Mahmut Ensari (Ali dağ) ağaçlandırma projesini yüzlerce işçiyle başlatmıştık. Şehre yakın olduğu için buranın ileride mesire alanı olacağını söylemişti müdür. Düzlüklere badem, taşlık ve kayalıkların arasında bulduğumuz topraklı yerlere kızılçam dikiyorduk. Civar köylerle epey bir mücadeleden sonra ikna ettiğimiz buraların ileri ki yıllarda mesire alanı olabileceğine aklımız kesmese de içinde atış poligonunun da olduğu bu çıplak dağ, tam tepedeki türbe için bir hayli ziyaretçi çektiği için yine de ağaçlandırılırsa iyi olacaktı.

Kurbanlar kesiliyor, lokmalar yapılıyordu türbede. Çıplak haliyle bile vatandaşın uğrak yeriydi Ali Dağ. Yine de eli ayağı düzgün bir mesire alanı olabileceği doğrusu pek inandırıcı gelmiyordu. Ne su vardı ne doğru dürüst bir yolu. Su olmayınca tuvalet ve temizlikte olmayacaktı. Biz yine de şehri kuşaklayan Karadağ’la birlikte ağaçlandırılmasının şehrin estetiği bakımından önemli olduğunu düşünüyor, bulabildiğimiz boşlukları büyük bir heyecanla ve hevesle dikiyorduk. Özel idarenin derme çatma da olsa el attığı, derleyip toparlamaya çalıştığı yerle, çay yatağında, tarlaların sınırlarındaki birkaç meşe dışında yeşillik ve gölgelik bir yer yoktu bu civarda. Çayda yün ve halı-kilimle arabalarını yıkayanlar bu ağaçların altında, hayvan pislikleri içinde oturuyor, dinleniyor, yemeklerini yiyorlardı.

Üç yıl dikim ve bakım yaptık çayda ve Ali dağında. Kuruyan fidanların yerlerine yenilerini diktik, çapalarını yaptık üç yıl boyunca. İki çayın birleşim yerinde traktör kepçelerle küçük küçük kuyucuklar açarak biriken suyla ağaçları suladık. Yangına hassas bir yer olduğundan telsizli bekçilerle korumaya aldık. Sabah erkenden gece geç saatlere kadar sahayı geziyorlardı bekçiler. Gördükleri ufacık bir dumana müdahale ediyor, ateş yakılmasına izin vermiyorlardı. Büyüme riski olan yangınlar için telsizle anons geçiyor, merkezde konuşlanan ilk müdahale ekibi birkaç dakikada yetişiyordu. Olmadı, itfaiyeden yardım isteniyordu. Havaların sıcak ve kuru olması yanında şehre yakın olması sebebiyle ziyaretçi akınına uğraması yüzünden yangın riski en yüksek sahalardı iki saha da.

On iki yıl sonra mühendis olarak çalıştığım, projelerini ve uygulamalarını yaptığım kuruma müdür olarak atandım. Ali Dağında fidanların ağaç, tohumların fidan olduğunu görmek inanılmaz mutluluk vericiydi. Çıplak bir dağ olarak içinde gezdiğimiz, orman olarak hayalini kurduğumuz saha yaban hayvanlarının ve Adıyaman halkının en uğrak yeri olmuştu. Kapalılık oluşmuş, orman sıklık bakım çağına gelmişti. Yer yer boşluklar olsa da saha tamamıyla kapanmıştı. Bekçileri sıkı sıkı tembihliyor, gözlerini bir an olsun sahadan ayırmamalarını istiyordum. Kolay mı, hem projesini hem uygulamasını yapmıştım. Benimle birlikte yüzlerce insanın emeği vardı her karışında. On iki yıl geçmişti aradan. Yangına hassas bir bölgedeydik ve ağaçlar yangına son derece duyarlıydı. Ufacık bir cam parçası yangına sebep olabilirdi.

Bir gün araziden dönüyordum. Sincik’teki sahaları gezmiş, yol üstünde fidanlığa uğramış, sonbaharda dikeceğimiz fidanları kontrol etmiştim. İhtiyacımız olan fidanları Hasancık fidanlığında üretiyorduk. Ali Dağı’ına varınca şoföre sahaya girmesini istedim. Yol boyunca görmedim bekçiyi. Tepeye vardığımızda bekçiyi aradım. Yolda da görmemiştim. Bazen yol boyu elinde telsizle gezerken bulurdum. Bu sefer yoktu. Arabanın sesini duyar gelir diye bir müddet bekledim. Türbeyi ziyaret ettikten sonra çevreye baktım; göremedim. On dakika falan daha bekledikten sonra ayrıldık. Aşağıya inerken iyice yavaşladık ki olur da uzak bir noktadaysa yetişsin bize. Yoktu. Elinde telsizle sahayı terk etme diye sıkı sıkı tembihlediğim bekçinin olmamasına bir hayli sinirlenmiştim. Yangın çıksa saatler sonra duyacaktık. Sahadan ayrılmasını gerektirecek kadar mühim bir işi çıksaydı benden izin alırdı. İzinli de değildi.

Beşpınar mevkiine geldik ki bekçiyi Özel İdare Ormanlığında biriyle iskambil oynarken gördüm.

Aracı görmüş olmalı ki masadan kalktı, koştu, güneydeki tuvaletlerin arkasına saklandı.

Ben araçtan görmüştüm onu. Kabahatini bildiği için ani bir refleksle saklanma ihtiyacı duymuştu.

Aracı durdurdum, saklandığı yere usulca yaklaştım, köşeyi döndüm, dikildim karşısına.

Boynunu büktü, yere baktı. Ne söyleyebilirdi ki! Ortadaydı her şey. Elinde telsizle sahada olması gerekirken iki üç kilometre uzaktan kolluyordu sahayı. Ufak bir yangında yakınında olması durumunda hemen söndürebilecekken burada bu şansı olmayacak, yangın büyüyecekti. Ekip gelene kadar tüm ormanı saracaktı belki yangın.

Tutanağı tuttum, ben, şoför ve o imzaladık, ayrıldım oradan.

Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi oldu.

Disipline verilecek, gerekli cezayı alacaktı. Belki de işten el çektirilecekti.

Yangın çıkmadığı, herhangi bir zarar oluşmadığı için işten el çektirilmesi belki ağır kaçardı, ama mutlaka ağır bir ceza almalı, burnu sürtülmeliydi. Bunun için işten el çektirilmesi hariç hangi ceza verilse itiraz etmeyecek, onaylayacaktım.

Aynı gün akşam, iktidar partisinin il başkanı aradı, affetmemi istedi.

Bekliyordum zaten. Aramaması tuhaf olurdu.

Affedilecek bir suç olmadığını, affedilmesi halinde kötü örnek olacağını, Özel İdare tesislerinde oturup bekçilik yapmaya devam edeceğini söyleyerek ricasını geri almaya ikna ettim.

Disiplin cezası yanında Sincik’e tayin ettim.

...

Yıllar sonra, piknik için gittim Ali Dağına. Hem projesine hem uygulamasına emek verdiğim orman...

Jandarma geldi, “Piknik yasak, çıkın,” dedi.

Yangın sebebiyle yasakların geldiğini biliyordum. Ancak yine de kolay değildi kabullenmesi.