Elif Çakır, “İstediği Kararı Verebilen Tek Kişilik Hükümet” biçimi olarak yorumluyor bugünkü ülke yönetişimini… Yönetişim denebilir mi buna, bilmiyorum ama üçlü bir sacayağından bahsedilebilir ve her biri de kendi partisi içinde kudretli simalar olduğundan Bizans’taki gibi ‘üç parçalı yönetişim’ vuku buluyor.
Ayasofya bir fetihten sonra o mübarek Fatih’in hutbesiyle Cuma’ya ‘merhaba’ dedi.
Şimdi ‘Başkanlar Triosu’na bir teklifim var.
Nasıl olsa İstanbul’u yeniden fethedemezsiniz. Keşke olabilse… Korona fırsat bilinip çevreye uyumlu, tarihi dokuyu koruyan ve kubbeyi yere koymayan bir şehirleşme hamlesi ortaya koysanız ve Türk kimliği şehre yeniden hâkim olsa… Müteahhitlere, betonlaşma merakıyla kavrulmuş kentsel dönüşümcülere ve maalesef kubbeyi yere koyanları alkışlayan yığınlara karşı isteseniz de elinizden ne gelebilir ki? ‘Zevksizlik ve duygusuzluk abidesi’ şehri Türk’ün ruh köküne âşina bir şehir yapsanız; işte o zaman ön safta üçünüz Cuma kılsa ve /veya biriniz hutbe irad buyursa minberinden ebediyen cami kalacak kutlu mâbedin…
Daha gerçekçi ve önceki bütün hükümetler tarafından yarım yamalak izi sürülmüş başkaca bir fetih projesi daha var: o da AB tam üyeliği… Sokun şu ‘doğu ile batı arasındaki köprü ülke’yi AB’ye, görsün bütün Avrupa, çağdaş bir fetih nelere kadir? Lakin bunda da eteklerinizden çekecek güçlü bir mahalle baskısı var ve mümkünatı handiyse yok.
Üçüncü teklifim daha âcil ve pratiği daha mümkün…
Çin bir dünya devi…
Ekonomisinin boyutları ortada…
Koronavirüs davasından Amerika ile karşı karşıya kaldığı gibi virüsün laboratuar ürünü olup yayıldığı tezleri de mahkemeye taşındı. Bu arada toparlanmaya çalışıyor. Takdire şayan biçimde iki alanda da müthiş bir yönetişim gayreti ortaya koydular…
Çin’le münasebetleri pek ilerde olan ticaret erbâbının, yahut bu ekonomiye hayranlık beslemeye başlayan yatırımcıların hükümete olan baskısından olsa gerek, şimdilerde yönetişim triosunda Çin aleyhine çatlak sesler çıkmıyor. ‘ABD Çin’i karıştırmak istiyor’ söylemleri nedeniyle ‘Doğu Türkistan Dâvâsı’ güdebilecek bir muhalefet potansiyeli de gözükmüyor şimdilik.
Tam da bu sırada diyorum ki:
Lütfen Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli ve Sayın Perinçek; Çin’i birlikte ziyaret edin!
Çin’e gidin, onlarla ‘ipek yolunun yeniden canlanması’nı masaya yatırın; Ortadoğu, Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Doğu Akdeniz, tüm Akdeniz, Libya petrolleri bu arada ve daha ne kadar Pazar alternatifi varsa yeni yüzyıl için o büyük ekonominin kafasına girin…
Sonra Doğu Türkistan’a gidin. Uygurların insanlık dışı muamelelere maruz kaldıkları ‘toplama kampları’nı ziyaret edin.
Çin’e deyin ki: “bu çağda elli milyonu aşkın Müslüman Türk’ü yok edemezsiniz!”
Rica ediyorum, hatta yalvarıyorum, bunu yapın.
Sadece bunu.
“Bu çağda elli milyonun üstünde insanı ortadan kaldıramazsınız!”
Çok mu şey istiyorum sizden?
Tayyip Bey; Müslüman, Müslüman kardeşinin acısıyla yanmaz mı? Nerede bir Müslüman varsa onun tırnağı acısa biz onun mesuliyetini müdrik olan nesiller değil miydik?
Devlet abi, Doğu Türkistan diye bir dâvâmız yok mu? Kaşgarlı Mahmut, Yusuf El Hacip Milliyetçi Ülkücü Hareketin ilk seminer notları arasında değiller miydi? Ya Osman Batur, ya İsa Yusuf Alptekin?...
Doğu Bey, sosyalizm, ‘insanlara hürriyet, milletlere istiklal’ vaat etmedi mi? Mao: “her şeyin birden fazla yüzü vardır” demedi mi? Çin’in gösterdiği yüze niye aldanıyorsunuz? “Bir’in ikiye ayrılabileceğini” bilmiyor musunuz?
Doğu Türkistan’da vahşet şu anda bütün dünyanın en önemli meselesidir.
Dostoyevski: “dünyanın neresinde bir çocuk ağlıyorsa ondan mesûlüm ben” derdi.
ABD’de polis, vahşetle Floyd’un başına 8 dakika 46 saniye bastı ve “nefes alamıyorum” demesine rağmen sırf siyahî olduğu için bir insanı katletti. ABD elçiliğinin önüne siyah çelenk koyduk, kimse yoktu, sizler de yoktunuz. Hatta valiye Zeytindalı Harekâtı için verilen yetki kapsamında elçiliğe yaklaşmamız bile engellendi. Zeytindalı’nda kimlerle savaşmıştık?
Evet, dünyanın neresinde olursa olsun. Filistin’de mesela… Filistin için zâtıalinize şiir yazmadım mı Tayyip Bey? ‘Van minüt’ devrinde yazdıklarımı lütfen buldurun ve okuyun.
17 Mart 1978’de Ümraniye’de güya halk mahkemesinde katledilen halkın çocukları beş inşaat işçisinin cenazelerini ‘ülkücüler’ ve ‘akıncılar’ birlikte kaldıracaktık. Daha sonra bir suikast sonucu öldürülen Sedat Yenigün o gün beni buldu ve “cenazeyi birlikte kaldıralım” dedi. Kimseye danışmadan “tamam” dedim ve ne yazık ki Akıncılar İstanbul Başkanı cesaret edemedi bu birlikteliğe… Sonra da Sedat Bey şehit edildi. O zamanki ulvî ve saf birlik arayışı şimdilerde başka veçhesiyle vuku bulmuş gözüküyor. Süflî ve art niyetli demiyorum ama hem Türk, hem Müslüman ve hem de devletimizle medeniyetimizin doğduğu en önemli topraklarda milyonlar katledilirken ‘beka sorunu’ için yepyeni bir yönetişim örneği gösteren Başkan(lar) olarak şüphesiz Doğu Türkistan için bu birlikteliğinizi taçlandırabilirsiniz.
İşte o zaman Ayasofya’ya birlikte yürümeniz ne güzel olur, birlikte rükûya varmanız, birlikte secde etmeniz…