İskender Pala’nın Âşina Güzeller kitabında geçen bir hikayedir;

Yıllarca çocuğu olmayan bir şark sultanın nihayetinde çocuğu olur. Fakat çocuk şehzadelik çağında iken ne kadar eğitim verilirse verilsin bir türlü hükümet bilgileri ile ilgilenmezmiş. En sonunda sultan ülkenin en ünlü mollasını huzuruna çağırır ve mollaya tehditvari bir şekilde oğluna gereken eğitimi vermesi için iki yıl süre verdiğini söyler aksi halde mollanın başını vuracağını söyler.

Aradan geçen iki yılın ardından sultan eğitimli çocuğunu tüm halkı bir meydana toplamış ve çocuğunu onlara takdim etmiş. Amacı çocuğun iki yıl içinde kat ettiği mesafeyi herkese göstermekmiş. Herkesin hazır bulunduğu böyle bir ortamda şehzade

- Ey halkım bir ok attım kebab oldu!..
- ?!..

Büyük bir sessizliğin ardından molla söze girmiş ve;

- Değerli vatandaşlar! Şehzade veciz konuşmayı sever ben ne demek istediğini açıklayım demiş ve açıklamış; şehzademizle ava çıktığımızda bir ceylan gördük. Şehzade ceylana bir ok attı ve tam da isabet ettirdi. Sonra o ceylanı kebab ettik. Öyle nefis bir eti vardı ki!..

Bu açıklamanın ardında halkta büyük bir heyecan ve sevinç gösterisi şehzadede ise “vay be ben neymişim” duygusu. Sonra şehzade yine bir laf eder.

- Bir ok attım göl oldu!

Ahali bu laftan da bir şey anlamamış ve yine kürsüye hoca çıkmış ve açıklama yapmış:

- Ey ahali! Şehzademiz veciz konuşmaya devam ediyor, dilerseniz ben açıklayayım. Bir gün kırlarda gidiyorduk. Bir de ne görelim. Bir kaya gölün yatağını kapatmış göl kurumak üzere. Hemen şehzademiz bir ok attı ve kayayı tam da ortasından vurup parçaladı ve göl yine suyla doldu.

Bu açıklamanın ardından halk sevinç içinde, sultan gurur içinde. Herkesin yüzünde tebessüm. Bir müddet sonra alkışlar bittikten sonra şehzade yine söze başlamış.

- Bir ok attım aşure oldu?
- ?!..

Halk hiç vakit geçirmeden yine gözlerini hocaya çevirmişler. Hoca bakmış bu söz hiç de içinden çıkılır bir söz değil, bu sözün te’vil edilecek bir hâli yok. Yerinden doğrulmuş va sultanın huzuruna varıp etek öpmüş ve boynunu bükerek:

- Hünkârım, demiş, işte kılıç, işte kelle. Boynumu vurdurunuz, lakin ben de öğrenmek istiyorum, şu şehzade parçasına sorun bakalım nasıl aşure olmuş?!..

***
Biz de Mabel Matiz’in, tasavvufun mistik havasıyla, Şeyh Galip’le, Neşet Ertaş’la ayı potada nasıl olur da eritildiğinin şaşkınlığı içerisindeyiz, hünkârımızın vereceği karar karşısında boynumuz kıldan incedir. Ama sorsun bakalım, aşure nasıl yapılıyormuş?