Daha önce Mardin’e bağlı olup, Şırnak il olduktan sonra buraya bağlanan İdil’de mutlu ve güzel bir hayatımız vardı. Babam İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde çalışıyordu. Altı erkek, üç kız, bir ebeveyn ile huzurlu bir yaşam yaşıyorduk.

            Avlulu, dört odalı, sarınıcı bile olan o muhteşem, saray diye bildiğimiz evde, çocukluk dünyamızı süsleyen hayaller ile yuvarlanıp gidiyorduk. Ben çocuktum. Günümün büyük bir bölümünü ikizim olan kardeşim Feyzullah ile geçiriyordum.

            1984 yılından sonra memleketimizde çocukluk aklı ile anlayamayacağımız bazı olaylar olamaya başladı. PKK diye bir oluşum eylemler yapıyor,    polis ve askere saldırıyordu. Biz ise olaylara anlam veremiyorduk.

            Yukarıda da belirttiğim üzere biz erkek olarak altı kardeştik. Her ne kadar evin en küçükleri olarak ikizimle birlikte yaşımız küçükse de abilerim genç delikanlılardı. İnsanların dikkatlerini üzerlerine çekecek bir konumdaydılar.

            Bir gün evimize mektuba benzer bir not atılmış. Evde altı erkeğin olduğunu, bunlardan birinin PKK’ya teslim etmemizi isteyen bir bildiriydi bu. Babama durum iletildi. Babam ani bir kararla İdil’den taşınmamız gerektiğini söyledi.

            Her şey öyle ani gelişiyordu ki. Ertesi gün evimizin önünde bir kamyon duruyordu. Konu komşu eşyalarımız taşımada bize yardımcı oluyorlardı. Eşyalarımızın hepsini kamyona taşıdıktan sonra kamyona atlayıp, istikameti Adapazarı’na doğru verdik.

            Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Adapazarı’na vardık. Babam, Dağdibi diye merkeze yakın bir köyden ev kiralamıştı. Buraya yerleştik. Her şeyi ile İdil’den farklı bir yer, mekan ve insanlar. Her şey o kadar farklıydı ki sanki ayrı bir gezegende yaşıyorum gibi hisse kapılıyordum.

            Babamın tayini peşinden geldi. Onu Adapazarı’nda bir okula görevlendirdiler. Babam iş başı yaptıktan sonra burada tek maaşla geçinemeyeceğimizi anladık. Ne yapalım, ne edelim diye abilerim düşünmeye başladılar.

            Adapazarı’nda pazarlarda meyve sebze satmaya karar verdiler. Büyük abilerim bu iş için kolları sıvadılar. Şehrin değişik pazarlarında yer edinip işe başladılar. Artık evimize de çokça meyve girmeye başlamıştı.

            Biz ikizim ile birlikte onlara yardımcı olamayacak durumdaydık ama yine de eve bir katkımız vardı. Biz ikimiz simit satarak aileye yardımcı oluyorduk. Böylece hayatımızdaki ilk işi yapmış oluyorduk. Tabi bu zor şartlarda eğitim hayatımızı da devam ettirmeye çalışıyorduk. Yaz tatilinde pek bir sorun çıkmıyordu ama okula devam ettiğimiz zamanlarda durum zorlaşıyordu.

            Fakat yeni bir hayat, yeni bir yer ve bu şartlara alışmaya çalışan bizler, İdil’deki mutlu günlerimizi arar oluyorduk. Ancak burada çalışmamızın karşılığını almak gibi ayrı bir sevinci de vardı.

            Tabi bu arada en büyük fedakârlığın babamız tarafından yapıldığının farkındaydık. Çünkü o evlatlarına sahip çıkmak, onlara dokundurmamak için her şeyini geride bırakıp gurbet ellere gelmişti. Bir ayağı da aksıyordu. İşe gidip gelmekte zorluk çekiyordu. Kuruma başvurdu ve malulen emekliye ayrıldı.

            Böylece aradan dört yıl geçmişti. Mersin’de bulunan dayım bizim kendi yanına taşınmaya davet etti. Ailecek düşündük ve Mersin’e taşınmaya karar verdik. Tabi bir eksik olarak yola çıkmıştık. Çünkü en büyük abim Adapazarı’ndan Almanya’ya gitmişti.

            Mersin’de babam bir apartmanın giriş dairesini satın aldı. Tabi İdil’deki evimizi satarak. Böylece kendimize ait bir evimiz oldu. Abim bir pastanede iş bulup çalışmaya başladı. Babamın emeklilik maaşı, abimin kazandığı ile kıt kanaat geçiniyorduk.

            Aradan iki yıl geçmişti. İstanbul’daki akrabalarımız bizlere yanlarına taşınmamız gerektiğini söylediler. Böylece en son taşınacağımız mekâna, yani İstanbul’a taşındık. Burası devasa bir kentti. Biz ikizimiz ile büyümüştük artık. Zeytinburnu’nda bir ev satın aldık. Her birimiz bir işte çalışıyorduk.

            Tabi İstanbul’a da bir eksik gittik. Çünkü ablam evlenip İdil’e yerleşmişti. Büyük ablam da Cizre’de evliydi. Böylece beş erkek, bir kız kardeş olarak yaşama devam ettik. İstanbul’da yapılabilecek en iyi iş tekstil işiydi. Hemen hemen tüm aile fertleri olarak tekstil işinde çalışmaya başladık.

            Uzun süre devam edeceğimiz bir iş koluna girmiştik. Artık kardeşler olarak bu sektörde gelişip büyüyecektik.

Not: Devamı haftaya