Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken en büyük şahikasını ortaya çıkardı: İTTİHATÇILAR... Cepheden cepheye koştular, şehit oldular, darağaçlarında idam edildiler, gazi oldular... "Biz bu vatanı karşılıksız sevdik" sloganları atmadılar ama karşılıksız sevmenin destani örneklerini sergilediler.

İktidar ellerindeydi ama "haramdır" diye hazinenin tek kuruşuna el sürmediler. Haklarında Nemrud Mustafa Divanı İngiliz Devletinin talimatına uyarak tek celsede idam cezası verdi... Mecburen yurt dışına çıktılar... Sürgüne giderken bile hazinenin anahtarı ellerindeydi... "Tüyü bitmedik yetim hakkı olduğu için" yanlarına maaşlarından gayrı bir para almadılar.

İttihatçıları yerden yere vuran İslamcılar onları karalayan yazılar, kitaplar yazdılar... Her şeyi yazdılar ama bir şeyi söyleyemediler: İttihatçılara "hırsız" diyemediler, "korkak" diyemediler...

Diyemediler çünkü Dr. Bahattin Şakir Berlin'de Ermeni kurşunlarına hedef olduğunda cebinden çıkan mektupta oğulları Alp ve Celasun'a şunları yazmıştı:

"Size bırakacak servetim olmadı, şu an cebimde param bile yok ama ömrü vatan mücadelesi ile geçmiş bir babanın tertemiz mazisini bırakıyorum."

O Dr. Bahattin Şakir ki Teşkilatı Mahsusa'nın en güçlü adamıydı. 1915 Ermeni sürgününün teorisyeni ve uygulayıcısı idi... Sürgün ettiği Ermenilerin servetine el koysa çocukları İstanbul'un en zengini olurdu. Servetini altına çevirip gemiye yüklese gemileri batırırdı ama o "hırsız" sıfatı ile anılmak istemedi.

O yüzden ne zaman yolum Berlin'e düşse Dr. Bahattin Şakir ve Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'in kabrinde Fatihamı okurum.

Enver, Talat ve Cemal Paşalar ve onların silah arkadaşlarına ve bütün İttihatçılara rahmet olsun.