'İşte Hayat' tan hemen sonra, "Kimsesizliğin" ikinci kitabı..."
...
Kadınların çilesi birbirine benzer; ama her yerde aynı yaşanmaz.
Ben bu sefer bir kadını değil, bir erkeği anlatacağım.
Kadının baskısına ve yalanlarına inanan, sırf sevdiği kadını üzmemek için kendi hayatını gözünü kırpmadan feda eden bir adam bu. Başına ne geldiyse kadın yüzünden geliyor. İsterseniz buna korku deyin, isterseniz sadakat. Ama ne derseniz deyin, adam son nefesine kadar acı çekiyor.
İlk başta hiçbir suçu, hiçbir günahı yoktu. Ama zamanla, yaptığı hatalarla kendi hayatını cehenneme çevirdi. Üstelik bu acıyı yalnızca kendisi değil, ailesi de onunla birlikte yaşadı.
Bu, sık rastlanan bir hikâye değil.
Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği, ders alınması gereken bir yaşam öyküsü.
Çok fazla ayrıntıya girmeyeceğim, ama eminim okudukça siz de en az benim kadar şaşıracaksınız.
Çünkü bu coğrafya çileli…
Kadın da erkek de bedel öder burada.
Kimi hayatıyla öder, kimi yaşadıklarını çabucak atlatır gibi görünür ama içten içe hep taşır.
Ve ne yazık ki, hayatın hiçbir yerinde kalıcı huzur yok.
Rahat yok.
Mutluluk zaten kısa ömürlü.
O kadar alıştık ki zorluklara, mutluluğu bulduğumuzda bile altında bir sebep arıyoruz.
Gerçek olamayacak kadar iyi geliyor, sahici ve kalıcı olduğuna inanamıyoruz.
İşin en ilginç yanıysa şu:
Adam, yaşadığı onca şeyin nedenini asla kadına bağlamıyor.
Her defasında kendini suçluyor.
Belki de onu bu kadar acıtan şey de bu: Kendi yıkımını bile bir başkasına yükleyemeyecek kadar sadık olması…