YARGI BAĞIMSIZLIĞI İÇİN KUVVETLER AYRILIĞI ŞART

Devletin topluma bakan yüzü adalettir. Vatandaşın devletle olan bağı daha çok adalet üzerinden gerçekleşir.

Bir devlet ne kadar adil ise vatandaşı ile arasındaki bağlar da o kadar güçlü olur. Osmanlı'nın fethettiği topraklarda kalıcı olmasının da nedeni budur. Ecdadımız sadece coğrafyayı değil, adaletle insanların gönüllerini de fethetmişlerdir.
İslam adalet üzerine kurulmuş gelişmiş bir dindir, İslam insanla insan,insanla toplum,insanla devlet arasında adaletle hareket etmeyi emreder. Adaletin firar ettiği yerde İslam da firar eder.
Adaletin tesisi için hukuka bağlılık şuurunun yanında özellikle yargıda tarafsızlığın sağlanması şarttır. Taraflı  etki altında bir yargı adalete değil, vasilerine hizmet eder. Bunun için Monteskiyö'den beri - yargının tarafsızlığını- sağlamak amacıyla kuvvetler ayrılığı prensibi getirilmiştir. İktidardan iktidara değişen, gelenin kullandığı, politik mücadelelerin bir aracı haline getirdiği bir yargı, adalete hizmet etmeyeceği gibi devletle halkı arasındaki ilişkiyi de zedeler. Bu bakımdan kuvvetler ayrılığı adaleti amaçlayan bir yargı erkinin varlığı için şarttır.
Maalesef yargının bugün böyle bir görüntü verdiğini söylemek mümkün değildir. Toplumdaki yakınmaların büyük çoğunluğunun yargıdan gelmesi de bu gerçeğin ispatıdır.
Bir yargıcın vicdanıyla karar verebilmesinin bazı şartları vardır.

En başta verdiği vereceği kararlardan dolayı yargıç muaheze edilemeyeceğine, herhangi bir yaptırımla karşılaşmayacağına inanması gerekir. Yargı adamlarının azledilmelerinin çok ağır ve zor şartlara bağlanmasının nedeni budur. Sağa sola sürülme, azarlanma korkusu taşıyan bir yargı mensubu görevini yapamaz.
Yargı veya adalet müessesesini sadece mahkemelerden ibaret görmemek gerekir.

Bazen sosyal baskı mekanizmaları da adaletin bir kolu gibi hizmet görürler. Söz gelimi basın bu mekanizmalardan biridir. İdarenin hukuka aykırı, kamuya zarar veren iş ve eylemleri bazen takipçi bir medya yoluyla hizaya çekilebilir. Gazetecilik esasında bir kamu hizmetidir ve görevi toplum menfaatlerine aykırı işlerde bir nevi müeyyidesiz yargılama görevi yapmaktır. Olumsuzlukları haberleştiren bir basın, aslında olan biteni yargılamak üzere maşeri vicdana sunma görevini yerine getirir. Basının bunu yapabilmesi için de mümkün olduğunca özgür olması gerekir. Mümkünün sınırı ülke ve millet menfaatleridir. Basın haber alma ve verme görevini yerine getirirken bu ölçüye dikkat etmek zorundadır.

Basın özgürlüğü milli çıkarlarımız ile sınırlıdır.
Bugün her iki alanda da ciddi yakınmalar var. Bunların bir kısmı abartma hatta mevcut örgüt davaları dolayısıyla çarpıtma da olabilir. Ancak uluslararası endekslerde hem yargı bağımsızlığı,hem basın özgürlüğü konusunda Türkiye her geçen gün geriye gitmektedir.

Demokrasilerde keyfilik olmadığı gibi kimseye sınırsız yetkiler de verilmez. Herkes ve her makam hukukla bağlıdır. Sınırsız yetki demokrasiden vazgeçmektir. En az iki asırdır demokratik anayasaların birinci maddesi yönetenlerin halka değil,halkın yönetenlere egemen olmasıdır. Bu prensipten uzaklaşmak devleti halkın devleti olmaktan çıkararak duruma göre onu kişinin veya dar bir grubun devleti haline getirir.

Toplumda bu yönde bir kanaatin oluşması sadece devletle milleti arasındaki ilişkiyi zedelemekle kalmaz, buna neden olanlara da siyaseten zarar verir.