Bir kaç gündür bir Kıbrıs Türkçesi tartışmasıdır gider. Birileri Kıbrıs Türklerinin Türkiye Türklerinden apayrı bir ırk olduğunu ispatlamanın telaşı ve öfkesiyle hayli saçmalamış durumda. Öncelikle Kıbrıs Türkçesi diye bir Türkçe yoktur, Kıbrıs ağzı vardır zira burada konuşulan Türkçe, Anadolu'da halen kullanılan Türkçedir. Örneğin Şavk, pirilli, velespit, peşkir, potin, nacak, gındırık, doktora bakınmak, lenger, aba (abla), yazmak (sermek), yütmek (oyunu hile ile kazanıp elindekileri almak), eylenmek-eğlenmek (oyalanmak), k'lerin g okunması, Ayşe'ye A'şa-Ayşa denmesi ve birçok benzer vurgu bizim memlekette de kullanılır. Yani oralardan gelen bir kişi burada konuşulan kelimelerin hepsini anlar. Ha elbet Rumca'dan geçen kelimeler var ama bu iki elin parmağını geçmiyor. Yani bu kendilerini farklı göstermek adına dillerini koruma refleksinde olanlar aslında Anadolu Türkçesine sahip çıkıyor pek istemeden de olsa...
İkinci husus dil temalı tartışmaların her daim yaşanmış olması. Yani Türkiye 1974'te gelip dili asimile etmeye çalışmış değil. 1953 yılında Bozkurt Gazetesi'nde yayımlanan bir yazıda Türkçe'nin yanlış kullanımı eleştiriliyor.
1953 yılında yazılan köşe yazısını da olduğu gibi yayınlıyorum, yorum sizin. Ne demiştik; Kıbrıs Türkçesi diye bir Türkçe yoktur, Türkçe'nin Kıbrıs ağzı vardır. Bizim fanatik dilbilimcilerimizin savunduğu da (içinde üç-beş Rumca kelime olsa da) özbeöz Yörük Türkçesidir, bilin istedim.

3 AĞUSTOS 1953 BOZKURT
Zavallı Lisanımız!
Hergün yüreğimiz sızlar. Her tarafta, Türkçe'nin parçalanmış suretlerini görür, kendi kendimize acırız. Bu acıma her kendini bilen Türk'ün millî bir borcudur. Türkçe'sine güvendiğimiz kaynaklar bile bir istisna teşkil etmiyorlar. Ancak, bu lisanı yanlış kullanma nedir ? Bunun cevabı gayet basit: Kıbrıs'ta ayrı bir Türk diyeleği vardır. Kelimeler farklı olarak telâffuz ediliyor, farklı olarak kullanılıyor. Fakat bu Türkçe'nin yanlış kullanılması icap ettiğini göstermez. Bizim borcumuz, esas üzerinden (konuşmada yapamıyorsak da) yazmak ve bellemektir. Yoksa ayrı bir şekilde yazıp, ayrı bir şekilde kullanmağa kalkarsak çok gülünç bir duruma düşeriz. Bazan güvendiğimiz, yahut güvenmemiz gereken kaynaklarda bile şöyle acaip serlevhalara rastlarız: "Ekşi ihracı". Türkçemizde "ekşi" sıfattır, isim olarak kullanılamaz. Bura' da "limon" kastedildiğini anlarız, fakat neden öyle yazmıyalım? Bir başka yerde de, "otomobil çiğnedi" yerine çoğu defalar "Otomobil bastırdı" dendiğini işitir yahut okur ve üzülürüz. Hele işin en kötüsü, Türkçe'nin kılavuz luğunu yapan bir başka kaynağın, falanca adamın ölümü üzerinde, falanca şahıslar "maraz etti," diye haber verdiğini görünce, ne yapacağımızı şaşırırız. Kıbrısta "maraz etmek" kullanılıyor, ama bu yanlış ifadenin bir haber sütunun da, "üzülmek" yerine kullanıldığını görünce insan nasıl şaşmasın? Geçenlerde çıkan küçük bir kitapçıkta, ilk yardım hakkında bir tetkik yazısı T. F, B. vardı. Bu yazıda, maalesef "felâketzede" kelimeleri, "felâketzade" olarak dizilmişti. Bunun tertip hatası olacağına aklımız ermez. Bu düpedüz lisana olan yabancılığın bir ispatıdır. Hele, "itmek" kelimesini konuşmada olduğu gibi, "yitmek" olarak yazanlara ne diyelim? Türkçeyi berbad ederi, memleketimize gelen yabancı Türkler arasında aksi bîr intiba bırakan noktalardan biri de, yabancı unsurların yazdıkları Türkçe ilânlardır. Bunlarda o kadar acaib o kadar akla hayale sığmaz kelimeler kullanılıyor ki, insan bir an doğru i okuyup okumadığını idrak edemiyor. Bu gibi yazıların iyi Türkçe bilen bir Türkün tetkikinden geçmeden gazetelerde, yahut afişlerde neşredilmesine taraftar değiliz. Resmî levhalarda bile yanlış Türkçe kelimelere rastlıyoruz. Bunların da düzeltilmesi için, alâkadar makamların dikkat nazarını çekmek gerektir. Türkçemizi iyice kullanmağa gayret etmeliyiz. Yavaş-yavaş lisan birliğini kaybederek, en esas unsurdan mahrum kalmağa çalışmak millî borçlarımızın en başta gelenidir.

Fotoğraf açıklaması yok.