Mesuliyet

Abone Ol

Sayın Cumhurbaşkanı, yeni akademik yılın açılışı vesilesiyle yaptığı konuşmada ‘mes’uliyet’ kavramından bahsetti. Birdenbire ürperdim ve dikkat kesildim. Zira ‘mes’uliyet’ kavramı, bizim milliyetimizin kökenleri üzerine ve adam olma sanatı ile ilgili 21. Yüzyıl Türk gençliğine önerdiğimiz 12 Burç’tan bir tanesidir ve ikinci sırada yer almaktadır. Evvelemirde adam olma sanatı derslerinin birincisi: bütün Doğu’ya ait olan ‘tefrik etme hazinesi’dir ki, batılılar genellikle buna analiz, çözümleme diyorlar. Hâlbuki tefrik etmenin ardında analiz etmekten çok daha derûnî bir mukayese, mülahaza, tasnif ve kavrama ile birlikte içselleştirme bulunmaktadır. İkincisi ise ‘terkîp etme kaabiliyeti’dir; ki, sentez bunu tam karşılayamamaktadır. Zira sentezde zıtlıkların çatışması vardır. Tez, antitez ve sentez aşamaları yani… Yoğurt imal ederken, nasıl farklı farklı sütü bir kapta mayalayınca bütün o farklılıklar yekpare bir kimliğe kavuşuyor, yani değişiyorsa, terkîp de öyle en farklı olanları bir potada eritebilme sanatıdır. İşte bu iki ayak üzerine yükselen burçlar yani vasıflar, 12 burcu oluşturur. Şehir bir anlamda bu on iki burçla çevrilmiştir. Savunma ânında 12 kötülüğe karşı şehri savunur, şahsiyeti savunur; taarruz ânında da kötülüğün kalesini yerle yeksan edecek bazuka tesirindeki oklarımızdır. 

Başında samimiyet gelir. Âkif’in hani Safahat’ının başlangıcında yer alan okuyucuya hitabında geçer:

“Bana sor sevgili kari, sana ben söyleyeyim

Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım(şiirlerim)

Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri…”

Samimiyet varsa her şey arkasından gelir. Samimiyet yoksa hepsi boş. Arkadan gelenler hiçbir şey ifade etmezler.

12 burç şunlardır: Samimiyet, mes’uliyet, merhamet, sadakat, fedakârlık, kanaatkârlık, cesaret, bilgelik, adalet, ehliyet, hikmet ve aşk…

Karşısındaki kötülükler de: riyakârlık, sorumsuzluk, kin, hıyanet, bencillik, tamahkârlık, korkaklık, cehalet, haksızlık, iltimas, hadnaşinaslık ve nefret gibi kavramlardır. 

Meselâ kanaatkârlık burcuna sahip bir kişi, ülke veya medeniyeti, tamahkârlık ordusu yenemez. Şeytan ona hiçbir etkide bulunamaz. Çünkü o, Neşet Ertaş’ın “nemize yetmiyor bir karış hasır” türküsünü hazmetmiştir. Bonuslar, hırs, faizler, daha çok kazanma hastalığı, biriktirme, kapitalizm, reklamlar, stokçuluk, kat üstüne kat, yat üstüne yat, sömürü çarkı vs bu türkü karşısında hezimete uğrar. Tabii ki aşk ile, hikmet ile beslenmesi de icap eder. Zaten 12 burç bir bütünün mütemmimleridirler. Kendini Arayan İnsan, işte böyle bir insandır, insan-ı kâmile doğru gider. 

Ancak samimiyet yoksa bütün bu kavramları kullansa da kişi, üzerine oturmayan bir elbise gibi iğreti durur.

Samimiyet mes’uliyet ile çok sıkı arkadaştır hatta kardeştir. Samimiyete örnek Âkif’in şiiri ise, mes’uliyet bahsinde de Nurettin Topçu’dan feyz alırız. 

Ona göre mes’uliyet, sade hareketten sonra bizi karşılayan hukûkî bir hadise değil, hareketten önce de var olan iradedir. Bu anlamda mes’uliyet Topçu’da temel kavram olan hareket felsefesinin de önüne geçmektedir. Blondel’den geliştirdiği hareket felsefesinin onun düşünce dünyasındaki yeri çok geniş olmakla ve ardından gelen kimi bahislerde bu kavram başat rolü oynamaktadır. Fakat onun hareket felsefesine kattığı iradedir ki, işte onun hareketten önce de sonra da ve hareket süreci boyunca da insanı, özellikle ruhunu kuşatan mes’uliyet duygusundan nemalanmaktadır. “O insanın hareket kudretinin ölçüsüdür.” İnsanın fiiliyatının belirleyici karakteri, iradî olarak içindeki Allah’ın isyanını temsil edecek biçimde mes’uliyet duygusunu leit-motive yapmasıdır. Mes’uliyet duygusu altında kalmak demek hareketsizliğe, teslimiyete, konformizme yani uysallığa saptırıyor insanı. Mes’uliyet duygusunu iradi olarak içindeki isyan ahlakıyla terbiye ederek harekete geçirmek ise kendinden başlayarak eşyayı, çevreyi, muhiti, yaşadığı coğrafyayı, milletini, insanlığı harekete geçirme cehdini ortaya çıkarıyor. 

Mes’uliyet işin sonunda karşımıza çıkan bir hukuki yaptırım, bir tehdit, bir geleneksel ceza veya yargılama ya da ahlâk ölçüsü değildir. O içimizden gelmektedir. İçimizdeki isyan ahlakından beslenmektedir. Allah’ın daha baştan ruha bahşettiği ve insanlığın en ayırd edici vasfıdır. 

“Mes’uliyet iradesi, kainat nizamını hedef yaparak medeniyetlerin ve vicdanların bekçisi oluyor ve insan hayatına gerçek değerini veren de bu iradenin sonsuzluğa doğru uzanmasıdır.”

Sayın Erdoğan: “tarih boyunca ecdâdımızın bize sunduğu mes’uliyet var” dedi konuşmasında. Sunduğu yerine emanet bıraktığı, vazifelendirdiği gibi kavramlar kullansa daha yerinde olurdu. Çünkü hadnaşinaslık da ecdâdın yanaşmadığı bir kavramdır.

Elbette Türkiye, Azerbaycan’ın yanındadır. Şüphesiz Mavi Vatan’da haklı bir mücadelemiz var. Libya üzerinde oynanan oyunlardan vareste sayamayız kendimizi. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki bütün unsurlar içimizdedir ve üçgenin bu üç köşesine karşı kendimizi kapattığımızda içimizde sancılar başlayacağı açıktır. 

İşte bu noktada mes’uliyet sınırlarımız genişliyor. Bu süreç kaçınılmaz olarak, büyük düşmanlıkları da kapandığı yerlerden kâh açık açık kâh gizli gizli sahneye davet ediyor. Buna karşı da 12 burca dayanmak, tefrik etme hazinesine ve terkip etme kabiliyetine sahip olmak icap ediyor. 

“Nerede zulüm varsa Türkiye oradadır!” sloganını besleyen kaynaklara, medeniyete, kudrete, liyakata, aşka, fazilete sahip miyiz? Nerede zulüm varsa diyende kendi ülkemizin içini, Doğu Türkistan’ı bunların dışında tutamayız. Tuttuğumuz zaman çifte Standard ortaya çıkar.

Heyecanlandım, evet dikkat kesildim. Mes’uliyet hissi elbette Hakkın içimizdeki tecellisi olan vicdan ile coşar, istikametini bulur. Vicdan da, hak ve adalet duygusundan bağımsız değildir. 

Keşke bu güzel kavramlarla heyecanlanan ve nesillerde karşılığını bulan bir yönetişim ortaya koyabilsek. Ne yazık ki dinleyenlerde o aksülameli göremedim.

Rektörler ve akademisyenleri duvar gibiydiler. Neden acaba?