-Ustamı “Seyran”da Gördüm-

Evet,  on iki ekim gecesi çok yakınlarımdan birinin rahatsızlığı sebebi ile otobüste idim.  Biliyorum, Kahramanmaraş otobüsünde olmalıydım. TUĞ ailesinin yanında. Ama Seyyahların, yani yürek yolcularının çilesi çoktur; ‘ben çileliyim, çile çektim’ demeden gittikleri, iradeleri dışında gitmek zorunda oldukları yollar da… İşte o yüzdendir ki, yüreğim Maraş için, Ali Haydar TUĞ ağabeyim için sızlasa da, yüreğime bir sızı daha sığdırarak tam aksi istikamette bir yolculuğu yerine getirmek  için yola revan oldum.

İşte tam da bu anlattığım yolculukta inleyen, sızılar içindeki yürek bana, beni derinden titreterek  “Sen Yolcusun!” diye seslenmişti.  Evet, yolcuyum ben! Amenna!  Sadece ben mi, bu yokluk denizine gelen her insan yolcu. Nice yolcular gelip geçti bu diyarlardan. Kimi izi bıraktı, kimi de ses. Kiminin de izi, sesi ya olamadı ya da unutuldu. Fakat ne olursa olsun, hepimiz yolcuyuz işte. Ne kadar yolculuğa, yolcu oluşa hazırlasak da kendimizi, çoğu zaman yoldaki her anı göğüsleyecek gücü her zaman bulamayan yüreğimizle… Ama her şeye rağmen yola iz bırakan aslan yüreklilerden ilhamla yürekli ve vakur olmayı öğreneceğiz / öğrenmeliyiz.

16 Ekim sabahı “Yürek Kıraathanesi Sızlıyor” yazımı yazıp yayına girmesi için Maraş Ana Haber epostasına attım. Gün içinde yazım yayınlandı ve bir de baktım ki günün sonunda –benim haberimin olduğu saat 00.25 sıraları idi- şiirin Ak Saçlı Kartalı, yürekli olmanın, dili şahlandırmanın önderlerinden Bahaeettin KARAKOÇ vefat etmiş.  Bütün ülkem, bütün sevenleri, bütün talebeleri, bütün edebiyat, fikir ve kültür camiası, dünyanın yürekli insanları gibi ben de derinden sarsıldım. Her ne kadar “Yolcuyuz” desek de, insan bu dünyadan ansızın ayrılmaya, ayrılışa hiçbir zaman hazırlıklı olamıyor… ( Belki de bize ansızınmış gibi geliyor?)

Henüz Ali Haydar ağabeyimizin aramızdan ayrılışına alışamamışken bir de Ustam’ın / Ustamız’ın ayrılışı…  Çok zor, çok zor geldi bana… Bütün edebiyat dünyasının, şiirin, milletimizin; KARAKOÇ ailesinin başı sağolsun… Ama hepimizin başı dik  olsun / olacak  bir KARTAL (elbette ki bir TUĞ) gibi. İki kocaman yüreğin kanatlanıp sonsuzluğa uçuşundan biz sevenlerinin dünyasında niçbir vakit doldurulamayacak koskocaman birer boşluk kalsa da o aslan yüreklerin bize dünya ve ahiret için ( hem kul hem de insan olabilmek adına) “vakur ve mert duruşlarıyla”, “yürekli çabalarıyla” öğrettikleri  her şey bizlere bitmez tükenmez bir hazine olarak kalacak ve yüreklerimizi iki cihan için daima ısıtarak dipdiri tutacak.

İnsan hakikaten yolcu! Ne zaman konup ne zaman göçeceğini bilmiyor. Hatta yüreğinin, ne zaman, nasıl, niye dillendiğini de… Daha dün demişim ki (YÜREK KIRRATHANESİ SIZLIYOR isimli yazımda) ;

“Hiç biter mi bir ŞEHİR ile bir İNSAN’ın vuslatı? Bu hanım, birkaç şiirini de “El Yüreği Tutunca” ismi ile kondurmuştu gönüllerin tellerine, yüreği titreyerek… Bir gün, hiç ummadığı bir vakit, hiç hayal edemeyeceği bir sesle güçlendi… Ses, Şiirin Ak Saçlı Kartalı Bahaettin KARAKOÇ’un sesinden başka bir ses değildi? Diyordu ki şu yolcuya: “Şiire devam et, yüreğinden süzüldüğü sürece.” Tabii, o eli öpülesi Ustanın şu biçareye yazdığı öğütler, destek ve ilham verici sözleri bu kadar değil elbet. O gani gönüllü Ustamı da anlatacak an gelir mutlak…”

Dedim de… Dedim de Hocam! Böyle “bir anda bizi bırak” ya da “bizi yalnız koyduğun zaman, seni yazacağım” demedim ki…  Yürek kıraathanesi demek o kadar derin sızı taşımış ki, dillenivermiş büyük sermestlik içinde… Keşke, keşke şu an şu kalem bu  sızıları yazmak için yazmasa… Ama yürek işte! Kırılsa da, yorulsa da, sızlasa da susmuyor, susamıyor… Çünkü gönül, çünkü yürek bazen bir başka yüreğe, en çok da Habibine, en çok da En Sevgiliye susuyor. Bu susayıştır ki insanı bir başka insana,  iki cihana  aşina; insanlara, iki cihana da müptela kılıyor… Ölüm Allah’ın emri… Boynumuz kıldan ince bu emire… Her birimiz vakti geldiğinde, kuş misali uçup gideceğiz… Ağlayışımız, şu koca yüreklere hasretimiz, acımız bu dünyalık; ama mesuduz: “Habibimizi (Ustamızı, Ağabeyimiz)” yüreği, dili, aklı, gönlü ile tüm hayır hasenatı ile “En Sevgili”nin (onların En Çok Sevdiğinin) yanına uğurladık…  Şehirler ve insanların vuslata olan hasreti dinmese de Allah bizlere de KARAKOÇ Ustamız gibi (TUĞ Ağabeyimiz gibi) insanlık vazifesini yapmış olmanın gönül huzuru ile gülerek ve sevinç içinde “asıl vuslata” eriştirsin. Ne saadet!

Sizlere şiirin ak saçlı kartalı ile yüreğimin şu yeni geçtiğimiz saatlerde, tazeden gerçekleştirdiği hasbıhali paylaşacağım, izninizle:

“Keşke, ne kadar da biçare kelime değil mi Hocam?

Ama bunun yerine geçebilecek daha güçlü, daha serinkanlı kelime bulamadım ki. Hem de sen de yoksun yanımda! Keşke...

Keşke, daha fazla hasbıhal etseydik sizinle. Keşke, birkaç kez düşündüğümüz ziyaretleri, etkinlikleri yapabilseydik. Keşke, Kahramanmaraş'a -defalarca söylediğim ve telaffuz ettiğim her bir an kadar- uçup da gelseydim yanınıza, sizinle olmak ve tedrisatı tam tamamlamak için. Keşke, daha çok konuk olsaydınız fakirhanemize. Keşke, oğlum, kızım, eşim ve elbette ki şu biçare Seyyah, daha fazla dinleyebilseydi sizi... Keşke, o muazzam aklın ve yüreğin cesur ve samimi dilini, daha fazla kaydedebilseydim.

Hepsine keşke... Ama bir konuda talihliler kervanı içindeyim, şükür... Sizi tanıdım, sizinle hasbıhal ettim, sizinle yüreklerin titremesi ve samimiyeti -insanın biyolojik yaşına, insanın nefsine takılmadan ve hatta esir olmadan, hür irade ile- dili, cesareti nedir bilerek, hissederek "anlar"ın muhabbeti ve lütfuna nail oldum.., Neler neler dile gelmedi ki o nadide sohbetlerde... Sizinle şiirimin hüviyetine, sizin samimi, çıkarsız, hesapsız yüreğinizin kudreti ve dillendirişi ile mert ve anlamlı ses geldi, destek geldi, cesaret geldi…

Siz demeyeceğim daha fazla, hoş görün… Seni  “SEYRAN”da görüp, “HASRET”'te bulmuştum; uçsuz bucaksız gökyüzünde uçan bir Beyaz Kartalı sonsuza dek bu "Dergah"ta yani yüreğimde (dili hiç susmayacak yüreğimde) yaşatacağım. Bana uçmayı öğrettin; yürek ve akıl diyarlarında- yüzlerce talebene canı gönülden ve büyük gayretle,sabırla yaptığın gibi-.

Allah razı olsun; Allah seni "uçmak"ıyla mesrur etsin. Ellerinden öpüyorum Hocam BAHAETTİN KARAKOÇ.

* Bir de Hocam! Allah nasip ederse, seni daha derinden anlatacağım günler de gelir... Kim bilir, sözünü verdiğimiz eser de can bulur, "ol" denilen bir demde... Biz sabrı sizden öğrendik...An gelince susmayı an gelince konuşmayı da... “

Şiir ve yürek dünyamızın başı sağolsun.  Şehirlerin, şiirlerin, “ıhlamur çiçekleri”nin, insanların hasreti hiç diner mi bilmiyorum ama duam odur ki Ustalardan ilham ile yüreğimizin titreyişi ve dili hiç susmasın.

Ben, ustamı seyranda gördüm…

(Bu yazı, 20 Ekim 2019’da kaleme alınmış ve MUSİKAR EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM Dergisinin ‘Ak Saçlı Kartal’a’ isimli Armağan Ekinde yayınlanmıştır. Ustam Bahaettin KARAKOÇ’u ve Ağabeyim Ali Haydar TUĞ’u bir kez daha rahmet ve şükranla anıyorum.  Ayrıca bugün vefat eden ve vefatından dakikalar sonra Hakk’a yürüdüğünü üzülerek öğrendiğim Üstad Nuri PAKDİL’e de Allah’tan rahmet diliyorum. Her üç duayen edip ve âli göül erlerinin mekanları cennet olsun.  R. İ. Değirmenci )

Rânâ İSLÂM DEĞİRMENCİ

Eğitimci/ Şair-Yazar

ANKARA