Tüm güncel dedikoduları ve avantür muhabbetleri bir kenara koyarsak;
Bu aralar ölümün yalın ve çıplak gerçekliğiyle yüzleştik..
Gerçek şu ki; Virüs, bir yakınımızın cenaze namazında ancak hatırlayabildiğimiz "Ölüm" hakikatini yüzümüzün ortasına atılan bir tokat gibi suratımıza aşketti!
Göremediğimiz ve ne zaman, nerede ve kimden bulaşacağını bilmediğimiz bir mikrobun korkusu yüreğimizi titretti. Ölüm bir virüs kadar, virüs ise bir kapı kolu kadar yakın!.. Bir asansör düğmesi ya da bir bankamatik tuşunda. Marketten aldığımız herhangi bir sebze veya tuttuğumuz poşette ve hatta cebimizdeki para da virüs!...
İşte bu belirsizlik, bilinmezlik ve öngörülmezlik hiçbir sınıf ve statü ayrımı yapmadan herkesin kabusu oluverdi. Öyle bir hâl ki, sahip olduğumuz hiçbir nimetin gerçekte bizim olmadığını zihnimize çivi gibi çaktı. Eğer bu derde bir çare bulunamazsa ne kapımızda bekleyen lüks arabalarımız ve ne de uğruna ne emekler vererek kazandığımız bankada yatan paralarımız hiçbir işe yaramayacak. Hepsi çöp!
Tabiri caizse korkudan "Üçbuçuk atıyoruz!"
Niye: E öldürüyormuş!
Garip olan şey, İnsanlar varolduğundan beri bir sürü sebepten ölüyor. Ne varki, sanki sadece koronavirüs öldürüyormuşcasına korkuyoruz.
Meğer ne çok unutmuşuz ölümü ve ne çok sevmişiz yaşamayı..
İşte asıl sorun burada!
Hiç bitmeyecek sandığımız dünya hayatına olması gerekenden çok daha fazla anlam yüklemek!
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak..
Ve günün birinde her tarafımızı saran ölüm korkusuyla uyanmak!..
"Noluyoruz lan?" Çıkışlarımız yerini soğuk bir bekleyişe bıraktı.
Gelen şey "Kader" şüphesiz. İtiraz etmenin faydası olmadığını anladık. Anlayınca, "Anladık ki" gelmişti gelecek olan ve olacaktı olacak olan...
"Her şerde bir hayır vardır" düsturu mutlaka yolunu çizecek ve bizi vaat ettiği hayra ulaştıracaktır.

Tüm bu olanların üstüne yapmamız gereken en doğru şeyin tevekkül etmek olduğunu düşünebiliriz. Ama bundan daha iyisi "Tefekkür" etmektir. Üstadın dediği gibi Başımızı iki elimizin arasına alıp sormalıyız "Ben kimim ve bu hâl neyin nesi?"..