Sn.Sönmez, üçüncü kitabınız "Self-Determinasyon, Ayrılma Girişimleri ve Kürtler" kitabınız yayınlandı. Önce klasik bir soru sorayım niçin yazıyorsunuz?

-Yazı bazı insanlar için bir ihtiyaç, bazıları için bir görevdir. Bir kadına niçin doğuruyorsunuz demekle bir yazara niçin yazıyorsunuz demek arasında bir fark yoktur. Hamileyseniz er geç doğurursunuz. Yazarın zihnini kurcalayan sorular onu okumaya, araştırmaya iter. Bir noktadan sonra önemli bir bilgi birikimine sahip olursunuz. İçinizde bir şeylerin kımıldadığını farkedersiniz. Bu, hamile kalma anı, bir başka ifadeyle yazarın doğum sancısına tutulduğu andır. Bu sancı sizi bir eser çıkarmaya mecbur eder.  Kitaplar yazarların çocuklarıdır.

-Sizin yazı serüveninizde  böyle  mi başladı?

Ben 80'li yıllardan beri yazıyorum. Ama bir konuya odaklanmam hapis sürecinden sonradır. Ülkemizin karşı karşıya olduğu etnik bölücülük ve terör bir çok insan gibi beni de araştırmaya itti. Ne yapılabilir, ne yapabilirim sorusu çok kapsamlı bir araştırma süreci başlattı. Dünyadaki ayrılıkçı hareketlerin neredeyse tamamını inceledim, Bask'lar, Katalanlar, Kuzey İrlanda, Peru Aydınlık Yol ve Tamil Kaplanları gibi... Önce ayrılıkçı hareketlerin ortak noktaları dikkatimi çekti, sonra kullandıkları yöntemler.  Bir süre sonra ulaştığım farklı sonuçları yazmam gerektiğini düşünmeye başladım. Biriktirdiklerim beni yazmaya adeta icbar etti. Önce "Ana Dille  Eğitim, Milliyetçilik ve AB Hukuku" isimli kitabımı yazdım.

-Bu kitap vardığınız hangi sonuçların ürünüydü?

-Araştırmalarım esnasında bütün ayrılıkçı hareketlerin ana dille eğitim istediklerini, ana dili eğitim sisteminin içine sokmak istediklerini  gördüm. Bu benim dikkatimi çekti. Dil ısrarı üzerinde yoğunlaştım. Dilin, milletin kurucu unsuru, farklı kimlik oluşturmanın en önemli aracı olduğunu farkettim. Eğitim sistemine giren bir dil standartlaşmaya başlar, farklı diyalektler konuşan kitleleri tek bir dil konuşmaya mecbur eder.Daha önce ortak bir diyalekti olmayan kitleleri ortak bir diyalektte buluşturur. Birbirini anlamayanlar birbirini anlamaya başlar. Onun için ortak bir dil yoksa bir millet de yoktur denilmiştir. Herder, Bauer gibi yazarlar bu görüştedir. Ortak bir dil yoksa milli bir payda oluşturamazsınız. Çünkü sizin mesajınızı sizinle aynı diyalekti konuşmayan kitleler anlamayacaktır. Kısacası ayrı bir dil ile eğitim isteyenler aslında ayrı bir ulus istemektedirler. Bir yerde böyle bir talep varsa arka planında mutlaka ulus inşası düşüncesi vardır.

-Ama bu bir insan hakkı değil mi?

-Herkes dilini öğrenebilir, sosyal hayatta istediği gibi kullanabilir bu bir insan hakkıdır. Ancak bunu ulus inşasının aracı yapmak devlet talebine zemin oluşturmanın vasıtası haline getirmek bir insan hakkı değildir. Her etnik gurup devlet kuracak diye bir insan hakkı yoktur.İlla eğitim sistemine girecek diye bir şey de yok. Ayrıca bütün insan hakları belgeleri -insan haklarının- bir ulusun toprak bütünlüğünü, egemenliğini ortadan kaldıracak şekilde kullanamayacağı hükümlerine havidir.Dilin eğitim sistemi içine alınması siyasi bir taleptir ve kesinlikle toplumu dil temelinde farklılaştırmak, birbirini anlayamaz hale getirmekle ilgilidir. Bir toplum birbirini anlayamıyorsa nasıl millet olacaktır?

-İkinci kitabınız bununla ilgili miydi? Zira,  kitabın adı bunu çağrıştırıyor: Kürt Sorunu mu, Devletleşme sorunu mu ? diye soruyorsunuz...

-Yukarıdaki sorunun izini sürerek Türkiye'de Kürt Sorunu diye ifade edilen sorunun aslında bir devlet talebi olduğunu ortaya koydum. Hala bazıları etnik çevrelerin taleplerini ısrarla demokrasi eksikliği ile ilişkilendiriyor. Bu bilinçli bir perdeleme faaliyetidir. Demokrasinin etnik ayrılıkçılığın önünü açmak için kullanılmasıdır. Kürtçülükle, Ermenicilikle demokrasi bilinçli olarak özdeşleştiriliyor. Mesela Ermeni tehcirine soykırım dersek demokrat, demezsek faşist oluyoruz. Bölünmenin zemini olacak taleplere hayır dediğimiz zaman ırkçı, evet dediğimiz zaman demokrat ve özgürlükçü oluyoruz. Hiç bir demokraside yıkma, bölme özgürlüğü yoktur.Bizi demokrasi sopasıyla terbiye etmek istiyorlar. Daha doğrusu demokrasi görüntüsü ile  etnik hareketlerin önünü açmak istiyorlar.

-Demokrat değil miyiz yani, demokrasiden vazgeçmemizi mi söylüyorsunuz?

-Hayır tam aksine demokrasiden vaz geçmememiz gerektiğini söylüyorum. Sadece demokrasinin ayrılık taleplerinin önünü açmak, onlara yol vermek olmadığını söylüyorum. Demokrasi sınırları olmayan bir rejim değildir. Her yönetim biçimi gibi onun da sınırları vardır. Demokrasiyi her şeye cevaz veren bir yöntem olarak takdim edenlerin iyi niyetli olmadığını, demokrasinin marka değerinden yararlanmak, Batı'da taraftar kazanmak, uluslararası toplumun desteğini almak için bunu yaptıklarını söylüyorum. On binlerce insanın ölümüne neden olan Öcalan'da demokrasi diyor, demokratik özerklik diyor, demokratik toplum diyor. Ama bu etiketin arkasında olan gerçek düşünce demokratik bölünmedir. Yani demokrasi adına önümüzü açın, ayrılmakla aramızdaki engelleri kaldırın diyorlar. Zaten onların Kürt sorunu dedikleri şey de emellerine mani olan engellerdir. Ne ki onların devletleşmesini engelliyorsa, o Kürt sorunudur.

-Anladım demokrasi ile taleplerini perdeliyorlar diyorsunuz, peki demokrasi bu meseleyi çözer mi?

-Bunu anlamak için gelişmiş demokrasilerde ayrılıkçı hareketlerin olup olmadığına bakmak lazım. Kanada dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahip. Quebec bölgesi özerk bir bölge. Eğitim ve sosyal alanda kullanılan dil Fransızca, Kendi yerel hükümetleri, meclisleri, bakanları, başbakanları var. Bu onları tatmin etmiş mi, hayır. Quebec iki defa bağımsızlık referandumuna gitti. Sonuncusu kıl payı farkla reddedildi. İspanya gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerden biri orada da Bask ve Katalanların ayrılma talepleri var. İspanya 17 özerk bölgeye ayrılmış durumda. her bölge kendi kendini yönetiyor. Ama bu Bask ve Katalanlara yetti mi, yetmedi. 2017'de Katalanlar bağımsızlık referandumuna gittiler. Merkezi hükümet müdahale etmek zorunda kaldı. Yerel yöneticileri yargıladı ve her birini 3 ila 9 yıl arasında hapis cezasına çarptırdı. Demek ki neymiş, ayrılık taleplerinin demokrat olmakla veya olmamakla alakası yokmuş.

-Peki ne ile alakası var?

Milliyetçilikle... Evet milliyetçilik bir devlet ve millet kurma doktrinidir. Etnik bir gurup milliyetçilik yapıyorsa devlet talep ediyor demektir. Bunu ben söylemiyorum tarihi tecrübeler söylüyor, Smith, Andersen, Hobsbawm, Gelner gibi milliyetçilik kuramcıları söylüyor. Milliyetçiliğin nedene, gerekçeye ihtiyacı yoktur.Onun hedefi devlettir. Hiç bir haklı gerekçesi olmasa bile bunu suni olarak üretir.Tarihi çarpıtır, olayları çarpıtır, farklılıkları ön plana çıkarır, ayrılmak istediği ana devletle hitap ettiği toplum arasında husumet oluşturmaya çalışır, ortak paydaları yok eder.Küçük folklorik farkları hayat memat meselesi haline getirir.Devlet kurmak için önce iki toplumun bir arada yaşayamayacağı kanaatini yerleştirmeye çalışır. Eğer mesele insan hakları veya demokratikleşme olsaydı, Türkiye'de onca düzenlemeden sonra terörün bitmesi, en azından marjinal, etkisiz bir hale gelmesi gerekirdi. Okullarda Kürtçe, Zazaca öğrenme imkanı getirildi, Seçimlerde Kürtçe propaganda serbest bırakıldı, mahkemelerde Türkçe bilenlerin dahi kendi dilleri ile savunma yapmalarının önü açıldı,üniversitelerde  Kürdoloji kürsüleri kuruldu, Kürtçe yayın sınırsız hale getirildi, ne değişti? PKK teşekkür edip silah mı bıraktı? Hayır çünkü amaç bunlar değildi, amaç devlet olmaktı, onun için de terör faaliyetlerini aynı şekilde sürdürmeye devam ediyor.

-İkinci kitabınızı okudum etnik milliyetçilikle etnik ayrılıkçılık arasındaki ilişkiyi gerçekten çok açık net bir şekilde ortaya koymuşsunuz. O kitabı konuyla ilgili herkesin okumasını isterdim. Milliyetçiliğin  farklı varyasyonları olacağını göstermişsiniz. Ayrılıkçı ve bütünleştirici milliyetçilik ayırımınız çok önemli.  Peki bu kitap hangi doğum sancısının ürünü, sizi bu kitabı yazmaya iten ne?

-Etnik Milliyetçiliğin bir devlet talebi olduğunu söyledim. Yanlış anlamalara sebep olmamak için farklı milliyetçilik türleri olduğunu hatırlatmakta fayda var. Devlet kuramamış toplumların milliyetçiliği ayrılıkçıdır. Devletini kurmuş toplulukların milliyetçilikleri bütünleştiricidir. Devlet kurana kadar milliyetçilik ana devletten ayrılmak için ayrılıkçı, bölücü bir misyon ifa eder. Devlet kurduktan sonra farklı toplumları, kültürleri entegre etmek için bütünleştirici olmaya başlar. Devlet kurmadan önceki taleplerini devlet kurduktan sonra öteki etnik guruplara yasaklar. Zamanında kendisi için istediklerini hedefe ulaştıktan sonra başkaları için yasaklar. Etnik milliyetçilik devlet talebini demin ifade ettiğim gibi uluslararası toplum nezdinde değer ifade eden kavramları kullanarak yapar. Onun için demokrasi kavramı bir meşrulaştırma aracı olarak sık sık kullanılır. PKK ayrılıkçılığının siyasi uzantılarının isimlerinde hep demokrasi kavramının bulunması bundandır. Demokratik Bölgeler Partisi(DTP), Halkın Demokrasi Partisi (HDP), Demokratik Toplum Kongresi (DTK) gibi. Bunlar bilinçli seçimler.Dünyaya ayrı devlet değil, demokrasi istiyoruz mesajı verilmek isteniyor. Son kertede onca demokrasi talebimize, barışçı tutumumuza rağmen Türkiye anti demokratik tutumunu sürdürdü, artık kendi kaderimizi tayin hakkımız doğmuştur, kendi kaderimizi belirlemek istiyoruz diyecekler.

-Hendek terörü sırasında S.Demirtaş'ın Birleşmiş Milletlere müracaatı bunun için miydi?

-Buna zemin hazırlamak, malzeme oluşturmak içindi. Şu günlerde yapılan Demirtaş güzellemeleri tam bir gafletin göstergesidir. Kobani olaylarını tetikleyen Demirtaş'ın açıklamaları ve çağrısıydı. 40'ın üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetti. Şimdi bütün bunlar unutularak karşımıza güya gadre uğramış, demokrasi savaşçısı   bir portre çıkarılıyor. Bu ülke, meclisini açmış, gelin ne derdiniz varsa burada anlatın demiş, bunlar ne yapmışlar oturup kalkıp ideoloji yapmışlar. Bir defa olsun bölgenin ekonomisini düzeltecek, vatandaşa iş ve aş imkanı sağlayacak taleplere girmemişler. Hep kışkırtıcılık, ayrılıkçılık yaparak kardeşi kardeşe düşman etmeye çalışmışlar. İçeri düşünce de birden bire demokrasi kahramanı haline getiriliyorlar. Hangi demokrasi teröre, kana, şiddete evet der? Hangi demokrasi suçu, suçluyu korur. Demirtaş, bu ülkede yaptıklarını mesela Amerika'da, İngiltere'de yapmış olsaydı bir daha gün yüzü görebilir miydi?

-Son kitabınız bu fikir sancılarının sonucu muydu?

-Ülkeler sadece silahla korunmaz. Bir ülkenin, bir milletin müdafaası önce kalemle, fikirlerle, kitaplarla yapılır. Düşünce planında savunulamayan bir ülkeyi silahla ilelebet savunamazsınız. Benim yaptığım kendi çapımda bir vatan müdafaasıdır. Self-Determinasyon bir insan hakkıdır. Bugün artık insan hakları ulusal sorun olmaktan çıkıp uluslararası sorun haline gelmiştir.Ağır insan hakları ihlallerinin olduğu ülkelere -insani müdahale -adıyla müdahale edilebilmektedir. Türkiye ikiz yasaları imzalayarak bu hakkı kabul etmiştir. İkiz yasaların ortak 1. maddesi Self determinasyon hakkı ile ilgilidir.Uluslararası hukuk sömürge altında olan halklara, yabancı işgali altında olanlara ve despot, baskıcı, ırkçı yönetimler altında olan halklara dış self determinasyon dediğimiz ayrılma hakkını tanımıştır. Ayrılıkçı çevrelerin iki de bir yapılan operasyonları bahane ederek çıkardıkları gürültü, Türkiye'nin ırkçı, baskıcı, ağır insan hakları ihlalleri yapan bir ülke olduğu imajı yaratma maksadına matuftur. Bunda başarılı olurlarsa uluslararası hukukun tanıdığı ayrılma hakkını kullanmaya, ayrılıkçı taleplerini temellendirmeye çalışacaklardır. Hangi şartlarda ayrılma hakkı vardır, Türkiye'de bu haktan yararlanabilecek gurup veya topluluklar var mıdır sorusu son kitabımın kaleme alınmasının ana nedenidir. Kitapta Türkiye Kürtleri son derece objektif bir şekilde ele alınmıştır. Kıbrıs, Filistin, Katalonya, Kosova ve Çeçenistan'ın durumları da uluslararası hukukum ölçüleri altında incelenmiştir. Kitap uzun ve yorucu bir çalışmanın ürünüdür. Yerli ve yabancı bir çok kaynaktan yararlanılmış olup alanında bir kaç kitaptan biridir. Türkiye etnik bölücülükle karşı karşıya olmasına rağmen  bu konuda ne yazık ki yeterince çalışma yoktur. Amacım yetkililerin bu konuya hazırlıklı olmalarını sağlamak, uluslararası topluma malzeme verecek politikalardan kaçınmak, bir nevi erken uyarı görevi yapmaktır. Kitapta kimlerin ayrılma hakkı olduğu,etnik veya azınlık guruplara bu hakkın tanınıp tanınmadığı, devletlerin nasıl kurulduğu ve tanınmaları, Self determinasyonun güç mücadelelerinin aracı olarak nasıl kullanıldığı, başkalarına bu prensibi dayatanların sıra kendi ülkelerine gelince nasıl çark ettikleri bütün ayrıntıları ile ele alınmıştır..

-Peki sizce Türkiye'de herhangi bir gurubun dış self determinasyon, yani ayrılma hakkı var mı?

-Bu sorunun cevabını kitaba bırakıyorum. Her şeyi anlatırsak kitaba gerek kalmaz. Zaten camia olarak okumayan bir toplumuz. Bu da bizi ayrılıkçı talepler karşısında her gün biraz daha zayıf düşürüyor. Türkiye'de çok ciddi bir entelektüel mücadele var. Bu mücadeleyi kaybeden her şeyi kaybeder. Bir ülke sadece silahla korunmaz. Aslolan önce insanları bir ve beraber olmaya ikna etmektir. Bu da silahla değil, yazarak, anlatarak, güçlü tezler ortaya koyarak olur. Silahla ikna etmez, sadece susturursunuz. Bu alanda giderek insiyatif kaybediyoruz.Ülkenin birliğine bütünlüğüne yönelik eserler bir iki baskı yaparken bölücü yayınlar 10-15 baskı yapıyor. Lafla, gevezelikle vatan müdafaa edilmez, bilgi ile, akılla müdafaa edilir.Çok okumalı, çok anlatmalı ve etnik bölücülüğü iyi teşhir etmeliyiz.Herkes şu soruyu kendine sormalı, 30 yıl önce Kürt kardeşlerimizle ilgili kanaatimiz neydi, bugün ne? İşte aradaki mesafe ve değişim bölücülerin zihin dünyamızdaki başarısının bir sonucudur.İkna etmiyor, ediliyoruz.Bizim gibi bu vatan bölünmesin diye kafa patlatanların sesleri de duyulmuyor.Çünkü ya okumuyoruz, yahut iki koyunu bile güdemeyecek adamların koydukları sınırlar yüzünden yapılan çalışmaları bizden ondan ayırımı ile dikkate almıyoruz. Bu ülkede fikri bir uyanış olmadan bu sorunların içinden başarıyla çıkamayız.

-Peki, okuyucularımız merak ederler, kitabınızı nasıl temin edecekler.

-Bilgiye gerçekten ihtiyacı olan bulur. Ön yargılar,partilerin önümüze koyduğu hazırlop fikirler kendimizi geliştirmemizi engelliyor, olaylara tek pencereden bakıyoruz. Halbuki sosyal olaylar çok yönlü ve çok sebeplidir. Oldukça da girifttirler. Bir iki kitap okuyarak her şeyi çözdüğünü sananlar var. Sosyal olaylar çok nedenli olduğuna göre çok okumak gerekir. Bazen nedenlerinden birini bir yazarda bir başkasını bir başka yazarda bulabilirsiniz. Bazen sadece bir cümlesi için bile bir kitap okumak gerekebilir.Onun için çok yönlü okumak şart. Kitabı Altınordu yayıncılık bastı. Kitapyurdu, İdefiks, Sözcü Kitabevi, D&R, Oda Tv ve diğer kitapçılardan temin edilebilir.

-Bu aydınlatıcı sohbet için teşekkür ediyorum.

-Ben teşekkür ederim.