KUŞATMA

-“Tarih 1993’ u gösteriyordu.

….Uğur Mumcu; Derin Devlet, PKK ve bunların İsrail ile bağlantılarını araştırıyordu. Araştırmaları sonucunda çok önemli bilgilere ulaştı. Mumcu, hemen Çankaya köşkünü aradı. Cumhurbaşkanı Özal ile bir randevu talep etmiş, yaptığı araştırmalardan bahsedip çok önemli delillere ulaştığını bildirmişti. Özal duyduklarına inanamadı, hiç düşünmeden Mumcunun sözünü kesti, “Eş­ref Bitlis Paşa ile görüşün ve birlikte yanıma gelin” dedi.
Uğur Mumcu, telefonu kapattı ve hemen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’i aradı. Paşa, konunun önemli olduğunu anlamıştı, fakat Ankara dışındaydı. Döner dönmez görüşmeyi gerçekleştireceklerini söyledi.
Uğur Mumcu konuyu Paşaya anlatırken, Turgut Özal da konuyu danışmanı Adnan Kahveci ile paylaştı. Uğur Mumcunun Özal ile yaptığı telefon görüşmesinden sonraki 4 ay içinde 4 isimde hayatını kaybetti….”[1]

-“Fethullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının yayınladığı “Küresel Barışa Doğru” isimli kitabında şöyle diyor: “Yahudileri ve Hristiyanları azarlayan ayetler, ya
Hz. Muhammed döneminde yaşayan ya da kendi Peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudiler ve Hristiyanlar hakkındadır. Hz. Rasulullah zamanında ve zamanımıza
kadar gelen süreçte yaşananlar ve zamanımızda bulunan Yahudiler ve Hristiyanlar bu azarlamanın dışındadırlar.”168 Tam da Vatikan’ın istediği tarzda konuşmalar.”[2]

-“Papa 2. John Paul 24 Aralık 1999’da tüm kiliselerin işbirliği hedefini açıklamıştı: “Birinci bin yılda Avrupa, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım.”[3]

-“Ça­ğımız misyonerlerinin asıl amacı Hristiyanlaştırmak değil, hakiki Müslümanlıktan uzaklaştırmaktır.

Lois Massignon adlı bir misyoner şu itiraflarda bulunuyordu:
“Müslümanların her şeyini bozduk yok ettik. Dinleri, inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu.

Onların millî manevî değerlerini Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslâmiyeti öğrenmeyi, namaz kılmayı, Kuran öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. On dört asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra biz misyonerlerin işi daha kolaylaştı.
Maaş bağlayarak vize vaadi, yurt dışında iş imkânı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hristiyan yapınız!

….AB’ye girişe kadar 5 milyon ve 2020 yılına kadar 10 milyon Türk'ü Hristiyanlaştırmak Hristiyan dünyasının başta gelen hedefidir. Bu iş şu merhaleler sonucunda olacaktır:
1) Millî manevi değerlerden ve kültürden koparmak.                                                           2) Halkı çeşitli yollarla fakir hale getirmek.
3) Misyoner faaliyetleri ile Hristiyan yapmak.
4) Askeri işgal.
Cemil Meriç’in yıllar önce ifade ettiği gibi: “Misyonerlerin amacı Hristiyanlaştırmaktan çok, İslâmiyetten koparmak, Müslümanlığımızı anlamsızlaştırıp direnme gücünü yok etmektir. İnancını koruyamayan vatanını asla koruyamaz.”[4]

-“Kadir Mısıroğlu televizyonda yapmış olduğu bir konuşmasında şöyle diyor: “Amerikalılar, Said Nursi’nin vefatından sonra Bediüzzamanın talebesi Mustafa Sungura giderek, bizle çalış seni Risale-i Nur cemaatinin başına getirelim teklifine karşı Mustafa Sungurdan hayır cevabını alırlar. Bunun üzerine bana geldiler. Benden de
hayır cevabını almaları üzerine Fethullah Gülene gittiler. Ondan sonra kimseye gitmediler.” der.

…..1950’lerden sonra dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalar arası imparatorluğunu sürdürebilmek için her kıtada kendine bağlı tarikatlar ve cemaatler örgütledi. CIA tarafından yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon Tarikatıdır. ABD, Kore’de bu Hristiyan tarikatının kurulup büyümesinde rol oynadı. Bu tarikat
Güney Kore nüfusunun %40’ını Hristiyan yapmayı ba­şardı. Amerika’ya uyumlu kafalar oluşturdu.

Moon Tarikatı ABD için kullanılacak en iyi silahtı. Moon Tarikatına CIA tam destek
verdi. Büyüttü geliştirdi. Moon Tarikatı, Hristiyanlık için de büyük hizmetlerde bulundu. Moon Tarikatı sayesinde Korede 10 aileden en az 3’ü Budistlikten vazgeçerek Hristiyanlığı kabul etti. ABD’nin desteği ile tarikatın ticaret ve diğer faaliyetleri de büyüdü. Sun Myung Moon, ABD ile faaliyet yürüttüğü anlaşılınca soluğu ABD’de aldı. CIA tarafından Amerika’ya kaçırıldı. ABD’de daha rahat olarak faaliyetlerine devam etti. Çok daha hızlı yayıldı. Çok ülkeye yayılıp dev faaliyetler yaptı. Kardeşlik Kilisesi ve Birleşik Kilise adında vakıflar kurup dev sempozyumlar düzenleyip Hristiyanlığı yaydılar. Bu sempozyumlara Türkiye’den de çok tanıdık kişiler davet edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan davet edildiği halde gitmedi. Deniz Baykal davet edildi ve dinleyici olarak gitti. Deniz Baykal’ın Moon Tarikatı ile ilişkisini Kasım Gülek sağlamıştı. Kasım Gülek, Moon’un Türkiye’deki üyesiydi. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr.
Sabahattin Zaim, Prof. Dr. Salih Tuğ, Fehmi Koru ve Yaşar Nuri Öztürk de bu toplantılara katıldı. Yaşar Nuri Öztürk, Moon’un vakıf ve sitelerine bilgi yardımında bulundu.”[5]

-“Fethullah Gülen tarafından yurtdışında özellikle de Türkî Cumhuriyetlerde açılan okullarda diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları İngilizce öğretmeni diye barındırılıyor. Bu durum bizzat Türkiye'de üst düzey yapılan bir toplantıda Fethullahçı okulların yöneticisi tarafından itiraf edildi. Özbekistan'da 18 okulun sahibi olarak gözüken Silm AŞ'nin sahibi Mehmet Mesut Ata bu toplantıda şöyle itiraf ediyor: “ABD, dostluk köprü­sü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır.” Ama ABD, CIA ajanlarını kamufle etme ihtiyacı bile duymamış, hepsinin cebine diplomatik pasaport koymuş.”[6]

-“Bir dönemin Dışişleri Bakanlığını yaparak İngiltere’nin siyasetine yön veren Lord Curzon 1909’da Lordlar Kamarasında yaptığı konuşmasında: “Doğu insanlarının yalnız dinlerine değil, törelerine, hissiyatına, geleneklerine, tarihine de aşina olmamız, doğu ruhu diyebileceğimiz şeyi anlama maharetimiz, kazanmış olduğumuz mevkiyi gelecekte de koruyabilmemizi sağlayacak tek dayanaktır.”[7]

-“CIA Orta Amerika eski şefi David Mac Michael, “IŞİD’i CIA kurdu.” diyordu ve ekliyordu “Dünyaya açıklamadığımız di­ğer önemli bir konu da domuz gribi meselesidir. Domuz gribini bundan yıllar önce CIA, biyolojik bir savaş silahı aracı olarak üretti ve geliştirdi.” Evet, bazen bir hastalık üretip, bazen kiralık bir örgüt oluşturup dünyaya ve bölgelere bu hastalık ve örgütlerle savaş açıyorlardı.”[8]

-“Gizli bilgilerini sızdırdığı için kaçarak Rusya’ya sığı­nan CIA ve NSA eski çalışanı Edward Snowden, “Irak’ta kaosa neden olan IŞİD’in arkasında ABD, İngiltere ve
İsrail istihbarat teşkilatları vardır. IŞİD bölgede İsrail’in güvenliğini tesis ediyor.” dedi.”[9]

-“İsrail Parlamentosu Knesset’te, Niİ’den Fırat’a kadar uzanan bir harita halen asılı durmaktadır. İsrail bayrağında yer alan iki mavi çizgi de Nil ve Fırat’ı simgelemektedir.
Ama bir sorun var: Büyük İsrail Devletinin sınırları, Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi ve Nevşehir Kapadokya'ya kadar uzanıyor. Bunu bizzat Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl söylüyor. Peki, bunu nasıl yapacaklardı? El Cevap: 15 Temmuz Darbesi.”
[10]

- Türkiyede menfi cereyanların çıkması konusunda Hikmet Çetinkaya’nın şu tesbiti yerindedir;” Türkiye’de devletin hâkim sistemi iki şeyi aradı durdu. Mümkünse İslâm ’ı değiştirmek, ona gücü yetmezse müslümanların din anlayışını değiştirmek. Kemalizm’in
en önemli özelliklerinden biri, dinde reformu amaçlaması idi.”[11]

****************   

-“Haşmet Atahan(68’liler Vakfı Başkanı)- 12 Mart’ın bugün yarattığı CIA tarafından Türkiye’de yapıldığı açıklamalarla ortaya çıkıyor.
Biz hemen kısa bir açıklama yapalım. İhsan Sabri Çağlayangil, ki o zamanın Dışişleri Bakanı’dır, yapmış olduğu bir İsmail Cem’le söyleşide şunu söylüyor:
“CIA benim altımı oyar. Elinde imkan var adamın. Girmiş en fiziksel bir biçimde. Onun için hiç şaşmam, arasam da bulamam ki, nasıl yaptı bulamam. Bakınız Amerika şuna aldırmaz; bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş.”
Hulki Cevizoğlu- Bunu nerede söylüyor?

Haşmet Atahan- İsmail Cem’le söyleşisinde, kitabında geçiyor bu:
“Faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğunu, kendi politikasına ne dereceye kadar uydu haline getirildiğine bakar.”
....... yine CIA başkanı Helms’in 12 Mart için yaptığı bir itiraf geçiyor. Sayın Tanzer Sülker’in kitabında alıntı olarak geçiyor. Aynen şöyle diyor:
“Evet 12 Mart’ı hazırlama oluşumları biz, ajanlarımız aracılığı ile düzenledik.”
Yani ajanları ile düzenlemiş olduğunu CIA Başkanı ifade ediyor.”[12]

**************  

Abd kendisini hep dünyanın üzerinde ilahi güç ve kudretin eli olarak görmektedir.

-“ABD'nin kurucusu Georges Washington, Başkan olarak yaptığı ilk konuşmasında, Amerikan siyasetinin günümüze kadar devam edip gelecek olan ana prensibinin en mükemmel formülünü vermişti: "İnsanların işlerine yön veren o görünmez ele hiçbir halk, Amerika Birleşik Devletleri halkından daha fazla şükretmek ve ibadet etmekle
yükümlü değildir. Millî bağımsızlık yolunda Amerika Birleşik Devletleri'ne attırılan her adım, ilâhî müdahalenin damgasını taşıyor görünmektedir.

…Washington, bu "görünmez el"de ferdî menfaatler ile genel menfaat arasındaki
ahengin temel kanunuyla beraber Allah'ın lütufkâr bir müdahalesini de görmektedir.

Halefi John Adams 1765'te şunları yazıyordu: "Ben Amerika'nın kuruluşunu,
insanlığın hâlâ köleliğe mahkûm durumda bulunan kısmını hürriyete kavuşturmak ve
aydınlatmak üzere tasarlanmış, bir ilâhî inayetin eseri olarak göre gelmişimdir." 19. yüzyılda ise Herman Melvil şöyle diyordu: "Biz Amerikalılar, özel bir halkız, seçkin bir halkız, zamanımızın İsrailoğullarıyız; hürriyetlerin (kutsal) sandığını bizler taşıyoruz." (America as a civilization / Bir Medeniyet Olarak Amerika, s. 893)

Bu durum artık "seçilmiş halk"ın yeni siyasetinin değişmez genel eğilimi olacaktır: Allah ve dolar iktidarın iki memesidir. Başkan Nixon da, tıpkı iki asır önceki gibi, şöyle diyecektir: "Allah, Amerika'yla birliktedir. Allah, Amerika'nın dünyayı yönetmesini istiyor."[13]

-“Amerikancılığın yörüngesini çizmek demek, tıpkı Dante'nin Cehennem'inin iç içe
"halkaları" şeklinde sıralanışı gibi, bu sisteme bağlılığın gitgide genişleyen bölgelerini çizip tespit etmek demektir.”[14]

Abd tarih boyunca hep kan ve kaostan beslenmiştir.

Her yıl dünyada en çok silah satan ülke Abd-dir.

-“(1914'ten 1945'e kadar süren) o "30 yıl savaşı"nın ardından Avrupa'nın bağımlı hâle gelmesiyle gerçekleşti. Avrupa'yı bitip tükenmiş bir şekilde ABD'ye teslim eden Avrupa içi hakiki bir "iç savaş'lı bu.
Bu iki savaş sayesinde Amerikalılar, 1945'te, dünya zenginliğinin yarısını ellerine geçirdiler. (George Kennan, Policy Planning Studies /, 23 Şubat 1948).

….1914-1918 savaşı, Avrupa üzerinde dalga dalga kan ve Amerika'ya dalga dalga altın akıtarak bu iyimser tahmini haklı çıkarır. Ve Amerika zafer için yardıma ancak 1917'de, yani Alman ordusuna galip gelme şansını tamamen kaybettirmiş olan Verdun ve Somme savaşlarından sonra gelir (nitekim İkinci Dünya Savaşı -1939-1945- için müdahale yapacağı zaman da 1944 yılını, yani yine Nazı ordularına her türlü zafer ümidini kaybettiren Stalingrad savaşından çok sonrasını bekleyecektir).”[15]

Abd politikasını hep kendi menfaati üzerine bina etti.

-“1947'den itibaren CIA, savaş sonrasındaki Avrupa'da durumun gösterdiği, şu
çifte ekonomik ve siyasî tehlikeyi haber veriyordu:
"Amerika'nın güvenliği için en büyük tehlike, Batı Avrupa'da ekonominin çökmesi
ihtimalidir. Bunun neticesinde de komünist unsurların iktidara gelmesidir."
Bu çifte tehlikeye çare bulmak için ABD yöneticileri, Avrupa'nın yeniden inşasına matuf dedikleri bir "Marshall Plânı" ortaya attılar.
Fakat bu yardımın siyasî şartları katıydı: Her şeyden önce de Batı hükümetlerinden komünistlerin bertaraf edilmesi şartı vardı.

Bu dış müdahale derhal kendini gösterir:
- 4 Mayıs 1947'de Fransız komünist bakanlar hükümetten atılır;
- 13 Mayıs 1947'de İtalyan komünist bakanlar hükümetten atılır;
- Aynı ay Belçika'da komünist bakanlar hükümetten atılır.
Bu atılmaların hemen ardından 5 Haziran 1947'de "Marshall teklifi" resmen ilân
edilir.”[16].

-“8 Mart 1992'de New-York Times, Pentagone kaynaklı- bir belge yayınlıyordu. Bu
raporda şunları okuyabiliyorduk: "Savunma Bakanlığı, soğuk savaş sonrası dönemde
Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasî ve askerî misyonunun Batı Avrupa'da, Asya'da veya Bağımsız Toplumlar arasında hiçbir rakip süper gücün çıkmasına meydan vermemeyi garanti altına almak olacağını beyan etmektedir.”[17]

Abd işğal ettiği yerlere demokrasi kılıfıyla giderken, kan ve göz yaşı bırakmıştır.

-“Başkan Nixon, emekliye ayrılması dolayısıyla "susma yükümlülüğü"nden kurtulmuş olarak, 7 Ocak 1991'de New York Times'ta, şunları yazıyordu:
"Biz oraya demokrasiyi müdafaa etmek için gitmiyoruz, çünkü Kuveyt demokratik
bir ülke değildir ve o bölgede demokrasi ile idare edilen bir ülke de yok. Biz oraya bir diktatörlüğü yıkmak için gitmiyoruz, aksi takdirde Suriye'ye gitmezdik. Biz oraya milletlerarası meşruiyeti savunmak için de gitmiyoruz. Biz oraya gidiyoruz ve bizim oraya gitmemiz lâzım, zira bizim hayatî menfaatlerimize dokunulmasına müsaade etmeyiz.

Bir diğer uyanık analist, General de Gaulle'ün eski bakanı, Alain Peyrefitte,  Saddam Hüseyin'den kurtulmak isteyen Washington'daki İsrail yanlısı baskı gruplarının rolünü hatırlattıktan sonra, 5 Kasım 1990 tarihli Le Figaro gazetesinde şu hakikati dile getirir:
"En nihayetinde 'ticaret lobisi', savaşın ekonomiye yeni bir hamle imkânı verebileceği kanaatine vardı. Nitekim İkinci Dünya Savaşı ve bu savaştan ötürü Amerika'ya verilen olağanüstü siparişler, Amerika'nın gerçekten de kurtulamadığı 1929 krizine son vermemiş miydi? Kore savaşı da yeni bir sıçrama sağlamamış mıydı?
"[18]

-“Pentagon'un diğer temel tezi olan "sıfır ölümlü" savaş, yani savunmanın erişemeyeceği yükseklikten bombardıman yaparak hiçbir tehlikeye maruz kalmadan
imha etme gücü ise oldukça anlamlıdır Genelkurmay -Vietnam savaşından beri biliyor ki, bir idealin harekete geçirdiği düşmana karşı yapılacak bir kara savaşı, maddî kuvvetlerin oranı saldırganın haydi haydi lehinde olsa bile, ancak felâketle ve bozgunla sonuçlanabilir.”[19]

-“Amerika da esas itibariyle para babalarına bağlı. Amerikalı 20 milyarderden 17'si Yahudi. Onlar Amerikalı mı, Yahudi mi?”[20]

-“Noam Chomsky: Biz Amerikalılar hemen hemen iki yüz yıldır yerli halkları, yani milyonlarca insanı ya kovduk veya imha ettik, Meksika'nın yarısını zaptettik, Karayipler ve Orta Amerika bölgelerini talan ettik, Haiti ve Filipinler'i -100 bin Filipinli'yi öldürerek-istilâ ettik. Sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, dünya üzerindeki bilindiği şekilde egemenliğimizi genişlettik. Bütün bu olup bitenler sırasında, hemen hemen her zaman, öldürenler bizlerdik ve çarpışmalar bizim millî topraklarımızın dışında cereyan ediyordu.”[21]