“Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm”

"SEVGİDEN ÖTE SÜREKLİ ÖLÜM"

-Göğüslerinden güvercin uçurtmayan dünyanın delişmen kızlarına-

(Adamın gözleri yerdeydi… Birileri durmadan bir şeyler söylüyordu. Adam kançanağı gözlerini yerden kaldırdı.)

Merhamet
zalim sultanların yüreğinden
pıçakla kazınmış bir fotoğraf değil ki
sevgilinin kalbine
alıp yerleştirilsin.

***

Sen sus!
O da sussun!
Hepiniz susun!
Hepiniz susun, ben konuşacağım.
Ben konuşacağım pimi çekilmiş doludizgin sevdalarımla.
Kaybettiğim bütün sevdalar aşkına!
Aşklarını otobüs duraklarında yitiren sevgililer aşkına!
En güzel renklerini fabrikalarda kaybeden genç kızlar aşkına, ben konuşacağım…

Siz susun.
Siz aşklarımı getirin bana.
Fakülte koridorlarında yitilen umutlarımı getirin.
Onca acının içinde beni çepeçevre saran yaşama sevincini getirin.
Bütün aynaları eksiksiz istiyorum, bütün çocukları güleç, kızları en delişmen çağında merhamet devşirirken istiyorum.
Getirin bana, getirin!...

Getirin…
Henüz bozguna uğramamış alnımın haritasından kılıçlar yapıp,
avurtlarımdan taşan sözcüklerle beraber, karşılıksız aşkların, ihanetlerin
ve gencecik yaşlı kızların göğüslerine konmak bilmeyen güvercinlerin,
sevgi sözcükleri dağıtan şairlerin,
denizlerde sevgili “Pia’nın özlemiyle yol alan gemicilerin,
çocuklarına merhamet aşılayan annelerin
ve bütün güzel düşlerin, umutların, yarınların
ve bütün renklerin ülkesine bir baskın düzenleyeyim…
Bir baskın…
Ve bütün aşkları öldüreyim…

En delişmen kızları kudursun dünyanın…
Toplansın, birleşsin, ahdetsin…
Manikürlü tırnaklarıyla paramparça etsin göğsünü saçlarından ırmaklar ağan bir şairin.
En güzel sözcükleri çıkarsın yüreğinden, dağıtsın…

“Aşkın katlediliş günü”ne partiler verilsin.
Beş yıldızlı otellerde kokteyller, uluslararası düzeyde festivaller düzenlensin.
Ve Madonna şarkıları eşliğinde en delişmen kızları dünyanın, bütün sözcükleri yüreğinden alınmış bir şair cesedinin üzerinde raksetsin!
Raksetsin ve kudursun...
Kadehlerde sunulan şampanya değil, şairin kanı olsun.

Tebessüm edemiyorum…

Tebessüm edemiyorum, bilet alacak kadar param yok…
İsterseniz tek kişilik özel bir oyun sergileyebilirim sizin için.
Saralı bir genç kız rolü oynar, hepinizi ağlatabilirim.
Cinnet geçiren bir delikanlı rolü oynar hepinizi bunalıma sürükleyebilirim.
Vitrinlerde, cadde boylarında, sokak aralarında, beton duvarlarda, kimselerin ne uğradığı ne uğramayı aklettiği ıssız çay bahçelerinde menekşe sorup duran yurtsuz bir şair rolü oynar, hüzne boğabilirim hepinizi…
Utanç haritası yüzünüzü parçalayabilirim…

Size bir cinnet aşkının anatomisini bütün çıplaklığıyla anlatabilir, hepinizi çıldırtabilirim.
İsterseniz intihar davetiyesi çıkarırım sizin için.
Linç edilmem için gereken ne var ne yok yapabilirim.
Ama gülümseyemem.
Bilet alacak kadar param yok.

Sizler, yani salonda kendilerine yer tahsis edilmiş olan hanfendiler, beyfendiler, pek kıymetliler, siz hepiniz kiralık katillerim olabilirsiniz.
***
Bütün elmalar utancımdan kızarır, bilemezsiniz.
Güneş kendisini görmek istemediğim için batar.
Denizler öfkem için kabarıktır.
Bu atlar alnımın çatısına basmak için koştururlar.
Bu çarmıhlar gerilmem için vardır, bu darağaçları asılmam, bu yağmur kendimi boğmam için…

Bu rüzgârın saçlarıma hıncı var,
bu kadınlar aşkı öldürdüğümden düşmandırlar bana,
bu çocuklar acının tarihini omuzlarına yüklediğimden…

Kendimi kara bir öfkeye biliyorum,
kendimi caddelere, fabrikalara, meydanlara, kendimi kanlı şafaklara biliyorum.
Simsiyah çiçeklerden yapılmış çelenkler bırakacağım ardımdan. Şahidim olun…

Ey ardımdan iki damla gözyaşı dökecekler!
Ey çiçeklerin dilini öğrettiğim köprüler!
Ey saçlarından ırmaklar ağan “dört köşe kalpli yârim!”
Ey tren garlarında sabahlayan çocuklar!
Ve siz umutları gecenin karanlığında hançerlenen yosmalar,
Ve siz umut dağıtıcıları,
Ve siz alınlarında isyan bayrağını dalgalandıran emeğin kutsal direnişçileri,
Ve siz güne düşten güzel umutlarla başlayan yorgun fabrika kızları
Ve siz adliye koridorlarında kahpe duruşmalara tanıklık eden sevgili seyirciler, saygıdeğer hâkimler
Ve siz hepiniz
şahidim olun.

Şahidim olun ki bir gün her şeyin hesabıdır olacak.
Simsiyah çiçeklerden yapılmış çelenkler bırakacağım ardımdan,
Şahidim olun…

Bilemezsiniz, kendimle bir hesabım var.
Kaybettiğim aşkların onurlu direnişiyle baş başayım.
Bütün kurşunlarına hedef olsam dünyanın, karşılanmaz bir ceza bu.
İlkel bir dünyada antik bir sevgili peşindeyim.
Onu bulacağım ve boğacağım.

***

Ellerim hüznü işliyor suçlu parkalarına askerlerin.
Onlar en güzel renklerini kaybediyorlar ve beni arıyorlar.
Beni bulmadan kurşuna diziyorlar.
Ben antik bir sevgili peşindeyim.
İçimdeki bütün dağ kuşlarını, bütün anka kuşlarını öldürdüm.

Siz, şimdi bir yerden bir yerlere gitmeye hazırlananlar, siz hepiniz, bütün sözcükleri yüreğinden çıkarılmış paramparça cesedimin üzerinden geçebilirsiniz, içimdeki yığınlardan geçemezsiniz!

Sen sus!
O da sussun!
Hepiniz susun!

Hepiniz susun ben konuşacağım…
Uzatın parmaklarınızı ve dokunun.
Üstüm-başım ıslak, deniz değil, olsa söylerdim.
Yağmurdan kaçmıyorsam kaçmıyorum demektir. Islak çığlıklarla boğulmaktayım…
Anka kuşlarının saldırısına uğradım, çok uzun savaşlara girdim ve kaybettim.

Ben kaybettim, herkes kaybetti.
Bütün çocuklar şahidimdir…
Uzun uzun anlattım, not düştüler :
“Acının Tarihine Giriş. Cilt I”

Not düştüler ve siz okuyacaksınız.
O gün ben susacağım ve siz konuşacaksınız.

Alın çizgilerinizden kılıçlar yapıp, avurtlarınıza sığmayan sözcüklerle sokağa fırlayacaksınız.
Siz de savaşacaksınız ve kaybedeceksiniz.
Çocuklar not düşecek anlattıklarınızdan :
“Acının Tarihine Giriş. Cilt II”

Ciltler çoğalacak ve gencecik yaşlı kızların göğüslerine güvercinler konmak bilmeyecek.
Akasyalar yalan söyleyecek her seferinde.
Bütün mevsimler hazan, bütün günler pazartesi olacak.
Ne indeksler, ne fallar gerçeği hiçbir zaman yansıtmayacak.
Uzaklara açılan pencerelerden kızların mavi gözleri, göğüslerine konacak güvercinleri beyhude bekleyecek, acının tarihine girişte yeni bir sayfa eklenecek ve sayfalar gittikçe çoğalacak…

***
Avuçlarım neden üşüyor böyle?
Hangi aylardayız, bu kaçıncı yüzyıl?

Alnımda renklerini yitiren bu soluk bayrak neyin nesi?
Bu ses, neden dokunaklı şarkılar işliyor ciğerlerime?
Hiçbir zaman var olmayan sevgilim, şimdi neden katilim olup çıkıyor bu şehrin arenasında?

Ahhh dualarım… neredesiniz?
Hangi zamanda terk etmiştim sizi, ilk nerede bırakmıştım? Hatırlatın!
Hatırlatın ve sizi benden uzaklaştıran ne var ne yok boğdurun. Tutun ellerimden ne olur…

***

Büyük bir kumar oynadım…

Büyük bir kumar…
Ve kaybettim.
Ben kaybettim, herkes kaybetti.
Artık bütün mavi serçeleri vurabilirim.

Bütün şarkıları, papatyaları, gencecik âşıkların yüreklerine dokunup, onları şehrin sokaklarına fırlatan ne var ne yok öldürebilirim.
Gövdemi tüfenklerinizin namlularından fırlayacak güvercinlere siper edebilirim.
Avurtlarınızdan taşan sözcüklerle beraber, en güzel düşlerimi çöl rüzgârlarına emanet edip suçlu bir çocuk gibi ayrılabilirim aranızdan. Acının tarihine girişte yepyeni bir sayfa aralayabilirim.
Ben kaybettim…
Herkes kaybetti.

***
Ateş verin bana…

Ateş verin gözlerini yakayım gecenin.
Yeryüzünün bütün kirli renklerini yakayım…
Bütün günahlarınızı, sevaplarınızı, ihanetlerinizi, yaşanmış ve yaşanacak bütün anlarınızı, bütün arabalarınızı, apartmanlarınızı, fabrikalarınızı yakayım.
Bütün sevgileri, umutları, düşleri yakmam için ateş verin bana.
Ateş verin bana, gencecik yaşlı kızlar çoğalmasın bu ülkede.
Delikanlılar göğüslerine saplamasınlar hançerlerini.
En delişmen çağında kızlar, en güzel renklerini yitirmesin fabrikalarda.
Ateş verin, bütün fabrikaları, bütün renkleri yakayım.

***
Her şey yatağına sığmayan nehir coşkunluğuyla taşsın, dünya dursun, saatler dursun, uykusundan yeni uyanmış bir rüzgâr dağları kentlere savursun, içimde anka kuşlarında bir dağ yeniden hayat olsun, umut olsun, parmaklarım yeniden konuşsun meydanlarda, meydanlar sussun…

Ateş verin bana…

Katilim olmayasınız diye susuyorum…
Şimdi susuyorum…
Bir gün konuşacağım…

Haziran-1990 / Setbaşı-Bursa

***
Baştaki mısra İsmet Özel’e, yazının başlığı Gabriel García Márquez’ aittir.