PKK VE HAPİSHANELER

Abone Ol

Son yıllarda azalsa da PKK terörü ile ilgili sayısız çalışma yayınlandı. Bu yayınların çoğu, meselenin demokratikleşme ve yapılan hatalara ilgili boyutunu dile getiriyor. İçlerinden çok azı, terörün ateşleyicisi olan bölücülük cephesine eğiliyor. Bir çoğu tekrardan ibaret. Öyle ki içlerinden birini okuduğunuzda hepsini okumuş gibi oluyorsunuz.

Halbuki, ayrılıkçılık ve terörü tetikleyen bir çok sebep var, bunların tek tek ele alınıp incelenmesi gerekiyor.Bölücülük de, terör de onlarca, yüzlerce nedenin bir araya gelmesinin sonucudur.

Amaçsız terör olmaz. Bir yerde bir terör eylemi varsa onun siyasi bir amacı da vardır.

PKK terörünün hedefi, de birleşik bir Kürt devleti kurmaktır. Bu amaca ulaşmak için yöntem olarak Devrimci Halk Savaşını seçmiştir. Yani örgütü besleyen, ona hayat veren ayrı bir devlet kurma fikridirAmaç ortadan kalkınca araç da ortadan kalkar. Bu bakımdan onunla mücadele edenlerin esas hedefi amaca yönelik olmalıdır. Amaca ulaşmanın imkansızlığı ortaya çıktıkça, terörün anlamsızlığı da ortaya çıkacaktır. Hedefsiz hiç bir örgüt ayakta kalamaz.

PKK terörü tartışılırken en çok konuşulan konulardan biri Diyarbakır cezaevindeki uygulamalar oldu. İşkence kime yapılırsa yapılsın insanlık suçudur. Üstelik işkencenin suçu yok ettiği veya suçluyu ıslah ettiği ispat edilememiştir. Yapılan araştırmalar tam terine işaret etmektedir. Haksızlığa uğradığını düşünen, bunun kini nefreti ile dolmakta daha kolay manipüle edilebilir hale gelmektedir.

Lakin cezaevlerinin çok az konuşulan boyutlarından biri de işkencenin olmadığı, devletin kontrolü kaybettiği cezaevlerinin durumudur.

İşkencenin dağa çıkmayı teşvik ettiğini söyleyenler, kontrolün örgütlere geçtiği cezaevlerinden çıkanların akıbetini veya örgütle ilişkilerini hiç sorgulamamışlardır. Bu konuda örgütle arasına mesafe koyanların yeni yeni yaptıkları yayınlar, bir dönem cezaevlerinin nasıl PKK'nın eğitim kamplarına döndüğünü, tutukluların nasıl robotlaştırıldıklarını gösterir mahiyette. 90'lı yıllarda neredeyse PKK koğuşlarının hepsinin yemekhane ve havalandırmalarının duvarları Öcalan'ın resimleri ve örgüte ait sloganlarla dolu. Günün neredeyse tamamını örgütsel eğitimle geçiren militanlara rüyalarında bile devrimcilik yapmaları telkin ediliyor.

Uzun mahpusluk yıllarını Son Diktatör isimli kitabında anlatan Aytekin Yılmaz, koğuşlarda günde en az 6 eğitim toplantısının yapıldığını,örgütün tutukluların her anına hakim olduğunu, o dönemde örgüt militanlarının kaldığı 23 hapishanenin tamamının Bursa Cezaevinden yönetildiğini, eğitim dökümanlarının oradan gönderildiğini, devletin cezaevlerinin iç işletmesini tamamen örgüte bıraktığını uzun uzun anlatıyor. Sabah 6'da kalkılan koğuşta, sabah sporundan sonra saat 9'da eğitim toplantısı başlıyor; öğleden önce 2, öğleden sonra 2, akşam yemeğinden sonra MED TV'de tartışma programı yoksa bireysel yoğunlaşma(kitap okuma) ardından aynı odada kalanlar arasında hücre toplantısı ve en son bütün bloğun bir araya gelerek esas duruşta yaptığı tekmil toplantısı... Yani günde 6 ayda 180 eğitim toplantısı. Bunlara bir de dar grup toplantıları, aylık toplantılar ve yıllık zindan konferansı da eklenince sayı daha da kabarıyor. Koğuşlarda münferit hareket yasak, sadece örgütün izin verdiği kitaplar okunabiliyor, çay ve sigara bile belli kriterlere bağlanmış, komünde toplanan para her ay disiplinli bir şekilde dağa gönderiliyor, cezaevi içinde kimin hangi koğuşta kalacağına idare değil, örgüt karar veriyor, ailelere yazılan mektuplar bile incelemeye tabi, bunun için bir mektup inceleme komisyonu kurulmuş, yazılan mektuplar önce komisyona veriliyor, onlar izin verirse adresine yollanıyor.Her şeyin bir sorumlusu, kumandanı var, mesela TV kumandasına bir komutan tayin edilmiş, televizyonu o açıp o kapatıyor, ancak onun açtığı ve uygun gördüğü programlar izlenebiliyor.Eğitimin temel amacı askeri kişilik yetiştirmek, bir başka ifadeyle bütün mahkumları Apolaştırmak.

Bu ve benzeri uygulamalara o meşhur Diyarbakır Cezaevinde kalırken biz de tanık olduk. Açık görüşlerde, havalandırmaya alınan görüşmecilere örgüt sorumluları saatlerce nutuk atar, ardından mesela rulo haline getirilmiş gazete kağıdından falaka ve işkence konulu bir piyes oynanır, mahkumların yakınları, gazete rulosu ile ayaklarına vurulan tutuklu -rol gereği- acı içinde bağırdıkça hıçkırıklara boğulur, akşam evlerine hınç ve öfke dolu olarak dönerlerdi.

Aylarca, yıllarca bu eğitimden geçenleri düşünün, robotlaşan, eşya ve olayları değerlendirebilme yeteneğini kaybeden, sadece öldürmeye kurgulanan bir insan hapisten çıkınca ne yapar? Elbette örgüte katılır. Nitekim, o yıllarda cezaevleri örgütün can damarlarından biri olmuştur. Diyarbakır cezaevindeki uygulamalardan çok, kontrolün örgütte olduğu cezaevleri örgütü beslemiştir. Diyarbakır Askeri Cezaevinde ölenler, ezilenler olmuştur, ancak bu kişilere ağıt yakan, onları bayraklaştırarak düşmanlık üretmeye çalışanlar, sadece cezaevlerinde onlarca mensubunu çeşitli bahanelerle katleden örgüte en küçük bir eleştiri getirmemişlerdir, bu manidar bir durum değil mi? O eleştirilerin insani nedenler dışında iki amacı vardı; bir işkence ve ölenler üzerinden mağduriyet ve düşmanlık üretmek, iki: cezaevlerindeki devlet kontrolünü yok ederek veya gevşeterek örgütün içeride iktidarı ve yönetimi eline almasını sağlamak. Bunda da başarılı oldukları söylenebilir. Terör ve bölücülükle mücadelenin hiç ihmale gelmemesi gereken boyutu hapishanedir. Hapishanelere hakim olmayan devlet içeride düşman yetiştirir.