Bu ülkede muhafazakâr camianın en çok sömürdüğü, adına en çok sempozyumlar düzenlediği, meydanlarda en çok şiirlerini okuduğu, hakkında en çok kitaplar yazdığı ama günümüz mesellerine dair fikirlerinden, yazdıklarından, konuştuklarından ya hiç haberdar olmadığı ya da haberdar olduğu halde köpekten kaçar gibi kaçtığı şair – düşünürlerin başında Sezai Karakoç gelir. O da tıpkı İsmet Özel gibi şiire mahkûm edilmek istenmiş, günümüz Türkiye’si ve dünyasıyla ilgili bütün yazıp söyledikleri bilinçli bir şekilde görmezden gelinmiştir.

Sezai Karakoç’un bizzat tertip ettiği toplantılara 5-10 kişi katılmazken, kendisiyle ilgili düzenlenen sempozyumlara binlerce kişinin katılması onun etinden, sütünden, derisinden faydalanılmak istenmesindendir.

Muhafazakâr camianın ismiyle bunca gurur duyduğu, şiirlerini bunca paylaştığı, adına bunca kitap yazdığı, bunca toplantı, sempozyum, özel program yapması şairi önemsediklerinden değil ismiyle prim yapmayı düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.

Değilse böylesi büyük bir şair ve fikir adamının yaptığı konuşmaların neden 10 yıllardır bir televizyon kanalında yayınlanmadığını, neden bir tek televizyon kanalının siyasi konuşmalarına yer vermediğini sorgular ve görmezden gelinmesinden duyduğu rahatsızlığı iki satırla da olsa dile getirirdi.

Muhafazakâr camianın derdi Sezai Karakoç’un gerçekten ne düşündüğü değil, onun söylediklerinin ne kadarının işine yaradığıdır. Her şeyi yağmalamaktan son derece hünerli olan muhafazakâr camianın Sezai Karakoç’u işine yarayacağı şekilde yağmalamadan bırakması düşünülemezdi elbette.

Aşağıda Sezai Karakoç’un 26 Haziran 2017 tarihinde Ramazan Bayramı vesilesi ile İstanbul İl Başkanlığı’nda yaptığı konuşmadan birkaç pasaj okuyacaksınız.

Varlığımızın, kaderimizin unsurlarının birincisi coğrafya, toprak üzerinde yaşadığımız toprak, ikincisi bir millet olmamız, üçüncüsü de bir devletimizin olması lazımdır. İşte yüz yıldır bu sıkıntıyı yaşıyoruz. O devlet yok, devletimsi devletçikler var. Bunlar bu büyük ülkeyi ve milleti koruyacak güçte değil. Biraz da tesadüfen kurulmuş, biraz da dışarının etkisiyle zayıf olduğumuz zamanlarda kurulmuş şeyler. Ama bu olabilir. İnsanların başına felaketli günler geldiği gibi, milletimizin de başına gelebilir , gelmiştir. Fakat biz bunu aşmalıydık, aşmalıyız. Yüz yıl geçti. Bu az bir zaman değil. Hatta bir takım siyasetçiler bir takım tarihler veriyorlar. İşte 2023, 2071 gibi falan. Ben diyorum: bir tek tarih var, o da 2018’dir.

Yani önümüzdeki yıl. Yüz yıl içinde yeniden ayağa kalkmalıydık. Bu büyük millet, bu şerefli millet ayağa kalkmak için de her şeyi yaptı. Fakat ne yazık ki onu temsil eden veya onu yönetme durumunda olanlar ve aydınları maalesef bu milleti layık olacak bir şekilde bir yüz yıl geçirmediler. Hepsi maalesef küçük şeylerle veya birtakım yerlerin telkinleriyle ve bağlantısıyla onların etkisiyle bu yüz yılı boşa geçirdiler.

Şimdi iş başa düştü. Millete, milletin kendine düştü. Milletin içinden aydınlarından bir kısmını tabi aydınların hepsini diyemiyoruz, tekrar donatıp ayağa kaldırıp ve tekrar o devletimizin olması lazım. Büyük devletimizin olması lazım. Bu devlete Arap devleti dediğimiz anda o bitiyor. Arap Birliği kuruldu biliyorsunuz. Bu devlete Kürt devleti dediğiniz anda o bitiyor. Bu devlete Fars, Pers, İran devleti dediğiniz zaman o olmayacağı belli. İşte bunun gibi mensubu olduğumuz, tabiî ki en büyük onurla mensubu olduğumuz Türk devleti bile diyemeyiz. Tabi Türkler de imtihanını vermiş tarihte. Bunu göstermiş, fakat kendisi kurduğu hiçbir devlete Türk devleti dememiş. Selçuklu aile, Osmanlı aileden geliyor. Neden dememiş? Çünkü: Başka ırklar, Müslüman kardeşleriyle beraber kuruyor devleti. Kendinde o hakkı görmemiş, tevazu göstermiş… Hiçbir zaman kendi ırkını öne sürmemiş…

Bu bakımdan hiçbir ırkın adını kullanarak bir devlet kuramazsınız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti diye koyduğunuz andan itibaren ki bu devletin de olmayacağı ortaya çıkmıştır. Bu, Türk adından gelmiyor, hemen gidip bir ırk adı vermekle sınırlıyorsun… İran İslam Devrimi dediler, oldu, duyduk memnun olduk. Biz Cağaloğlu’ndaydık, orda İran Konsolosluğu var. Gideyim bakayım ne gibi değişiklik oldu, ismi ne oldu? Bayrağı ne oldu? Gittim, baktım “İran İslam Cumhuriyeti” diye yazmışlar levhaya. Bu devlet olmaz dedim. İran diye sınırlıyor kendini. Cumhuriyet diye sınırlıyor. Oysa cumhuriyet yönetim şekli. Onu biz seçeriz. İran diye sınırlıyor. Sanki İslam kâfi değil.