Bu cümlenin gizlediği koca bir yalan var. Evet siyasi partileri, Siyasi Partiler kanununa göre, bir araya gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından bir gurup öncü insan kuruyor. Böyle kurulmuş yüzlerce partimiz oldu. Hâli hazırda da 100’ün üzerinde kurulu mevcut partimiz var. Seçime girme hakkı olan da en az 20’nin üzerinde partimiz var sanıyorum. Fakat milletin kurduğu söylenen partilerin sadece 3-5 tanesinin arkasında milletin bir kısmı var, diğerlerine milletten dönüp bakan ve teveccüh gösteren yok.

Doğru cümle bence şöyle olmalı. Partilerin kurulmasına halkın bir kısmı öncü oluyor, fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde 70 yıldır etkin ve belirleyici olan sermaye ve devlet bürokrasisinin tepelerini tutan özel yapılar, bu partilerden bazılarının içine nüfus edip kontrol ve yönetimi garantiye almadan hiçbirinin büyümesine fırsat ve imkân vermiyorlar. Aslında milletin kurduğu söylenen ve iktidar olan böyle ele geçirilmiş vesayet altındaki partileri, yani milletin kurduğu ve arkasında olduğu propagandası yapılan partileri, belli bir iktidar döneminden sonra yıkıyor.

Millet aslında parti kurmuyor, ele geçirilip iktidar olanları kendisini perişan ettikten sonra yıkıyor. Çünkü bu partiler, iktidar olmak ve güçlenmek için, uluslararası vesayet ve güç odaklarına boyunlarını uzatıyor, ellerini teslim ediyorlar ve öncelikli olarak onların siyasi, ekonomik hedeflerinin uygulayıcısı ve koruyucusu oluyorlar. Halk da her zaman ikinci öncelikli ve idare-i maslahat edilen tarafta kalıyor. Bu partileri hemen tanımak kolay. Ara yıkım dönemlerinden sonra hızla kurulur, hızla büyür ve ilk seçimlerde iktidar olurlar. İktidara gelirken de milletin her kesimini kucaklamak iddiası ile geçmiş partilerden siyaset esnafı tanınmış yüzlerin birkaç tanesini de kurucular kuruluna serpiştirirler. Sonra zaten bir önceki iktidarın ya da kendi yaptırdıkları darbelerin yorduğu halkın önüne; sermaye, basın ve yönettikleri vesayet odaklarının yoğun destek ve kampanyası ile bir “kitle partisi şemsiyesi” altında iktidar olup emperyal düzenlerine yerli işbirlikçileri ile devam ederler. DP, AP, ANAP, AK Parti bu partilere en iyi örnektir.

DP İkinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra kurulmuş, ABD-NATO’nun programladığı bir partidir. Kurulmuş ve hemen iktidar olmuştur. AP ve ANAP, ihtilal dönemlerinin hemen ardından buram buram vesayet kokan partiler olarak kurulmuş ve kuruldukları gün iktidar olmuşlardır. AK Parti, ABD ve AB’nin parmağında oynattığı 57. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun aynı güçlerce planlanmış ve uygulanmış travmasından sonra kurulmuş ve hemen iktidar olmuştur. Kısacası, milletin arkasında olduğu ve iktidar ettiği söylenen partilerin arkasında başka güç odaklarının desteği vardır, milletin ise yönlendirilmiş oyları vardır.

Milletin bir kısmının arkasında durduğu muhalefet partileri ise sadece aynı güç odaklarınca büyük sorun çıkarmaması ve zorunlu geçiş dönemlerinde lazım olduklarında koalisyon durumları için elde tutulurlar. CHP’nin yönetiminin el değiştirdiği kongreler ve İYİ Parti’nin tam kurulurken bir hafta içinde üç kez değiştirilen ve 82’den 150’lere çıkan kurucular kurulu sayısının perde arkasını bilenler ne ifade etmeye çalıştığımı daha iyi anlayacaklardır. MHP ise gerçekten Alparslan Türkeş’in, tırnakları ile milletin genç evlatlarını eğitip teşkilatlandırarak kurduğu bir fikir ve ülkü partisidir. İktidara her yaklaştığında budanmış ve fedakârlık istenmiş ve devlet önünde boynu her zaman kıldan ince olmuştur. İktidar olmak üzere nüfus edilerek emperyal güçlerle desteklenen kitle partileri ile ülkenin kurtulacağına inandırılan “vasat akıllı devlet bürokrasisinin” sürekli telkin ve yönlendirilmesi altında kalmıştır. Alparslan Türkeş sonrası onun aziz hatırasına milletimizin gösterdiği ahde vefa ile bir hak teslimi yapılmış ve iktidar fırsatı verilmiş olmasına rağmen aynı “vasat akıl” yönlendirilmesi ile millet nazarında beklenileni verememiştir. Halen daha MHP, siyasi olarak sürekli, “iktidar” olmaktan uzak bir konumda siyaset yapmak tercihinde ısrar etmektedir. Bugün net olarak Türk Milliyetçileri şu gerçeği görmeli ve anlamalıdırlar.

Siyasi Parti kurarak iktidar olmak, yani yürütmenin direksiyonuna geçmek hele ki yeni yönetim sisteminde artık oldukça zordur hatta mümkün de değildir. Çünkü kurulacak yeni partilerin kaderi aynen bugün var olan ve aynı iddia ve ümitlerle kurulmuş olan milliyetçi partilerin kaderinden farklı olmayacaktır. Zaman, emek, heyecan, ümit ve maddî imkanların israf ve heba edilmesinden başka bir sonuca da hizmet etmeyecektir.

Millet olarak güçlü bir öğretilmiş acizlik algısının baskısı altındayız. Mümkün olmayanı, gerçekçi olmak ve akılla davranmak olarak kabul ederken, mümkün olanı da abesle iştigal ve gerçekçi olmamak olarak görmemiz isteniyor. Türk Milliyetçisi bir aday çıkarmak ve seçilmesi için çalışmak gerçekçi ve mümkün değil, fakat buna karşılık kulaklarımıza fısıldanan ise mümkün olan mevcut partilerin peşinden, onlarla güç birliği içinde olarak onların belirleyeceği adayla seçime dahil olmak. Bu taktik gerçekçi ve akıllı olan yol olarak önümüze konuyor.

“Parti olmadan olmaz, partilerle güç birliği yapmadan olmaz!” iddialarının sahipleri dolaylı olarak kime hizmet ettiklerini artık görmelidirler. 29 Ekim’de yüzbinler Anıtkabir’e koştu. Organizesiz ve kendi masraflarını kendileri ödeyerek Anadolu’nun şehirlerinden sel olup aktılar. Önümüzdeki seçimlerde sistemin kendiliğinden önümüze koyduğu bir fırsat, aslında vesayet güçlerini kara kara düşündüren bir açığı var. Onlar, partiler ve ittifaklar üzerinden yönlendirebilecekleri adaylarının karşısına, milletin bağrından çıkacak bir Türk Milliyetçisini halkın özgür iradesi ile Cumhurbaşkanı olarak seçme ihtimalinden korkuyorlar.

Partisiz olmaz, partilerin ittifakı olmadan olmaz iddiasında olan arkadaşalar önce şu soruların cevabını düşünmeli ve bulmalı derim. Türk Milliyetçisi bir adayı çıkarmamız ve seçtirmemiz çok mu zordur, yoksa Türk Milliyetçisi bir adayın çıkması doğru mu değildir? Kimler Türk Milliyetçisi bir adayın çıkmasını istemez? Neden istemez, hangi sebeple istemez? İşte, arkadaşlarımız bu konuyu tartışırken bu kritik noktaları görmelidirler. Türk Milliyetçisi bir adayın çıkmasını, planlarını bozacak gerekçesiyle ve ideolojik olarak istemeyenler ile aynı safa düşmemelidirler. Gerçekçi değil, zor, emeklerimiz boşa gider, seçilebilecek bir ittifakın içinde olalım düşüncesinde iyi niyetle ve siyasetin amacının makyavelist izdüşümünde kazanmak olduğu kabulünde olan arkadaşlar, kendileri ile aynı safta ve aynı iddiayı ileri sürenlerin kimler olduğuna çok dikkatli bakmalıdırlar.

Her ne hikmetse partiler, arasında bölüşmek söz konusu olunca milliyetçilerin oyu on milyonu aşıyor. Fakat bağımsız bir Türk Milliyetçisi adayın olması halinde alacağı oy milyonu bulmaz iddiası laf olarak tedavüle sokuluyor. Yakında herkes sistemin büyük açığının doğurduğu fırsatı görecek. Tabii bu fırsatı değerlendirme gücü en büyük olan Türk Milliyetçileri ve vatanseverler en önce göreceklerdir. Parti kurmak ayrı bir süreç ve zaman gerektiren ve ayrıca da yeni bir bölünmenin tarafı olmaktır. Sistemi, ittifaklar üzerinden programlayanların tam da istediği şeydir. Bölündükçe etkisizleşsinler ve her zaman emperyal güçlerin irade merkezlerine sızdıkları büyük partilerin yanında hayatta kalmak için konumlansınlar. Halbuki yürütmede Türk Milliyetçilerini en hızlı en kısa yoldan etkin kılacak fırsat önümüzde duruyor.

Bir Türk Milliyetçisi adayın, seçimlere muhakkak girmesi gerektiğini, yurdun her köşesinde var olan milyonlarca Milliyetçi, vatansever ve Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinden taviz vermeyen vatandaşlarımızla birlikte sadece bu isteğe bağlı olarak güçlü bir talebi siyasetin gündemine yerleştirmek. Kamuoyu anketlerinde yüzde 32’lere çıkan “kararsızlar”, ki aslında kararsız değil mevcut siyasi parti ve ittifaklara güvenmeyen ve arayışı devam eden seçmen ciddi bir arayış içindedir.

Millet İttifakının adayı henüz belli değil. Bu cephede kim aday olacak sarkacı iş dünyasından bir CEO’nun ismi ile kamuoyunun isteği ile konuşulan Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve İlhan Kesici arasında sallanmaya devam ediyor ve henüz belirsiz. Sürprizlere de hazırlıklı olmak lazım. Cumhur İttifakının adayı eğer seçime girmek kararında olursa Sn. Erdoğan. Çünkü Sn. Bahçeli, adayımız Sn. Erdoğan’dır dedi fakat, Sn. Erdoğan henüz adaylığını ilan etmedi. Bence Cumhur İttifakının adayı da yüzde yüz belli demek siyasetin doğasına aykırı. 24 saatin uzun olduğu söylenen bir sahada, 18 ay sonrasında henüz kendisi ilan etmeden bir adayı, kesin olur kabulü ile plan yapmak bence pek gerçekçi olmaz. HDP’nin aday çıkaracağı da kesin.

Bu durumda önümüzdeki yürütme yani hükümet etme organının seçimi için partilerden ve ittifaklardan bağımsız bir Türk Milliyetçisi adayın olması henüz belirsiz. Bu belirsizliğin seçim sathı mahalline girene kadar devam etmesi ve uzaması Türk Milliyetçilerini boşluğa düşürebilir ve hazırlıksız yakalayabilir. Önümüzde vakit geçirmeden yapmamız gereken tek şey, adayın kim olması tartışmalarına girmeden ve bir aday ismini öne çıkarmadan, tüm Türkiye’de bir Türk Milliyetçisi adayın, seçimlerde muhakkak tercih olarak milletimizin önüne gelmesini sağlayacak ısrarlı isteği kamuoyunda yerleştirmek olmalıdır. Unutmayalım ki bu isteği ısrarlı bir şekilde Türk halkının gündemine sokacak en büyük sivil toplum gücüne Türk Milliyetçileri sahiptir. Tek yapmamız gereken şey istişare zeminlerini oluşturmak ve öz güvenle irademizi ve isteğimizi milletle paylaşarak ortaya koymaktır.