Seyri suluğe tabii olan, bu güzel yola niyet eden ve Rabbinden yolunu göstermesini, yardımını dileyerek samimiyetle ilk şart olan tevbesini yapan, emir ve yasaklara, ihlâsla uymaya gayret eden dervişlere, yolu da gösterilir, yardım adına, hilafsız cümle alem öğretmen de tayin edilir.

Her salik için kendi fıtratına uygun yol, öğretmenler nasip edilir. Eksikleri neler ise onları tamamlasın istenir. O yüzden kulların nefesleri adedince Allah'a giden yol vardır denmiş. Hiç bir kulun takva dışında diğerine üstünlüğü söz konusu olmadığı gibi, hiç bir yol da daha üstün ya da aşağı değildir. İlahi nizamda herşey, herkes yerli yerince, hiçbir şey, hiç kimse gereksiz, değersiz değildir. Herkes, herşey görevini yapar. Elbette tevhidle bakabilene, görebilene...

Bu yüzden her salik, derviş, farklı yoldan götürülür. Kimi ilim, kimi hizmet, kimi en kestirme, ancak en zor olan aşk yolundan... Öyle ki, dervişlerin önceki hayatları, günahları, hatalarının hiçbir önemi kalmaz. Gösterilen bir teslimiyet hepsini siler süpürür. En dipte olana tevbe bineği Burak olur. Işık hızıyla en üste çıkarır.

Bu yüzden, "Siz hiç günaha bulaşmamış olsaydınız, sizi iptal eder, yerinize günaha bulaşıp samimiyetle tevbe edecek bir kavim yaratırdım." demiş ayetinde yüce Rab'bimiz. Bunu ilk öğrendiğimde sebebi hikmetini anlayamamış ve çok merak etmiştim. Hiç günaha bulaşmadan tertemiz kalmamız daha iyi değil mi diye düşünmüştüm. Abdulkadir Geylâni Hz. den geldi o muhteşem açıklama; "Günaha bulaşmak, ilimdir. Kul, ancak günaha bulaşırsa, bunun herkesin başına gelebileceğini, kimseyi kınamaması, yargılamaması gerektiğini öğrenir." diyordu. Günahta ısrar hatasına düşmeden elbette.

Başka kaynaklardan da Rab'bimizin karşısında, boynumuzun bükük, gözümüzün yaşlı, mahçup olmamız, iblis gibi kibirlenmememiz için olduğunu öğrendim. Hatta fıtratımızı, kendimizi aşabilmemizin koşulunun bu günaha bulaşma sonrası duyulan vicdan azabının verdiği itici güç olduğunu da. Bu yüzden melekler, yeryüzünde fesat çıkaracak bir mahluk mu yaratacaksın, biz seni hakkınca tespihe yetmiyor muyuz dediklerinde, yüce Rab'bimiz, "Siz bilmezsiniz. Onlardan bazıları sizi geçecek." müjdesini vermiş. Melekler de olmayan, sadece biz kullarına bahşettiği o eşsiz cevher de aşk elbette. Hatta bu yüzden şeytanın derdi aşksızlık denmiş.

Ne yapsak her konu aşka bağlanıyor, herşey illa Aşk'dan olduğu için. Yine aşkı bir kenara bırakıp kazanma bahanelerine girelim artık.

Hizmet, en önemli kazanma bahanesi. Ve zannedildiği gibi, Afrika'daki açları doyurmak, burslar toplamak, vermek gibi büyük, uzak hedefler gerekmiyor. Hizmet anne- babadan başlar çünkü. Hatta anne-babasına hizmetle, hürmetle rızasını kazanamamış, düzenli gidip ellerini öperek, ihtiyaçlarını gidererek gönüllerini almamış, almıyor olanlar hiçbir şey başaramaz, kazanamazlar gibi büyük bir tespit var zira.

Herşeye rağmen. Yüce Rab'bimizin, "Anne baban senin yanında yaşlandığında onlara öf bile deme, azarlama, güzel söz söyle." emrine muhalefete, isyana girer aksi çünkü. Bu konuda çok güzel, örnek menkıbeler de var. Yukarıdaki ayetin nuzül sebebini mutlaka aktarmak istiyorum çok önemli olduğu için. Ayetin devamındaki, "Ancak onlar seni kötülüğe sevkederlerse onlara uyma." emrinin sebebi zira.

Hayatta iken cennetle müjdelenmiş on sahabeden biri ve sevgili peygamberimizin anne tarafından akrabası da olan, bu yüzden kimin var böyle dayısı diyerek övündüğü ve sadece kendisine," Anam babam sana feda olsun!" hitabında bulunduğu, Sa'd bin ebi Vakkas Hz., Hz. Ebubekir vesilesiyle İslamı seçtiğinde, annesi tepki olarak ölüm orucuna başlamış. Mübarek, "Anneciğim seni çok seviyorum, daim hizmetinde olacağım, ancak dokuz canın olsa ve dokuzunu da benim yüzümden verecek olsan, yine de dinimden vazgeçmeyeceğim." muhteşem sözünü söylemiş. Kararlılığı gören annesi ölüm orucundan vazgeçmiş.

İkinci örnek olarak kendi anne-baba zor imtihanımı ve kazanma bahanemi vermek istiyorum; Yaşanmışlıklar en iyi öğreticidir tespiti gereği.

Kocaman çittçi ailemin altıncı çocuğu olarak, babasına aşık bir küçük kız olduğum, onun da karşılık olarak çok değerli sevgisini kazandığım sevgili babam, aynı zamanda en zor imtihanım oldu ömrümce. Alaşehir'den trenle dönüşlerinde, bağ evimizden yola çıkıp ince uzun patika yoldan koşup karşıladığım, bana rengarenk şekerler, minik mika bebekler getiren, çok sevdiğim sevildiğim canım babam... On üç yaşımda olduğum halde, kaçarak evlenen ablama kızıp beni çok başarılı olduğum okulumdan alan, üstelik yirmi beş yaş büyük biriyle evlendirmeye kalkışan, bir anda günah keçisiymişim gibi davranmakla çocuk gönlümü kıran, hayatımı darmaduman eden babam. Ortaokulu dışarıdan bitirme sınavlarına çalıştığım yorgun, uykusuz gecelerimde, elektirik harcıyorum diye kızan, bağıran babam...

Ve niçin evlenmek istemediğimi sorgularken en çirkin kelimelerle başkasıyla ilişkim mi olduğu acımasız sorusunu soran çok sevdiğim cehalet kurbanı annem... Mücadeleyle kurtulup okumaya devam edebildiğim yatılı okul yıllarımda, gördüğüm üzücü bir rüyayla hayatımın ilk ve tek şiirini yazdığım, herşeye rağmen şiir yazılmaya tek değer olanım gördüğüm güzel annem...

Onlara, çocukluğuma, memleketime hasretle, memuriyetle geçen otuz beş yıl sonunda, çocuklarımın yurt dışına üst eğitime gitmesi ve babalarıyla da sorunlu evliliği bitirerek, gittiğim gibi tek başıma döndüğüm doğduğum topraklarda yanıma almak ve üç buçuk yıl birlikte yaşamakla yeniden en zor imtihanım ve kazanma bahanem olan; dünyaya gelme vesilem ve beni doyurup büyütmüş olmaları sebebiyle asla haklarını ödeyemeyeceğim anne- babam...

O sürecin zor imtihanları sonunda, hiç kimse senin gibi ilgilenmedi, bakmadı, Allah senden bin defa razı olsun kızım diyen de babam oldu şükürler olsun. Ve hatta hastayken sırtına ter bezi koymaya çalıştığım bir anda, aniden "Sen dünya durdukça yaşa emi kızım!" diyen de annem oldu çok şükür. Amin anneciğim de o nasıl olacak der gibi yüzüne bakakaldığım, şaşkın yüz ifadesinden bu inanılmaz duanın nereden geldiğini kendisinin de bilemediğine şahit olduğum annem...

Bahanelerle kazanmanın da, imtihanların da sonu yoktu. Ölene dek sürecekti illa ki. Elli beş yıllık yaşanmışlıklarımı, seyri suluk hikayemi aktarmaya çalıştığım güzel kitabımda en güzel övgülerle anlattığım halde, yaptıklarımı anlayamadıkları için başta karşı çıkan, acımasızca yazarlığımla alay edecek kadar kıran da onlar oldu ne yazık ki. İnşallah ölmeden evvel öğündüklerini de görebilmek nasip olur.

Kendisinin öğüdüne uymakla herşeye rağmen öf bile demeyerek, hiç karşılık vermeyerek kazanan olmaya devama gayret gücü de verdi, veriyor yüce Rab'bimiz şükürler olsun.

1990 yılında, Diyarbakır asker hastanesinde laboratuvar teknisyeni olarak çalıştığım zamanlarda, içimde ukde kalan üniversite eğitimine devam edebilmek gayesiyle üniversite seçme sınavlarına girmiş yeterli puanı da almıştım. Dicle üniversitesinde okumayı planlamışken, mesleğimim üst eğitimi olan tıbbi laboratuvar bölümünün olmadığı, en yakın olan üniversitenin de Van yüzüncü Yıl üniversitesi olduğunu öğrenmiştim.

Hiç olmayacak, belki hocalar idare eder, sadece sınavlar için gidip gelirim gibi bir düşünceyle, o terör nedeniyle hiç can güvenliğinin olmadığı dönemlerde tek başıma otobüse binip, kayıt yaptırmak gayesiyle yola çıktım. Siirt, Baykan ilçesi, Ziyaret beldesinde otobüs mola verdi. Sıradan, kısa bir ihtiyaç molası zannettiğimden inmeyi düşünmüyordum. Pencere kenarındaki yan koltukta oturan teyze inmek isteyince kalkmak zorunda kaldım.

Bu arada insanların neden yarış eder gibi koştuklarını, yoldaki tüm araçların da durmasıyla, insanlarla mahşer yeri telaşının sebebini merak edip inmeye çalışan teyzeye sordum. O güzelim doğulu şivesiyle verdiği, " Bilmiymisen! Bura Veysel Karani'nin türbesidir." sert cevabıyla tokat yemiş gibi oldum. Bilmiyordum. Hatta Veysel Karani kimdir, namaz abdest de bilmiyordum.

Mahçup bir şekilde türbeye girdim, abdest alıp, namaz kılabilmek için birbiriyle yarışanları, dua edenleri izledim. Bir köşede sessizce için için ağladım. Neden ben de bu insanlar gibi iki rekat namaz kılıp dua edemiyordum!!!

Ulaştığım üniversite kayıt bürosunda, kar nedeniyle aylarca yolların kapanması gerekçesi açıklanarak, kendileri idare etseler de bunun mümkün olmadığı, bu sevdadan vazgeçmem gerektiğinin söylenmesiyle ne anlamsız bir iş yaptığımı düşünmüştüm. Onca riske rağmen, onca yol yorgunluğu, masrafı göze alıp günübirlik Diyarbakır'dan Tatvan'a gidip dönmek akıl karı değildi.

Aradan geçen yıllar sonra, tasavvuf okumakla, ibadetle, aşk yolculuğu nasip olduğunda bir vesileyle gelen müjde ile anlamıştım sebebi hikmeti.

Ömrümce anne babama isyankar bir evlat olmadığım, hacettepede öğrenci olduğum yıllardan itibaren muayene ve tedavilerini yaptırdığım, memur olur olmaz o tarihte emekliliği olmayan anne- babama sağlık karnesi çıkarıp hertürlü sağlık sorunlarıyla; Diyarbakır'dan yola çıkıp sadece on gün olan yıllık iznimin yedi gününü Alaşehir'den İzmir asker hastanesine hergün gidip gelerek babamın tetkikleri, tedavisiyle ilgilenme fedakarlığında bulunduğum, anne babamın Veysel'i olduğum için ziyaret nasip edildiği, Üveysi'lerden olduğum bilgisiyle, gözyaşları içinde o yolculuğun sebebi hikmetini anlamıştım...

İslamiyette kazanmanın, bahâ değil, bahânelerle olduğu sözünün sırrını da... Anne-babanın Veysel'i olmanın çok değerli ve o derece bedelinin de çok ağır olduğu, o ağır bedeli ödemeye değer olduğunu da...

Adevviye Şeyda

05 Ocak 2021

Not: Bunca yazıyı, kemik erimesi nedeniyle, belime yastık desteğiyle arkama yaslanır vaziyette telefondan yazmak zorunda olduğum ve romatoid artrit sebebiyle ellerimin çok çabuk yorulduğu gerçeğini de ilave etmek zorundayım. Evinin her türlü işi, alış verişi, ödemeleri, ondan fazla kedinin, çiçeklerin bakımı, temizliğini, uzaktan da olsa hala anne-babanın sağlık sorunlarıyla ilgilenme durumunda ve gurbet kuşu evlatlarının hasretinde olarak, tek başına hayat mücadelesinde olduğumu da. Bu yüzden, lütfen yazılarımla toplu bilgilenme, faydalanma dışında, özelden yazma, uzun telefon görüşmeleri gibi beklentileriniz için beni mazur görün. Keşke çok sağlıklı olsam da hepinizin arzularına karşılık verebilsem ancak gerçek bu maalesef.

Zamanı geldikçe, bir vesileyle, gönlümüzden döküldüğü ve sağlığımız el verdiğince devamını yazabilmek ve hayırlara vesîle olabilmek dileğiyle.

Amin Ya Rab'bi!..

Sevgilerimle...