‘Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır, çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda “Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.” yanıtını alır. Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler. Sonunda kimse kazanamaz. Bu durum, Yengeç Sepeti Sendromunun çıkış noktasıdır.

Filipinliler arasında popüler olan kavram, ilk olarak aktivist yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılıyor. “Ben sahip değilsem, sen de olamazsın.”, “Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.” anlayışını ifade eder. Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak başarmanın yolunun başkalarını geride tutmak olduğunu düşünürler. Kendileri ulaşamıyorsa, sizin de hayalleriniz, hedefleriniz uzak olmalıdır. İstekleri budur. Rekabetçi duygularla, hasetlik ve kıskançlıkla çabalarınızı sabote etmeye çalışırlar.’ (1)

Bizim de toplumsal olarak gördüğümüz eksiklikler biraz da bu yengeç sepeti sendromunda olduğu gibi, layık görebilme ile alakalı diye düşünüyorum. İçinde yaşadığımız kentlerin altyapıya, spor tesislerine, kaldırımlara, yüksek standartlı yollara ihtiyacı olduğunu sürekli dile getiriyorum. Tabi ki bunlar kaçınılmaz ihtiyaçlar. Ancak bu gibi hizmetlerin getirilmesi de ahlaki bir erdemden geçer, getirilip hizmeti yapan kişilerinde ahlaklı çalışmasından geçer.

Ali Ural’ın bu konu ile ilgili yerinde bir sözü vardır. ‘’ Bir kilimi üzerinde sevgiliniz gezecekmiş, bir kaşkolu çocuğunuz boynuna dolayacakmış gibi dokur, bir binayı içinde anneniz oturacakmış gibi yaparsanız, ne o kilim eskir, ne o kaşkol solar, ne o bina yıkılır.”

Yani her şeyin başında toplumsal bir ahlaka ihtiyacımız var.

Yüksek standartlı caddelere, yollara, tesislere sahip olmak için, bu standartları hayal edecek ve isteyecek iradeye kültüre sahip olmak gerekiyor. Maalesef son 150 yılda eriyen kültürel değerlerimiz beraberinde entelektüellerimizin azalmasına sebep olmuştur.

Birkaç dil bilen, doğu batı klasiklerini okumuş, ilim-bilim ve edebiyatla ilgili donanımlı, yani ‘’entelektüel’’ kelimesinin hakkını veren insan sayımız neredeyse bir elin parmağını geçmiyor.

Kentlerin; cadde sokak temizliğinden önce kalp ve beyin temizliğine ihtiyacı var. Haset, dedikodu, çekememezlik, çelme takmak olarak adlandırılacak akrep alışkanlıklarından bireysel olarak sıyrılmak zorundayız. Birbirimizi kalkındırarak, birbirimizi destekleyerek, toplumsal bir şahlanış gerçekleştirmenin lezzetine varmalıyız.

Bu kentte başarılı gençlerin elinden tutmalıyız, maddiyatımız elverişli ise okutmalıyız, burs vermeliyiz, aktivitelerine sponsor olmalıyız. Yöneticiysek elinden tutup yükselmesi için çaba sarf etmeliyiz. Nitekim modern binaların olmuş, köprülerin alt-üst geçitlerin olmuş fakat kaliteli insan yetiştirememişsen bunun ne önemi var?

Dubleks evlerde insan yetiştirmeyi ve yaşatmayı başarmamız lazım. Modern mekânlarda akreplerin yaşamasının ne anlamı var?

Çocuklarımıza daha yaşanabilir kentler bırakalım istiyoruz, bu şehirden Lucianolar, İbrahim Tatlısesler, Abdulkadir Konukoğluları, Aziz Sancarlar Muhiddin Arabiler, Nabiler, Sabit Bin Kurra, Abdulaziz el-Harranî gibi değerli, mesleğinde ve alanında alkışlanacak, başarılı çalışmalara imza atmış değerli kişilikler çıkmıştır. Sayılarının artması ve beraber yükselebilmemiz temennisiyle..

1-Akrep sendromu