Kafasına yediği kurşunla vücudunun yarısı gittiğinde, “Onu unutun. Kasetlerden dinleriz artık,” demişlerdi. Haksız da sayılmazlardı. Şarkıları ve kelimeleri unutmuş, müzik kulağı gitmiş, melodileri tutturamıyordu. Ayakta zor duruyor, bastonla ancak yürüyordu.

Köşe bucak saklanıyordu kameralardan ve insanlardan.

Göbek bağladı, mangalı unuttu.

Ama yanılttı. Şaşırttı.

Karar verici henüz noktayı koymamıştı çünkü.

Çıkacak program ve kanal bulamayanlar birer birer unutulurken, mağara adam küllerinden yeniden doğdu, hepsini topladı, hayat verdi. Can verdi.

“Yenilerin önünde engel,” iddialarını boşa çıkararak, o varsa varlar, yoksa yoklar dedirtti. Bozuk Türkçesiyle dalga geçenler, ‘o bu siteye girerse girmeyiz’ diyenler, “mağaradan sahneye,” yürüyen bıyıklı, soğan, sarımsak kokan ciğerci, lahmacuncu delikanlı karşısında saygıyla eğildiler.

Tabi ki otuzlu yaşlarda değildi ve yıllar çok şey alıp götürmüştü. Ancak bu toprağın sesiydi.

Varoşların nefesi, umudu, heyecanıydı.

Hayatta olanları tek tek indirdi tozlu raflardan. Anadolu kültürünün kotlarını taşıyorlardı sesler.

Aşk, acı, özlem, isyan...

Survivorla, yemek yarışmalarıyla, abuk subuk tartışmalarla cehaletin ve rezaletin paçalardan aktığı bir dönemde Gülden Karaböcek, Faruk Tınaz, Ayşe Mine, Kamuran Akkor, Ahmet Selçuk İlkan’la adeta nefes aldırdı. Büyük bir ihtimalle devamı gelecek.

Siyasetin kirlendiği, kafaların bulandığı, sokakların gerildiği tam da bugünlerde bol acılı lahmacun, çiğköfte, kuzu ciğeri gibi geldi adeta.

Sağ olasın İbo...