Bu sorunun doğru cevabı “Milliyetçiliği” ve “İdeolojiyi” nasıl tanımladığımıza ve nasıl algıladığımıza bağlıdır.

Eğer “milliyetçiliği” “Batının” lügat tanımı ile yani “nasyonalist” olarak alır ve “nasyonalitenin” temelinede “kana bağlı soyculuğu, ırkı ve ırkçılığı koyarsanız ve de “ideoloji” tanımını da “sosyalist” diyalektikten, “bilginin”, “yaşamdaki pratiğinin” uygulama biçimi ile sınırlarsanız elbette bizim anladığımız ve savunduğumuz “milliyetçilikle” hiçbir ilgisi kalmaz.
Maalesef bugün Türk Siyasetinde “ideoloji” olarak “milliyetçiliğin” hakim olan algısı, tanımı ve propagandası kasıtlı olarak uzun yıllardır bu yönde yapılmaktadır.

Hal böyle olunca “ÜLKÜCÜLERİN” savunduğu ve hayata geçirmek için mücadele verdiği “milliyetçilik”, “ideolojik” olarak haksız suçlamalara ve siyasi tenkitlere uğramaktadır.

Dolayısı ile bu yanlış algıda ayrıştırıcı ve halkın “millet” olarak birleşmesinde bütünleşmesinde bir engel ve eksiklik olarak görülmekte, ifade edilmektedir.
Halbuki durum “ Ülkücüler” ve “Ülkücülük” açısından asla böyle değildir ve hiçbir zaman da böyle olmamıştır.

Tanımları yerli yerine koyar ve bizim medeniyet kodlarımızdan ifade edersek, “milliyetçilik” ve “ideoloji” tanımlarının aslında bizim penceremizden görünen şekli şöyledir.

“Milliyetçilik” anlayışımız ve kabulümüz asla “kana” bağlı değil: kültüre, dile ve tasada kaderde, tehdit algısında ve gelecekte ortak hedeflere bağlı bir birlikteliğin ifadesidir.
Bu tanımda “din, mezhep, etnisite, sınıf ve siyasi görüş farklılıkları” asla belirleyici değildir.
Bu yönüyle bizim “milliyetçilik” anlayışımız ayrıştırıcı, bölücü değil birleştirici ve bütünleştirici “toplumcu” bir fikri potansiyele sahiptir.

Algının toplumumuzda bu doğru tanımı yönünde olmamasının sebebi, bizim kendimizi anlatamamamızın ve de karşı güçlerin yüz yıla yayılın olağan üstü örgütlü ve güçlü propagandasının sonucudur.

“İdeolojinin” kelime olarak tartışmalı tanımı ile siyasi söyleme yoğun girmesi ise Marksizm tartışmaları ile başlamıştır. “İdeolojik” olarak Sosyalizm ve Faşizm kendini tanımlar ve konumlandırırken “materyalist” bakışla “bilginin”, “pratik” olarak yaşama uygulanmasını esas alır.
Yani bu fikri akımlara göre “ideoloji”, “bilginin” yaşama pratik olarak geçirilmesi ve uygulanmasıdır.

Bu durumda da “ideolojinin” bu tanımını da kendi kültür kodlarımızda yeniden tanımlamamız gerekir.
Burada kilit kelime “bilgidir”.

Kaynakları itibari ile hangi “bilgi”?

Sadece “Pozitivist ve Materyalist” olarak kavramsal olarak üretilmiş ve deneysel olarak tanımlanmış ve kabul edilmiş “bilgi mi”; yoksa aynı zamanda bu tecrübi ve yanlışlanabilir “bilginin” yanında, kaynağı “Tanrı” bildirimi olan ve medeniyetimizin ayrılmaz parçası kabul edilen “imani”, yanlışlanamaz, test edilemez olduğu gibi kabul edilen bilgilerimiz de buna dahil mi?

Elbette dahil.
O zaman bizim “ideoloji” tanımımızda sadece pozitivist ve materyalist “bilgİlerin” değil, “inanç temelli” “bilgilerinde yer aldığı bir pratiği hayata uygulama tanımı olarak kabul etmemiz ve ifade etmemiz gerekir.

Tanımlar ve kavramları algılarımızı yöneterek bozmak, içini boşaltmak ve işlevselliğini kaybettirmek, siyasi ve fikri olarak karşı olduğumuz çevrelerin sık ve sürekli propaganda olarak yaptığı ve çoğu zaman da başarılı oldukları yadsınamaz bir gerçektir.

İşte bu yanlış algıların sebebi ile sahada, siyasi olarak halkımızın oyuna talip olduğumuzda karşılaştığımız, “milliyetçilik-ırkçılık” algısı ve bu anlamı ile bazı mezhep ve etnisite öncelikli kabulleri olan vatandaşlarımıza ulaşamamanın sebebi olarak yapmamız gereken “milliyetçilik ideolojisini” sorgulayıp örtmemiz değil, tam aksine bize ait kavram ve tanımlarla içselleştirip, bıkmadan usanmadan halkımıza doğrusunu anlatmamızla mümkündür.

Hiç sosyalistler, liberaller ve siyasi islamcılar kendi ideolojik temelleri olan “sınıf, birey ve din” kabullerini tartışmaya açıp halkımıza bunları anlatamıyoruz diye bir üstünü örtme ve vazgeçme sorunu yaşıyorlar mı ?
Yada gündemlerine böyle “ideolojik temelleri” ile ilgili bir tartışmayı alıyorlar mı?

Biz niye “millet” temelli “milliyetçilik ideolojimizi” geri çekip, örtüp tartışmaya açalım.?
Oy ve iktidar olmak için mi?
Eğer tanımlarımızda ve kavramlarımızda bir yanlışlık yoksa ve doğru ise niçin “takiye ve makyavelist” pratiğe ihtiyaç duyalım?

“Milliyetçiliği” genel, “Batılı” tanım ve kavramı ile “ideoloji” olarak tartışmaya ve redde evet !.
Cemil Meriç’in dediği gibi bu anlamı ile “milliyetçilikte, sosyalizm, faşizim ve diğer izimler gibi zihinlerimize giydirilmiş “deli gömlekleri” olur.

Bu sebeple “Türk Milliyetçiliğini” ideoloji olarak tartışırken daha dikkatli olmalıyız diye düşünüyorum.

Türk Milliyetçiliği, medeniyet çözümlemesi olan bir ideolojidir.

Ve “ÜLKÜCÜLÜKTE” bu ideolojinin pratiği, ete kemiğe bürünmüş halidir.

Niye iktidar olamıyoruz, niçin bir araya gelemiyoruz ve niçin parçalanmış haldeyiz sorularının cevaplarını “fikri ve ideolojik” referanslarımızda değil daha farklı başlılar altında tartışmalıyız.

Mesela “devlet” algımızla ve kabullerimizle başlayabiliriz.
En çok golü yediğimiz ve çelmelendiğimiz ve de yaşadığımız gerçek pratiklerimizden…

Hakkı Şafak Ses