İlahiyatçı Prof. Dr. Mehmet Azimli'nin 2008'de yazdığı "Siyeri Farklı Okumak" isimli kitabında geçen bir ibareden dolayı Hitit Üniversitesi Rektörlüğü tarafından hakkında soruşturma başlatıldı.

Kitapta Azimli; dinlere en büyük zararın kendi mensuplarından geldiğini,  Müslümanların da Hz. Peygamber'in hayatının tahrif edilerek örnek alınamayacak bir noktaya getirdiklerini söylüyor.

Buna yalandır denilebilir mi?

Uydurma hadisler, grup, parti, fırka çıkarını önceleyen yorumlar, peygamberin örnek hayatını örterek ortaya bambaşka bir tablo çıkarmıştır. Veda hutbesinde Arab'ın Acem'e, Acem'in Arab'a üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır diyen yüce Peygamber'in ağzından Kureyşi, Arabı, Emevi yönetimini parlatan hadisler uydurulmamış mıdır?

Azimli'nin bazı kitaplarını okudum, özellikle raşit halifelerle ilgili kitaplarının son derece objektif ve öğretici olduğunu düşünüyorum. Sahabeleri ululamak yerine, insan/beşer yaklaşımı ile hem onların daha iyi anlaşılmasına hem de İslam dünyasındaki tıkanma sebeplerinden biri olan -sahabe kavilleri veya içtihatlarının- ilelebet geçerli naslar olmadığının  anlaşılmasına vesile olmuştur. Bu az şey değildir.

Sahabeler, elbette kutlu insanlardır, her türlü saygıya layıktırlar, ancak  onlarda insandır. Diğer yandan her nesil kanaatlerini yaşadığı çağın idrakinden, muhitinden, sosyal ve siyasi şartlarından alır. Dün söylenen her söz, verilen her hüküm yarının sorunlarına çare olmaz. Ululama, ululanan şahsiyetin görüşlerini bütün zaman ve mekan için geçerli, eleştirilmez, mutlak  hakikat mevkiine çıkarır. Onun için beşeri olana dönük  her türlü kutsallaştırma  biraz da -düşüncenin önünü tıkayan- bir mahiyet içerir.

Mehmet Azimli, şanlı Peygamber'in hayatının çarpıtıldığını söyleyen ne ilk, ne son kişidir.Öyle olmasa -hadis usulu- diye bir ilim dalı olmazdı. Onun için gösterilen tepkilerin İslami bir hassasiyetten kaynaklandığını sanmıyorum. Ne olabilir, sorusunun cevabını yine ancak Azimli'nin kitaplarında bulabiliriz.

Azimli "Dört Halife'yi Farklı Okumak, Hz.Ömer" isimli kitabında İran'ın fethini anlatırken Kürtlerden de bahsederek şunları söyler: Kürtlerin o dönemde yoğun olarak yaşadığı bölge,ağırlıklı olarak günümüzde Türkiye coğrafyasında yaşadıkları yerler değildir.Sonraki yıllarda Büyük Selçuklu Devleti'nin son hükümdarı Sencer'in İran-Irak sınırında tarihte ilk defa oluşturduğu-Kürdistan Eyaleti-denilen bölgedir. Bu yargıya, bugünkü Türkiye,Suriye ve Irak coğrafyasındaki şehirlerin ilk fetihleri esnasında,Süryanilerden,Araplardan ve Ermenilerden bahsedilirken Kürtlerden bahsedilmemesinden ulaşıyoruz.Mervaniler'e kadarki dönemde İslam tarihi kaynakları (Belazuri,İbn Hayat,Vakıdi,Taberi vs.) ve diğer kaynaklar, bu bölgedeki şehirlerden bahsederken demografik olarak Kürt nüfustan bahsetmezler.Ermeniler ve Arapların yaşadığı kaynaklara yansımıştır. Rum nüfusu da genellikle sadece garnizon şehirlerde bulunmaktadır.Kırsalın durumunu bilmek ise mümkün değildir ve bunun üzerine bir tarih inşa edilemez.Çünkü kırsalın tarihi hiçbir zaman yazılamaz.Tarih, şehirlerdeki hayatın bir yansımasıdır.Ancak sonraki yıllarda Mervaniler, Eyyubiler ve özellikle Yavuz döneminde Diyar-ı Bekir bölgesinden İran'a sürülen(İran'da üç asır hüküm sürmüş Kaçarlar Hanedanı gibi) Şii-Safevi Türkmenler yerine Sunni Kürtlerden faydalanma adına yapılan teşviklerle özellikle Anadolu coğrafyasına Kürdistan'dan yoğun göçler yapılmış ve iskanlar gerçekleştirilmiştir. Bunlardan özellikle sonuncusu yani Osmanlıların Kürt nüfusunu bölgeye yerleşime teşvik etmesi siyasi iskandır.Temel hedefi ise Şii Türkmen Safevilere karşı Sunni bloğu güçlendirmektir."

Özet olarak Azimli, Kürtlerin Anadolu'nun otoktan/yerleşik halklarından olmadığını söylemekte Kaçarlar örneği üzerinden bölgede gerçekleştirilen nüfus hareketlerine dikkat çekmektedir. Kaçarların bugün bazı kalıntıları hala Anadolu'nun çeşitli yerlerinde(Elazığ/Palu Kaçarlar köyü) varlıklarını sürdürmektedir.

Azimli, aynı kitapta bir cürüm daha işlemekte, ayrılıkçı çevrelerin kullandığı Amid/Amed isminin kaynağına da değinmektedir: "Daha önce ifade ettiğimiz şekilde Kürtlerin o dönemde bulunmadıkları bir şehir için bu ismi kullanmaları mümkün değildir.Bu isim Asuriler döneminden kalmadır.Zebidi, bu ismin bölgeye hakim olan Rumlardan kaldığını ve Rumca olduğunu söyler.Doğrusu Müslümanlık öncesi  bölgeye hakim olan Bizanslıların kullandığı bu isim Müslümanların hakimiyeti döneminde Diyar-ı Bekr şeklinde kullanıldı.İslam tarihinde bölgeye Diyar-ı Bekr, şehre ise Amid denildi. Sonraki yıllarda ise şehre Diyar-ı Bekr denildi. 1937'de ise Diyarbakır'a dönüştürüldü."

Azimli'ye yapılan hücumlar, bu düşüncelerinden bağımsız değerlendirilemez.  Bugün siyasal İslamcılık Erol Güngör'ün ifadesiyle,  kısmen Türkiye Cumhuriyeti devleti ile sorunu olan Kürt-etnikçilerin de kendilerini maskeledikleri bir muhalefet alanıdır. Kendilerini güçlü hissettikleri an yüzlerindeki maskeyi çıkarıp, etnik kimlikleri ile ortaya çıkacaklarına şüphe yoktur. Dolayısıyla Azimli'den önce birçok ilahiyatçının paylaştığı bir görüşün bugün durup dururken linç sebebi yapılması çok inandırıcı değil. Azimli, klasik ilahiyatçı tipinin dışına çıktığı ve bu  mukaddes vatan toprağı ile ilgili iddiaları olanların,(Kürtçü ilahiyatı) iddialarını çürüttüğü için linç ediliyor.