Haftalık de Groene Amsterdammer gazetesinin en çok okunan makalelerine bakıyorum. Son hafta en çok okunanlar arasında, Fransız filozof  bayan Simone Weil ile ilgili bir makale yer alıyor. Makale, Hannah Arendt üzerine yayınlanmış kitabı ve Rosa Luxemburg hakkında yazıları olan, Hollandalı filozof Joke J. Hermsen kaleminden çıkmış. Makalenin başlığı, ‘Ufukta ütopik bir nokta’ başlığını taşıyor. Başlığın hemen altında, “Fransız filozof Simone Weil, felsefeyi politika ve mistisizme bağladı. Belki, bu felsefe, günümüz okuyucularına yeniden hitap eden bir yoldur” ifadeleri yer alıyor.

Oldukça uzun bu yazıya daldıkça, bir taraftan Fransız filozof Simone Weil’in, tek kelimeyle ibretlik yaşamı, diğer taraftan günümüz insanını kendisini sorgulamaya davet eden fikirleriyle hemhal oluyorsunuz. Yazının ilerleyen bölümlerinde, Simone Weil’in, ünlü Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Charles Aymard Sartre ile aynı sınıfta olması, yine Fransız yazar ve feminist Simone de Beauvoir ile tartışması, Descartes üzerine bir tez yazması ile karşılaşıyorsunuz.

İsçilerle empati kurmak için bir fabrikada çalışması ve günlük tutması, 1936 yılında çıkan İspanya iç savaşında anarşistler tarafına katılması, sağlığı elvermediği halde İkinci Dünya Savaşı’na paraşütçü olarak katılmayı istemesi, Simone Weil’in medyada “kızıl bakire” olarak anılmasına sebep oldu.

Filistinlilerin, Siyonistler tarafından köklerinden kopartıldığına inanıp, Filistinlilerle dayanışmaya girmesi ve bundan dolayı antisemitist suçlamalara maruz kalması, Marksist olmasına rağmen Karl Marks’ı eleştirmesi, Yahudi olmasına rağmen Siyonizm’e karşı olması, Hıristiyan ve Yahudi Ortodoks doğmalarını kabul etmeyip, mistisizmi savunması, Sinome Weil’i daha da ilginç kılıyor. Filozofun dikkat çeken bir başka yönü ise, iyi bir aktivist ve eylemci olması, sendikaya üye olması, grevlerde görev alması ve felsefe hocası olmasına rağmen, asgari ücret üzerinden maaş alması.   

İsterseniz, 0-34 yaş arasına, mücadele, düşünce ve hastalıklarla geçen ibretlik bir yaşamı sığdıran Simone Weil’in, önce kısa bir hayat hikayesine göz atalım ve sonra da, bazı fikirlerine yer verelim. Ayrıca, Hollandalı filozof Joke J. Hermsen’in ifade ettiği üzere, Weil’in fikirlerinin günümüz okuyucularına etkisine de bakalım.

‘Fransa’nın siyasi şehidi, kızıl bakiresi ve mistik filozofu’ olarak da bilinen Simone Weil, 3 Şubat 1909’da Paris’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çok erken yaşta, on yaşında kendisini ‘Bolşevik’ ilan ederek, işçi hareketlerine ve sokak gösterilerine katıldı. Lise yıllarında ilk siyasi bildirisini yazdı ve broşür olarak dağıttı. Paris’in en gözde lisesine devam etti. École Normale Supérieure’ üniversitesinde felsefe okudu. 22 yaşında doktorasını verdi ve 1931 yılında Le Puy kız lisesi olmak üzere, Auxerre, Roanne, Bourges ve Saint-Quintin gibi okullarda felsefe öğretmeni olarak görev yaptı. 1932’de, Marksist grupların, Hitler’in yükselişine direnmesine yardımcı olmak için, altı ay Almanya’da yaşadı. Gazetelerde Nazi Faşizmini eleştiren yazılar yazdı, Nazileri ‘güç delisi, güce aç Romalılar ve Plato’nun Büyük Canavarı’na benzetti.

Simone Weil, öğretmenliği bırakarak, 1934 yılında, işçi sınıfıyla dayanışma adına, tam bir yıl Renault fabrikasının montaj bölümünde çalıştı. Bu ağır ve fiziki işte çalışması, ünlü siyaset bilimci Hannah Arendt tarafından, övgü ve takdir kazandı. 1936 yılında, fiziki olarak dayanıksız olmasına rağmen, İspanya iç Savaşı’na katıldı ve Cumhuriyetçilerle birlikte savaştı. Silah kullanmaya karşı olduğundan, geri hizmette görev aldı. Miyop olmasından dolayı, bir gün yemek odasına koşarken, içinde yağ kaynayan bir tencereye bastı ve bedeninde ciddi yanıklar oluştu ve sonra da Paris’e gönderildi. Paris, Almanlar tarafından işgal edilince, 1942 yılında ailesiyle birlikte ABD’ye gitti. Orada fazla duramadı ve İngiltere’ye geçerek, Fransız direniş hareketine destek verdi. İşgale karşı mücadele verenlere destek için, açlık grevine başladı. Zaten yıllarca baş ağrıları ve sinizütle uğraşan Simone Weil, çok genç bir yaşta, 34 yaşında hayatını İngiltere’de kaybetti. Doktorlar ölüm raporunda şu ifadeyi yazdılar: “Merhume zihin dengesini yitirerek yemek yemeği reddedip kendini öldürdü.”

Bazı düşünürlere göre 20. Yüzyılın en çılgın ve ilginç filozofları arasında görülen Simone Weil’in, felsefi görüşleri, kendileri Yahudi olmakla birlikte, çocuklarını agnostik olarak yetiştiren ailesinde şekillenmeye başladı. Simone Weil’in felfesi düşüncelerinde sırasıyla, aileden kültürel ve liberal Yahudilik, agnostisizm, Marksizm, Hıristiyanlık ve mistisizmi görmemiz mümkündür. Yazı hayatına başladığı andan itibaren sömürgeciliğe ve emperyalizme şiddetle karşı çıkan Simone Weil, Hinduizm’i ve Budizm’i merak ederek, bu öğretileri, aslından okumak için Sanskritçe öğrenmiş ender Avrupa filozofları arasındadır. Fransız yazar ve feminist filozof Simone de Beauvoir da anılarında, Simone Weil için şu cümleyi kullanır: “Onun tüm dünya için atan kalbini kıskandım.”
Marksizm’i eleştiren ve sonra Marksizm’den vazgeçen Weil, sosyalizm ve kapitalizmin de insanlar için çok fazla bir şey vaat etmediği görüşüne sahipti.

Simone Weil felsefesini, modern insanın görevlerini ve yeryüzündeki misyonunu unuttuğunu, manevi köklerden koptuğu, köksüzleştiğini, insanın asli fonksiyonuna tekrar geri dönmesi, kendine dönmesi ve yeniden doğması, üzerine kurmuştu. İlgi, deney, Tanrı, direnç, ben, hiçlik, kök salma, iyi, aşk, bağlılık, güç, boşluk gibi kavramlarla tecrübelerini anlatır. İnsan ruhunun sahip olduğu ebediliğine işaret ederek, zıtlıklar arasında yeni bir denge arayışını teklif etmişti.

Weil’in, fikirlerinde son durak teşkil eden mistisizmle tanışması, Solesmes Manastırı’nda keşişlerin söyledikleri ilahilerden etkilenmesiyle başladı. Bu süreçle birlikte, Tanrı’nın kendi hayatıyla ilgili iradesini incelemeye ve bunları yazmayı yeğledi. Çok genç yaşta, Descartes üzerine bir tez yazan Weil’in eserleri, genelde ölümünden sonra yayınlandı. Le pesanteur ve la grâce (Yerçekimi ve İnayet) adlı eserinde, ‘dünyadaki her şeyin boşluğa bırakılan cisimler gibi düştüğünü ve yalnızca inayet (grâce) ile yükselebileceğini’ savundu. Diğer eserleri arasında, La connaissance surnaturelle (1949), L’Enracinement (1950) ve La condition ouvrière (1951) yer aldı. Simone Weil’in Türkçeye tercüme edilmiş eserleri arasında, “Yerçekimi ve İnayet” (Doğu Batı Yayınları) ve “Kökler, İnsanın ve Ruhun İhtiyacı” (Ketebe Yayınevi) yer alıyor. 

Hollandalı filozof, Joke J. Hermsen’in, Weil’in fikirlerinin günümüz okuyucularına etkisine gelelim. Weil’in ölümünden yaklaşık seksen yıl sonra, eserlerinin Hollandaca ve diğer dillere tercüme edilmesi, Weil felfefesinin yeniden keşfi anlamı taşıyor. 2021 yılında, Ne için mücadele ediyoruz?”, “İnsanda kutsal olan nedir?” adlı eserlerinin ve 2022 yılında da “Köksüzleşme” kitabının yayınlanması, buna en somut örnek teşkil ediyor. Aynı anda, Anglo-Sakson dünyasında, The Subversive Simone Weil: A Life in Five Ideas” ve  “Simone Weil for the Twenty-First Century” gibi eserlerin yayınlanması, Weil felsefesinin günümüz insanına yeniden sunulması anlamına geliyor.

Simone Weil’in, günümüzde tekrar hatırlanması, eserlerinin güncellenmesi, bize hiç şüphesiz, insanlık tarihi boyunca ‘kendini arayan insan’ faaliyeti ve tartışmasını hatırlatmaktadır. Tarihin, her döneminde, her coğrafyada, Simone Weil gibi örnek kişiler çıkmıştır. Bunlar, bazen yaşadıkları 34 yıla, 45 yıla 200 yıllık uğraş ve çabayı sığdırmışlardır. Bu isimler, gözlerini kariyer ve ikbal yerine ‘Büyük ideale’ dikmişlerdir.

Veyis GÜNGÖR