birkaç söz..  Hayal, Müstakbel gerçeğe (olabilene/Hakikate) ulaşmak üzere-kalbe düşen etkileyici dürtü ve güdülerle kurgulanıp,gönül aynasından geçirilerek-idrakte depolanan ham ve anlam yüklü düşüncelerdir, ki; Akıl ve İzanla sulanıp beslendikçe-netleşip/gövererek anlam kazanır.. Bu sebeple "İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar!"  diye söylenmş. Hayalin iyisi, kötüsü olmaz! Zira; İstesek de, istemesek de-Onlar, hiç beklenmedik pervasız bir misafir gibi, ansızın gelerek (gönül aynamıza) düşüp/konacaklardır.. Bize düşen ise, onları; sadece "Akıl ve feraset mizanımızdan geçirerek" anlamak/tanımak ve anlamlandırmak üzere irdelemek "ölçmek, biçmek ve tartmak" olmalıdır..O zaman görülecektir ki-idrakimizde; Bizi, yüzleştirmek üzere alarak-Müstakbel-gerçeğimize doğru götürüp/ulaştırabilecek çok anlamlı bir "misyon ve vizyon" kataloğumuz varmış.. Evet, hayallerimiz; Gönül aynamıza düşen etkileyici/uyarıcı-tetikleyici (dürtü ve güdülerden) oluşan gizemli reflekslerle bizi bizden alarak ömrümüzün sırlarla dolu bakir ve namütenahi müstakbel gerçekleriyle yüzleştirmeye doğru- biteviye götürüp getirirler Bu, bazen sonu kaskatı hüsran olan bir nedamet/pişmanlık sendromu, bazen de bizi; Nazenin yeni iklimlerle buluşturup/yüzdürebilecek huzur ve güven dolu bir mutluluk tablosu olabilir.. Unutmayalım ki,bu; Biraz da bizim elimizdedir.. Ne dersiniz?“Söz gümüşse, sükut altındır!” denilmiş.. Sükut; İşlenmeyen/işlenemeyen  stok altının depoda tutulup, kullanılmadıkça da-teneke değerine düşürülmesi gibidir, Söz ise; Gümüş değerinde olsa bile, altın sahiplerine yeni bir ufuk açsın diye-ortaya dökülmesi gereken bir değerdir..  Çünkü; Altın kullanılmayınca  paslanmaz, ama-kullanılmayan gümüş, tıpkı teneke gibi gün geçtikçe paslanıp/değişmeye ve değerini yitirmeye başlar.. O halde,Altın mı, gümüş mü ?demeden; insan-bildiğini- her ortam da ve herkese karşı çekinmeden konuşmalı-derim…Çünkü,İnsan bildikçe,lisan da konuştukça  ancak faydalı/yararlı bir hale gelir;Bu nedenle de ben her yerde,her ortamda ve herkese karşı-Ferasetle  konuşuyorum,Siz de konuşun lakin-ferasetle.. Sevgilerimle..