Macron'un, "İslam'ın krizde" olduğuna dair sözleri yoğun tartışmalara neden oldu.Bir çokları herhangi bir krizin olmadığını ifade etti.

Muhtemelen bu söz bir din bilgini tarafından söylense aynı tepkilerle karşılanmayacak, belli oranda destek de görecekti.

Sözün sahibinin Macron olması, sözün doğruluğunun/yanlışlığının önüne geçti. Bu gibi durumlarda doğru olan, sözün sahibine odaklanmak yerine, sözün mahiyetine odaklanmaktır. Macron'u tartışmak, söylenen sözdeki gerçeklik payını ortadan kaldırmıyor.

Bugün herkes deizmin yaygınlaşmasından, gençlerin giderek -dinden- uzaklaşmasından,sağa sola savrulmasından söz ediyor. Dini kurumlara güven azalıyor, tarikatlar, cemaatler tartışılıyor. Kendini İslam'la özdeşleştiren kişi veya kurumlar yanlış yaptıkça şüpheler dine yöneliyor veya bilinçli olarak yöneltiliyor.

Son tarikat/cemaat tartışmalarında bu gerçeği görmek mümkün. Bir sapkının cürmü üzerinden neredeyse bütün bir tasavvuf/tarikat tarihi mahkum ediliyor.Oysa tarihimizde din kisvesi giymiş sapkınların yanında, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Emir Sultan, Somuncu Baba ve daha niceleri gibi büyükler de var. Genellemeci yaklaşımların bazıları zihinsel tembellikten, iyi kötü ayırımı yapacak zihinsel ve kültürel nosyondan mahrum olmaktan kaynaklanıyorsa, bir kısmı da İslam'la ilişkili her kişi ve kuruma şüphe ile bakmaktan, hatta düşmanlıkla yaklaşmaktan kaynaklanıyor.

Lakin bu içinde olduğumuz gerçeği değiştirmiyor, İslam dünyası ciddi bir krizle karşı karşıya.Gerçekte bu İslam'ın bir krizi değil, daha çok onunla ilişki biçimimizden kaynaklanan bir kriz. Onu, bugünün aklı, bugünün idraki yerine dünün aklı, dünün idraki, dünün hayat tarzı üzerinden kavramamızın krizi.İslam'ı kendi sosyal, kültürel,tarihi hatta coğrafi gerçekliğimiz yerine farklı kültür ve coğrafyaların gerçeklikleri üzerinden okumamızın krizi.Bugünü dünün sosyolojisine uydurmaya, dünün hayat tarzını ebedi ve ezeli gerçek sanıp bugüne taşımaya çalışmanın krizi. Kültürel ve tarihi olanla, ezeli ve ebedi olanı karıştırmanın krizi. Din algımızla, yaşadığımız dünya arasında her gün açılan mesafelerin krizi.Yeni yorum ve açılım çabalarına küfür yaftası yapıştırarak, İslam'a yeni ufuklar kazandıracak yolları kapatmamızın krizi.İslam'ın her çağ ve toplumda farklı yorumlara kavuşabileceğini,değişen ihtiyaçların değişen yorumlar yaratacağını anlayamamamızın krizi.Sosyolojik farklılıkları düşünmeden Arap tarzının bütün kültür ve coğrafyalarda aynen taklit edilebileceğini sanmanın krizi. İslam'ı dünyevi beklentiler uğruna araçsallaştırmanın, içini boşaltmanın, sloganlaştırmanın krizi. Günün sorularına cevap aramak yerine, geçmişi tekrar etmeye çalışmanın yahut tekrar edileceğini sanmanın krizi.

Bütün bu sebepler, dinle hayat arasındaki mesafeyi açmış,İslam'ın bugünün sorunlarına cevap veremeyeceğine dair ciddi şüphelere neden olmuştur. Ne düşünüyor, ne de düşünenlerin dini bugünün gerçekliği ile buluşturmaya,güncelleştirmeye çalışmalarına fırsat veriyoruz.Hiç değişmemeyi dinde kalmak, her türlü değişmeyi dinden uzaklaşmak olarak görüyoruz.Halbuki, değişim hayatın değişmeyen kuralı, içtihat ve yorum kapısının kıyamete kadar açık olması ise bu değişime İslam'ın cevabıdır.Yazının başına dönecek olursak aslında sorun İslam'da değil, sorun bizde, bizim din algımız ve onunla ilişkimizdedir.