Yerli Düşünce Derneğinin, Azerbaycan ve Türk Dünyası edebiyatının büyük ismi, Hüseyin Cavid’in ölüm yıldönümü nedeniyle düzenlediği anma programında konuşan Onursal Başkan Yalçın Topçu şunları söyledi;

'Kardeşlerim; Can Azerbaycan’ın ve Türk Dünyasının önemli  Aydınlarından biri olan, İstanbul aşığı, Turan davasının şanlı evladı Şehid Hüseyin Cavid, sürgün edildiği Sibirya- Irkutsk’ta 5 Aralık 1941’de Hakka yürüdü.

24 Ekim 1882 Nahçıvan doğumlu yazı ve fikir hayatımızın kutup yıldızlarından, Şehid Hüseyin Cavid’in yüz yıl önce yazdıkları, bu gün bile hem Türk Dünyası hem  de, bütün insanlık için güncelliğini devam ettirmektedir.

Sizlerden, onu okuyup anlamanızı ve mutlaka “Peygamber”, “iblis” ve “Uçurum" eserlerini okumanızı istirham ediyorum.

Doğumunun 100. Yılında; “itibarı” iade edilen şehidimiz için devlet töreni yapılarak Nahçıvan’da yeniden toprağa verilmiştir.

Sovyet Rusya’nın komünist rejimince dayatılan sosyal realizme ve güdümlü edebiyata rağbet etmediği ve rejim aleyhine yazılar yazdığı için sürgün edilmiş, eşi ve iki çocuğu ile birlikte yaşamış olduğu acı ve zulümlerle dolu hayatı romanlara konu olmuştur.

Can Azerbaycan’ın azatlığı, Türk Dünyasının birliği ve geleceği için canını ve ailesini feda eden Serdengeçti’mizi asla unutmadık ve de asla unutturmayacağız.

Rabbim rahmet eylesin. Cennetini ve cemalini nasip etsin inşallah. El-Fatiha.

ŞEHİTLERİMİZİ RAHMETLE ANIYORUM

Kardeşlerim, bu vesile ile birinci ve ikinci Karabağ Savaşı'nda, Ermenistan silahlı kuvvetleri ve kiralık teröristlerince, Azerbaycan’ın sivil yaşam alanlarına yönelik yasak olan silahlarla yapılan saldırılar neticesinde, aralarında çocukların da olduğu çok sayıdaki sivil şehidlerimizi de hüzünle, rahmet ve saygı ile anıyorum.

Biliyorsunuz 44 gün süren Karabağ savaşında, cephede Şanlı Azerbaycan askerlerine yenilen işgalci Ermenistan, sivil yerleşim yerlerine yaptığı saldırılar ve döşemiş olduğu mayınlar ile  halkın malına ve canına kast etmiştir.

Mütecaviz ve  işgalci Ermenistan, BM kararlarını ve uluslararası hukuku hiçe saymış, savaş ve insanlık suçu işlemiş aynı zamanda bölgenin doğasına, kültür varlıklarına da çok ciddi zararlar vermiştir.

Ermenistan; işlediği başta savaş suçları olmak kaydıyla, yok ettiği kültür varlıkları ve ekolojik katliamın ve insanlık suçlarının hesabını mutlaka uluslararası hukuka vermelidir.

Ermenistan’a, işlediği bu suçların bedeli eğer ödetilmez ise, BM ve AGİT gibi kurumlar insanlık vicdanında mahkum olacak, aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerindeki bazı eşkiya devletler için de bu durum örnek teşkil edecektir.

Ermenistan’a; işlediği bütün suçların bedeli ödettirilerek, imzalamış olduğu barış şartlarına ve uluslararası hukuka riayet etmesinin temin edilmesi bölgenin barışı ve istikrarı için şarttır.'dedi.

........................

Hüseyin Cavid kimdir?

Nahcıvan'da doğdu. Rasizâde Molla Abdullah'ın oğludur. Klasik Doğu şiiri ve mûsikisine âşina bir aile muhitinde yetişti. İlk tahsiline aile içinde başladı. Devrin tanınmış aydınlarından biri olan büyük kardeşi Şeyh Mehemmed eğitimiyle bizzat ilgilendi. Daha sonra medresede ve Mehemmedtağı Sıdkı'nın yeni usulle ders verilen Mekteb-i Terbiye adlı okulunda okudu (1893-1897). Tebriz'deki büyük kardeşinin yanına giderek tahsiline bir müddet orada devam etti (1898-1904). 1904'te kısa süreli bir İstanbul seyahati olduysa da daha sonra Nahcıvan'a dönerek ticaretle uğraştı. Bir ara Gürcistan'ın Kahetya bölgesinde karayolu şantiyesinde kâtiplik yaptı. Bu şirketin yardımı ile gözlerini tedavi ettirmek üzere tekrar İstanbul'a gitti (1905). Dârülfünun'un Edebiyat Şubesi'nde dinleyici olarak bazı derslere devam etti (1905-1909), bir yandan da Fransızca öğrenmeye çalıştı. İstanbul'daki edebiyat çevreleri, aydınlar ve özellikle Rıza Tevfik'le yakın ilişki kurdu, ondan özel dersler aldı, giderek yeni edebiyat anlayışını benimsemeye başladı. Sırât-ı Müstakîm'de ve Azerbaycan'da çıkan Şark-ı Rus, Hayat, Füyûzât gibi gazete ve dergilerde şiirlerini yayımladı.

Ülkesine döndükten sonra Nahcıvan (1909-1910), Gence (1911-1913) ve Tiflis'te (1914) edebî faaliyetlerini yoğun bir şekilde devam ettirdi. Bakü'ye yerleşince burada Sefa Mektebi'nde Türk dili ve edebiyatı derslerini okuttu (1915-1918). O yıllarda Ruslar'ın himayesinde Ermeniler'in Kafkasya'da yaptıkları Türk katliamından tesadüf eseri kurtularak İran'ın Enzelî şehrine, oradan Tebriz'e ve nihayet Nahcıvan'a geçen Hüseyin Câvid burada öğretmenlik yaparak geçimini sağlamaya çalıştı (1918-1919). Bu arada Müşkinaz Hanım'la evlendi, Turan adlı bir kızı ile Ertuğrul adlı bir oğlu oldu. Daha sonra Bakü'ye dönerek önce bir ortaokulda, ardından Tiyatro Meslek Okulu'nda ve Bakü Öğretmen Okulu'nda edebiyat öğretmenliği yaptı (1920-1925). 1926'da emekliye ayrıldı. Aynı yıl Bakü'de düzenlenen Türkoloji kongresine katıldı. Gözlerini tedavi ettirmek için Berlin'e gitti.

Hüseyin Câvid, 1920'den sonra giderek artan baskı ortamında Sovyet rejiminin istediği tarzda eserler vermeye yanaşmadığı için 1930'dan sonra Âzerî matbuatında ağır hücumlara hedef oldu. 1932'de Yazarlar Birliği'ne kabul edildi, fakat yönetimin baskı ve takibinden kurtulamadı. 1937'de rejim düşmanlığıyla itham edilerek tutuklandı, Sibirya'ya sürgün edildi ve eserleri yasaklandı. Sürgünden bir daha geri dönemeyen Câvid'in âkıbeti uzun süre kesinlik kazanmadı. Kaynaklarda ölümü için 1941, 1943 ve 1944 olmak üzere üç değişik tarih yer almaktadır. Kendisiyle beraber Sibirya'da sürgünde bulunan ve ölümüne şahit olan Gulav Bağırov'un ifadesine göre Hüseyin Câvid 1944 yılı Ocak ayında ölmüştür (Abbasov, sy. 2 [1996], s. 8). Ancak Azerbaycan Komünist Partisi'nin 1983'te Hüseyin Câvid'in 100. doğum yıldönümünü kutlama kararından ve gizli servisteki dosyasının açıklanmasından sonra 1941'de Sibirya'da İrkutsk'ta öldüğü anlaşıldı. İtibarı iade edilerek devlet töreniyle Nahcıvan'da yeniden toprağa verildi. Kendisinin, karısının, kızının ve oğlunun trajik hayatları son yıllarda biyografik bir roman haline getirilmiştir (bk. Hüseynof, bibl.).

Edebî çalışmalarına henüz on beş yaşlarında iken Gülçin, Ârif ve Sâlik mahlaslarıyla Farsça ve Türkçe aşk şiirleri yazarak başlayan Hüseyin Câvid Türkiye'de bulunduğu sırada Batı edebiyatını da tanımaya başlamış ve büyük ölçüde romantizmin etkisi altında kalmıştır. Çağdaşı olan Osmanlı edebiyatçılarından daha çok Nâmık Kemal, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Rıza Tevfik'i örnek almıştır. Türkiye'de bulunduğu yıllarda yazdığı şiirlerde yer yer Türkçülük ve İslâmcılık akımlarının izleri görülür. Bunlarda ve daha sonra memleketine dönünce yazdığı eserlerde uzun süre Türkiye Türkçesi'ne yakın bir dil kullandı. Son eserlerinde ise Âzerî Türkçesi'ne ait özellikler yeniden yoğunlaştı.

Hüseyin Câvid'in 1910 yılına kadar yazdığı şiirler Servet-i Fünûn döneminin özelliklerini taşıyan hissî ve lirik manzumelerdir. Bu tarihten sonra gerek şiirlerinde gerekse tiyatrolarında sosyal ve felsefî temalar ağırlık kazanmaya başlar. Toplumdaki haksızlık, zulüm ve sefalet gibi konular yanında hakikat, hurafe, inanç, hayat ve kâinatın sırları gibi metafizik meselelerle çok defa karamsarlığa götüren temalar üzerinde durur. Bu hususiyetleri göz önüne alınınca tiyatrolarında Abdülhak Hâmid'in tesirleri dikkati çekerken şiirlerinde özellikle Tevfik Fikret'i takip ettiği ve onun karşı karşıya kaldığı bunalımları bir ölçüde yaşayarak eserlerine yansıttığı anlaşılır. Bununla beraber Azerbaycan'da yetişen bir aydının mâruz kaldığı Rus tesiri Câvid'de hemen hiç görülmez. 1920'den sonra rejimin empoze ettiği sosyal realizme ve güdümlü edebiyata da rağbet etmemiş, bu davranışı onun feci âkıbetini hazırlamıştır.

Eserleri. Şiirler. 1. Geçmiş Günler (Tiflis 1913). 1905-1913 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşmaktadır. 2. Bahar Şebnemleri (Tiflis 1917). 1905-1916 yılları arasındaki şiirlerini ihtiva etmektedir. Şiirlerinden yapılan seçmeler Çağdaş Azerbaycan Şiirleri Antolojisi'ne alınmıştır (haz. Zeynelabidin Makas, Ankara 1992, s. 26-35).

Manzum Dramları. 1. Ana (Tiflis 1913). Âzerî edebiyatının ilk manzum dramıdır. 2. Şeyh San'an (Bakü 1917, 1926). Tasavvufun çağdaş bir yorumunun yapıldığı eserde yazar tarihî bir konuya aktüel insan problemlerini sokmuştur. Bir aşk darbesiyle sarsılan Mekke'nin tanınmış bir şeyhi kuru bilgiden ibaret olan dünyası yıkılınca, "Ben kimim, iyi ve doğru nedir ?" gibi sorularla kendini sorgulamaya başlar. Şeyhin kendine sorduğu sorular XX. yüzyılın başlarında Batı kültürünün etkisiyle sarsılmış müslüman Türk aydınlarının kafasındaki sorulardır. Azerbaycan'da romantik eğilimin ilk ürünlerinden olan bu manzum dram hâlâ değerini korumaktadır. Eser, Türkiye'de yayımlanan Azerbaycan dergisinde 1956-1957 yıllarında tefrika edilmek suretiyle yayımlanmıştır (sy. 56-66). 3. Peygamber (Bakü 1923). Rusya'da Sosyalist-Bolşevik ihtilâlci kahramanların idealize edildiği bir dönemde yazılan bu eserle Hz. Muhammed, devrine ışık getiren ve insanlığı kurtaran sıfatlarıyla yüceltilmiştir. 4. İblis (Bakü 1924, 1927). Azerbaycan edebiyatında savaş aleyhinde yazılmış felsefî trajedi niteliğindeki eser, Hüseyin Câvid'in Şeyh San'an'la beraber Sovyet devriminden önce yazdığı ikinci önemli kitaptır. Konusunu yakın devir Osmanlı tarihinden alan eserin kahramanı, I. Dünya Savaşı sırasında Kanal Seferi'nde bozguna uğrayan Osmanlı ordusu subaylarından biridir. İblîs'in fantastik bir öğe olarak kişileştirildiği eser bir bakıma kötülükle iyilik tezadı üzerine kurulmuştur. Savaş bu zıtlığın dehşetli anlar halinde yaşandığı bir ortamdır. İyilikle kötülüğün savaşı Doğu felsefesinin ana konularından biri olması yanında eserde Faust'tan ve Batı tiyatrosundan gelen etkiler de vardır. Hüseyin Câvid, insanlığın bu ezelî problemini Osmanlı subaylarının dünyasında ferdîleştirir. Büyük buhranlarla sarsılmalarına, ümitlerini kaybedecek gibi olmalarına rağmen bir ateş ve dehşet dünyasında yaşayan bu insanlar yine de çökmezler; iyiliğe, güzelliğe ve Hakk'a olan inançlarıyla ayakta kalmayı başarırlar. Yazar bu eseriyle âdeta İstiklâl Harbi'ni kazanacak olan askerlerin ruh portrelerini verir. 1953-1954 yıllarında Azerbaycan dergisinin 15-23. sayılarında tefrika edilen İblis, Azerbaycan Dramları adlı antolojiye de alınmıştır (haz. Zeynelabidin Makas, Ankara 1990, s. 225-277). 5. Uçurum (Bakü 1926). Bu eserde bir ressamın trajik hayatı etrafında Türkiye'deki yanlış Batılılaşma meselesi üzerinde durulmakta, bunun yol açtığı ahlâkî bozukluk ve sosyal çöküntü eleştirilmektedir.

Hüseyin Câvid'in bunlardan başka Maral (1913), Şeydâ (1917, 1925), Âfet (1922), Topal Timur (1926), Telli Saz (1930), Siyavuş (1933), Şehlâ (1934), Hayyam (1935), İblisin İntikamı (1936) gibi manzum ve mensur tiyatro eserleri bulunmaktadır. Ayrıca Abdullah Şaik'le beraber Edebiyat Dersleri (1919) adlı bir kitap hazırlamıştır.

Eserlerinden Şeyh San'an ve İblis'ten başka Maral ile Siyavuş, Azerbaycan dergisinde tefrika edilmiş (1958, sy. 86-105; 1961, sy. 96-126), Hayyam da 1980 yılında Hazar dergisinde yayımlanmıştır (sy. 16-17). "Âzer" adlı destanının bir bölümüyle Köroğlu, Telli Saz, Şehlâ adlı eserleri kayıptır. Seçilmiş Eserler başlığı altında eserlerinin toplu basımı da yapılmıştır (Bakü 1958; I-III, Bakü 1968-1972).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi