“HEPSİ BİZİMDİR”E ELEŞTİREL YAKLAŞIM

Türk Milliyetçileri de İslam tarihçilerinin armudun sapını, üzümün çöpünü, soğan kabuğunu has meyvelerle aynı torbaya doldurma metodunu kullanmakta

Abone Ol

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Mehmet Akif Ersoy ibret alınması için tarihe eleştirel bakışın altını çiziyor.

Ama ne gezer?..

Türk Milliyetçileri tarihe romantik bakışın yanlışını gelenek haline getirmiş, bu yüzden de “Ulu Hakan Abdülhamit Han 30 yıl tek karış toprak vermeden devleti ayakta tuttu” dolmasını bile yutmuştur. Ya hu Abdülhamit iki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybetmiş, devlet çökmüş; nasıl görmezsiniz bunu?.. Tarihe romantik bakışın gözümüze çekilen bir perde olduğunun tipik örneğidir bu saplantı.

Gelenek haline getirdiğimiz bir başka yanlışımız da siyasete taşınan “Abdülhamit neyse Atatürk de odur; hepsi bizimdir, biz tarihe bütüncül bakan bir gelenekten geliyoruz” tavrıdır.

Burada öncelikle sorgulanması gereken tarihe bakış geleneğimizdir. Bu gelenek yüzünden Mehmet Akif’in önemini vurguladığı “İbret almak için tarihe bakmak” faydası bize Kaf Dağı kadar uzaktır.

Düşünce salonumuzda Enver Paşa ile Abdülhamit, Atatürk ile Damat Ferit, İskilipli Atıf ile Vanlı Mehmet Efendi, Ziya Gökalp ile Necip Fazıl’ı yan yana bağdaş kurup oturtabiliyoruz… Çünkü “Hepsi bizimdir” geleneği ayrıntılara inmez. Ayrıntılara inemeyen her davranış cehalet belirtisidir. Belki lise öğrencilerine tarihi sevdirmek için böyle bir yol izleyebilirsiniz ama hayatın bütününe fikri derinliği, tarihin ayrıntılarını kapatmak, eleştirel düşünceye “Yasssah” koymak Müslüman Doğu’nun genel alışkanlığıdır.

İslam tarihine bakışımız da “Hepsi bizimdir” geleneğine yaslanır. Zaten bu geleneğin ana rahmi orasıdır. Türk Milliyetçileri de İslam tarihçilerinin armudun sapını, üzümün çöpünü, soğan kabuğunu has meyvelerle aynı torbaya doldurma metodunu kullanmaktan geri durmamışlardır.

Şimdi bu görüşlerimi bir örnekle daha bir netleştireyim:

1.Anadolu Selçukluları devlette, divanda, dergâhta Farsça kullanmaya başladı. Türklük ve Türkçe dış kapının mandalı durumundaydı. Bunu içine sindiremeyen Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277'de “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka dil konuşulmayacak” buyuran bir ferman çıkartıp Türkçe'yi “devlet dili” ilân etti. Tarihe eleştirel baktığımızda Karamanoğlu Mehmet Bey hem soy kütüğü, hem kültürel olarak Türk oğlu Türktür. Farsçayı hayatın her alanında kullanan Anadolu Selçuklu Sultanları soy olarak Türktür ama kültürel planda Farstırlar.

2. Selçuklular Anadolu’ya geldiklerinde komutanların ve hakanların adlarına bakalım: Alparslan, Afşin Bey, Kutalmış, Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Gümüştekin… Alparslan’ın torunları aradan 100-150 yıl geçtikten sonra bakın hangi adları almışlar: Keykubat, Keyhusrev, Keykavus… “Key” Farsça “Alp” demektir. Hani şu Alp Er Tunga Destanımızdaki “Alp” yani… Türkçe “Alp”i bırakıp Farsın “Key”ine sevdalanmak ne menem bir iştir?.. Hadi kültür milliyetçiliğinden de vazgeçtim; adı “Key”le başlayan sultanlar Malazgirt Fatihi dedelerinin adının “Alparslan” olduğunu bilmiyorlar mıydı?.. Konuya bu pencereden bakınca Farsça, Arapça ad taşıyan Selçuklu hakanları soy olarak Türk olsalar bile kültürel olarak Farstırlar. Sadece adlarından çıkarım yapmıyorum; Türkçeyi “divandan, dergahtan, bargahtan” kapı dışarı etmeleri de bu yüzdendir.

“Hepsi bizimdir” geleneği tarihe şaşı bakışı getirmiştir. Mantık olarak doğru gibi görünmesi Türk Milliyetçileri için bir tuzaktır.

Şimdi Suriye Cephesi’ne gidelim. Bakın Mustafa Kemal Paşa ne diyor:

“Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü davranırsın diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç kaynağım oldu. Benim hayatta yegâne övüncüm, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.”

Şimdi bu Mustafa Kemal Paşa’yı “Beni kurtar” diye İngilizlere mektup yazan ve onların gemileri ile İstanbul’dan ayrılan Vahdettin’i “Hepsi bizimdir” diye aynı kefeye mi koyalım?..

Batı düşüncesinin bağrından doğmuş Aliya İzzetbegoviç “Ben olsam Müslüman Doğu’daki tüm okullara eleştirel düşünme dersleri koyardım. Batının aksine Doğu bu acımasız mekteplerden geçmemiştir. Birçok zaafın kaynağı da budur” derken toptan red veya toptan kabullerle örülmüş beyin haritamıza, “Hepsi bizimdir” geleneğimize mi taş yuvarlıyordu?..

Doğru zannettiğimiz gelenekleri de sorgulamalıyız.

Alper Aksoy