NOT: Bu yazı Sn. Sait AKBAY’ın Adıyaman 1954 spor kulübüne adaylığı açıklanmadan önce kaleme alınmış ve Güne Bakış Gazetesinde yayınlanacağı duyuruları yapılmıştır. Adaylığı hayırlı olsun. Önemli olan kulübümüzün kimler tarafından idare edileceği değil, nasıl idare edileceğidir. Doğru adımları desteklemek her Adıyamanlının görevi olmalıdır.

ÇAĞDAŞ BİR FUTBOL KULÜBÜNE İHTİYACIMIZ VAR

Adıyaman’ı futbolda temsil eden kulübümüzün durumu spor kamuoyunu üzüyor ve endişelendiriyor. Böyle durumlarda; camia bireyleri görüşleri ile sorunların tespiti ve çözümleri noktasında katkı sunabilir.

Düşüncelerimi aktarmaya çalışayım:

İlimiz futbolunun durumunu, bölge futbolunun durumundan ayrı düşünemeyiz.

Ve bölgemiz futbolu kan kaybediyor. Şöyle ki;

1900’lü yıların ilk çeyreğine kadar Anadolu’da futbol oynamak Türklere yasaktı. Futbol, İzmir ve İstanbul’da daha çok azınlıklar tarafından oynanıyordu. Yasağın kalkmasıyla beraber futbol, Anadolu’da  kısa sürede yayılarak en fazla ilgi gören spor branşı oldu. 

Önce büyük şehirlerde ardından bütün Anadolu’da, kurulan spor kulüplerinin katılımıyla çeşitli isimlerle mahalli ligler oluşturuldu. Yöre gençlerinin hayalleri arasında bu kulüplerde sporcu olmak vardı. Yörenin ileri gelenleri bu kulüplerde idarecilik yapar, gönüllü olarak emek ve para harcarlardı. Bu takımların azımsanmayacak taraftarları ve fanatikleri vardı.

Dış teması çok az olan bu takım ve taraftarlar için mahallinde şampiyon olmak sportif başarının zirvesiydi.

İstisnalar hariç her şey yöreseldi. Hocalar, sporcular, idareciler yörenin insanlarıydı. Fakat diğer taraftan futbol dünyada hızlı bir değişim yaşıyordu. Mahalli başarılar, camiaları tatmin etmemeye başladı. Daha büyük organizasyonlar ve daha büyük sportif başarılar istenir olmuştu. Bunun için daha iyi takımlara dolayısıyla daha iyi sporculara ihtiyaç duyulur oldu. Burada bir parantez açalım:

Kulüplerin daha başarılı takımlar oluşturma sorununu şu şekillerde çözmeye çalıştıklarını görürüz. Bu yollardan birincisi; ‘Eğitim’ başlığı altında sunulabilinecek çalışmalardır. Bunlar kulüplerin bünyelerindeki yarışmacı düzeydeki sporcularının teknik, taktik, motorik ve mental olarak amaca yönelik antrenman ve çalışmalarla verimliliklerini artırma ve yarışmacı düzeye gelmemiş yetenekli gençlerin ise keşfedilip yönlendirilmeleri ve bulundukları yaşın gereği antrenman ve çalışmalarla yarışmacı yaşlarına hazırlanması çalışmalarını kapsar.

           İkinci yol transferdir. Transfer, kulüplerin bünyelerindeki sporcu ve teknik eleman grubunun kulübü hedeflerine ulaştırma noktasında yetersiz kalacağı kanaatinin oluşması durumunda dışarıdan bu ihtiyacı gidereceğine inanılan sporcu veya teknik elemanlarla takviye edilmesidir.

            Üçüncü yol ise ihtiyacın ivediliğine göre eğitim ve transfer seçeneklerinin birlikte

kullanılması tercihidir. Genelde, ihtiyacın ivediliği artıkça transfer; azaldıkça eğitim yolu tercih nedeni olmaktadır.

            Eğitim yolu, çözümün ucuz ve riski az; fakat zaman ve emek isteyen yoldur. Transfer ise eğitime göre daha pahalı ve riskli; ama çok zaman ve emek gerektirmeyen kolay bir yoldur.

Etik olmayan hesap ve beklentilerin transfer ağırlıklı yapılanmalarda kendisine daha müsait ortam bulduğunun altını çizelim ve şimdilik parantezi kapatalım.

Fakat iyi takım kurmak her haliyle bir bedel gerektiriyordu. Kulüpler de iyi takım kurmak adına ödedikleri bedellerin karşılığını hatta fazlasını almanın yollarını aramaya başladı. Yani faaliyetleri neticesinde ürettikleri ürünün bedelini almalıydılar. Bu talep ise futbol liglerini, turnuvalarını ve neredeyse bütün futbol organizasyonlarını süreç içinde sportif organizasyonlar olmaktan çıkarıp ekonomik organizasyonlara dönüştürdü ve profesyonellik hızla yayılmaya başladı.  Türkiye’de de sırasıyla 1959 yılında o günkü adıyla profesyonel ‘Milli Lig’ bugünkü adıyla ‘Süper Lig’in tahsisi,  1963 yılında şu anki adı TFF(Türkiye Futbol Federasyonu) Birinci Lig o zamanki adıyla Türkiye İkinci Futbol Ligi kurulması ve 1967 yılında 3. Ligin düzenlenmesi ve devamındaki süreçte Anadolu’da da işler değişmeye başladı. Bu defa profesyonel organizasyonların paydaşı olabilmek ‘idarecisi, futbolcusu, teknik adamı, hakemi, spor yazarı-yorumcusu hatta taraftarı vb.’  çok önemli ve anlamlı olmuştu. Yazılı basının sayfalarını bu ligler ve ilgili haberlere ayırması, görsel basının yaygınlaşıp bu maçlara, bu maçlarla ilgili haber ve yorumlara zaman ayırması, bunun reytingleri artırması, sadece spor yayını yapan kanalların kurulması ve bunların da yayınlarının büyük payını yine bu profesyonel futbol liglerine ayırması, profesyonel futbolun cazibesini daha da artırdı. 

Profesyonellik, tanınmanın boyutunu yöresel olmaktan alıp yöreler arası, bölgeler arası, uluslararası ve nihayetinde kıtalar arasına taşıyordu. Bu cazibe dayanılmazdı.  Bu cazibeden Anadolu kulüplerinin etkilenmemesi mümkün değildi. Onlar da bu yarışın içinde olabilmek için güçlü takımlar oluşturabilme çabasına girdiler. Taraftar ve diğer paydaşların talebi de bu yönde idi.

            Futbolun yörede kendi içindeki amatör rekabeti terk edildi. Yörenin her takımındaki iyi sporcular, yörenin profesyonel takımı veya profesyonel lig için mücadele eden takımlarında toplandı. İyi idareciler, iyi hocalar o kulüplerde görev aldı. Mahallinin tesisleri ve kaynakları o takımlara tahsis edildi. Fakat bütün ilginin ve imkânların sunulduğu bu takımların bünyelerinde barındırabildikleri idareci, teknik adam ve sporcu sayısı sınırlıydı. İşin eğitim boyutu gündemlerinde yoktu. Çünkü insanlar sezonluk sportif başarıyı yakalamanın ötesiyle pek ilgilenmiyordu. Dolayısıyla 20 civarındaki futbolcu ve birkaç teknik eleman sezonluk faaliyetler için yeterliydi. 

Bu kulüplerde kendilerine yer bulamayan yöredeki diğer idareciler, teknik adamlar ve özelliklede sporcular kısacası yöredeki diğer amatör takımlar kaderleriyle baş başa bırakıldı.

            Ve bu coğrafyada futbol ilk darbeyi böyle yedi.         

            Varsa yoksa yöreyi temsil eden profesyonel takım veya profesyonellik için mücadele veren yörenin birinci takımı… Yanlış anlamalara yer vermemek için şunun da altını çizmemiz gerekiyor: Eleştirdiğimiz profesyonelliğin kendisi değil, profesyonel kulüplerin temsil ettikleri yöre futbolunun tek icracısı gibi görülüp diğer kulüplerin yok sayılması ve profesyonel kulüplerin ise özellikle bu coğrafyada- Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde- işin eğitim boyutunu yine yok sayıp transfere dayalı takımlar oluşturmasıdır.

Konuya dönecek olursak; ilk zamanlar ağırlıklı olarak futbolcu kadrolarını yöre futbolcularından oluşturan bu kulüpler  (diğer amatör kulüplerin ilgisizlikten kendilerinin ise işin eğitim boyutuyla ilgilenmemeleri neticesinde) yöreden iyi sporcu bulamayıp her geçen gün kadrolarını diğer bölgelerden transfer ettikleri futbolcularla doldurdular. Birkaç yıl içinde bölge profesyonel takımlarında bölgeden futbolcu, mumla aranır oldu. Çünkü kulüp idaresinde söz sahibi olanlar iyi takım oluşturma tercihlerinde eğitime dayalı yolun önemini ön görebilecek vizyona ve donanıma sahip değildi.

            İşin eğitim boyutuyla ilgili zaman zaman bazı girişimler yapıldı fakat çoğu ciddiyetten uzak dostlar pazarda görsün türündendi. Bir grup genci toplayıp başlarına donanımsız, eğitimci vasfı tartışılır hocalar vermeyle bu işler olmazdı, futbolcu yetişmezdi.

İyi niyetle başlanıp donanımlı insanların gözetim ve denetiminde çok başarılı olan yapılanmalar da oldu. Bunlara ilimizde de şahit olduk. Bu anlamda çok emek verip, ciddi katkı verenlerden olduğumuzu söylersek, abartmış da olmayız. Fakat bunların çoğuna uzun süre tahammül edilmedi.

            Eğitime dayalı çalışmaların önemini savunan, dillendiren, mücadelesini veren spor adamları ‘transferle kısa yoldan hedef yakalama talepleri karşısında’ sustular, sindiler veya sindirildiler.

Transfer gibi sportif başarıyı yakalamanın bilinen en kestirme yolu varken, mevcut kadroların verimini artırmak veya ihtiyaç duydukları futbolcu kadrolarını kendi yörelerinden bulup çıkarmak ve onları yarışmacı yaşlarına hazırlamak gibi uzun, emek isteyen şeylerle uğraşmaya değmezdi!  Genelde hâkim olan algı buydu.

Varsa yoksa transfer… Olmayınca yeni transferler. Transferlerde yapılan yanlışlıkları, yaşanan hayal kırıklıklarını yeniden transferle aşma denemeleri… Devam eden bu denemeler bölge profesyonel kulüplerimizin birçoğunda her sezon yeniden takım kurma boyutlarına varmaya başladı. Maalesef bölgenin profesyonellik geçmişinde yıllardır bu anlayış hâkim. 

Kabul edelim gittikçe parasallaşan profesyonel liglerde sportif başarı oranında gelirlerin de artışı en kestirme yoldan iyi takım kurmaya dolayısıyla transfere teşviki artıran nedenlerden.

Transfer kuşkusuz futbolun bir gerçeği. Dün olduğu gibi bugün de yarın da olacaktır. Fakat transferin iyi takım yaratmanın alternatifsiz tek yoluymuş gibi görülmesi ve algılanması kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü bu algı, doğru antrenmanın ve işin eğitim boyutunun önemini küçümseyen, bir algıya götürüyor ve transfere olan ilgi ve talebi olduğundan daha makul ve daha masum gösteriyor.   

Bundandır ki bu bölgelerde birçok profesyonel kulüp faaliyetlerini transferle oluşturdukları 25 futbolcuyu sezonluk maçlara hazırlamakla sınırlı tutuyor. İşte bu algı ve götürdüğü yapılanma biçiminin bölge futbolunun gelişmesini engelleyen, her geçen gün kaosa sürükleyen temel faktörlerden olduğuna inananlardanım. Çünkü transfer bile olması gereken biçiminde yapılamıyor. Takım mühendisliği donanımı ve hassasiyeti gerektiren transfer ahbap- çavuş ilişkileriyle yapılıyor. Alınacak futbolcunun yeni takımdaki muhtemel performansıyla alakalı en az yanılma ön görüsü gerektiren transfer, futbolcunun daha çok geçmiş performanslarına bakılarak yapılıyor. Bu anlamda ülkenin diğer bölgelerinden Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki kulüpleri hedefe taşırlar beklentisiyle transferler yapıldı. Hâlâ da yapılmakta. 

Genelleme yaparak gerçekten aldığının karşılığını vermiş olan sporcu ve teknik adamlara haksızlık yapmak istemem. Fakat bunlar maalesef oran içinde çok küçük istisna konumundalar.

Bugün sözüm ona amatör statüde sayılan BAL’da (Bölgesel Amatör Lig)  mücadele eden bölgemiz takımlarının transferle kadrolarını başka bölgeden futbolcularla doldurması da aynı anlayışın yansıması.

Bölgemiz kulüplerinin giderlerinin % 80’ninden fazlasını sporcu transfer, maaş ve primlerine harcadıklarını ve oluşturdukları takımlardaki futbolcu ve teknik adamların yine % 80 ‘den fazlasının bölge dışından olduklarını düşündüğümüzde bu yolla yıllardır bölgemizden dışarıya akan parayı da siz hesap edin. Aynı yolla diğer bölgelerden bu bölgelere gelen para ise ciddiye alınabilecek oranlarda değil.

Süreç içerisinde günün koşullarına göre ciddi bütçeler oluşturup transferle sportif anlamda başarılı olmuş lig atlamış örnekler de var. Fakat bu yolla yakalanan hedeflerde tutunmak o hedefleri yakalamaktan daha zor. Tutunabilmek için daha büyük transferlere bunun için de daha büyük bütçelere ihtiyaç duyuluyor. Sportif başarıların ekonomik karşılığının olmadığı zamanlar her sezon bu bütçeleri oluşturmak sürdürülebilir bir durum değildi ve sürmedi. 

Koşulların değiştiği profesyonel liglerin ekonomik organizasyonlara dönüştüğü yani faaliyet ve sportif başarının ekonomik karşılığının olmaya başladığı günümüzde ise birçok kulüp yönetimi dönüşüme ayak uyduramadı, uyduramıyor. Sportif faaliyet veya performanslar ekonomik faaliyet veya performanslarla desteklenemiyor. Gelirler akılcı, stratejik kullanılamıyor. Evet, gelirler artıyor. Fakat giderler de artıyor. Hem de daha çok.  

Giderlerin gelirlerden daha çok artması günümüz profesyonel kulüplerinin ciddi sorunlarından. Bu sorunu aşamayan kulüpler bedelini öder. Ama bugün ama yarın… Bölgemiz profesyonel kulüpleri gibi dış transfere mahkûm hale getirilmiş yapıların daha erken ödemeleri gerekiyordu.  Ve ödüyorlar. 

Son örneklerden Adıyamanspor gibi.

            Tekrar altını çizelim. Bu anlattıklarımızdan profesyonelliğe karşı olduğumuz veya profesyonelliği bu bölgelerde futbolun geri kalmışlığının nedeni gördüğümüz anlaşılmamalıdır.

Eleştirdiğimiz profesyonelliğin kendisi değil. Profesyonelliğin bu bölgelerde transfer merkezli yapılanması ve transferin sportif hedefleri yakalamanın neredeyse alternatifsiz aracı gibi kullanılması. Haliyle eleştirdiğimiz daha çok ekonomik organizasyonlara dönüşen profesyonel liglerin ekonomisini döndüren çarkın bu bölgelerin aleyhine dönüyor olması. Bundandır ki her geçen sezon sayıları azalan bölge profesyonel kulüplerini çok daha zor günler bekliyor.

            Bölge futbolunun sorunlarını dillendirmeye çalışırken altını çizip konuşulmasını tartışılmasını önemsediğim konulardan biri bu. 

 ************

Yine bu bölgelerde profesyonel futbolun temel sorunlarından biri kulüplerimizin sevk ve idare sorunu. Yani yönetimsel sorunları. Kulüplerimizin yönetimsel sorunları gündeme geldiğinde birçok çevrenin hemen sözü; Dernek mi? Şirket mi? Tartışmasına getirmesini doğru bulmayanlardanım. 

İkisinin de hem çok başarılı, hem çok başarısız birçok örnekleri var. İllaki bir tercih söz konusu olacaksa ‘halktan tabanı-taraftarı olan kulüpler için dernek, halktan yeteri kadar tabanı olmayan ekonomik olarak belli birikimi yakalamış kulüpler için uygun bir şirket modeli’ derim. Fakat özünde sorun dernek veya şirket sorunu değil. Sorun demokratikleşme, şeffaflaşma, profesyonelleşme sorunu. Sorun kurumsallaşamama sorunu.

Kurumsallaşamamanın ülke ölçeğinde sonuçlarının en fazla hissedildiği bölgeler Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleridir. Bu durum, ilgililerinin en fazla uğraşmasını gerektiren bir sorun olarak önümüzde durmakta. Çünkü Kurumsallaşamayan kulüplerin bu arenada ayakta kalabilme şansı çok az.

Konuyla ilgili yıllardır değişmeyen gidişatın bu coğrafyadaki işleyişini daha anlaşılır kılmak için profesyonel kulüplerimizin başına kimler gelmiş, nasıl gelmiş? 

Bu kulüplerimiz nasıl idare edilmiş?

Neler umulurken neler bulunmuş?

Açmaya çalışalım;

Bu bölgelerimizde son yıllarda şirketleşen birkaç kulübümüz dışındaki bütün kulüplerimiz dernek statüsünde faaliyetlerini yürütmektedir.

Derneklerde -sözüm ona- kulübü sevk ve idare edecek başkan ve yönetimleri derneğe kayıtlı aidatını ödeyen üyeler seçer. Fakat dernek statüsündeki kulüplerde ciddi problemlerden biri üye kayıt ve çıkarmalardaki keyfiyet ve suiistimallerdir. Bu durum düzeltilmedikçe üyelerin tercihleri bir formaliteyi yerine getirmekten başka bir şey ifade etmez.

Herkesin malumu olan yönetimlerin geliş ve gidiş şekillerini bir kez daha anımsayalım:

            İstisnalar hariç son 20-25 yıldır Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizi temsil eden profesyonel kulüplerimiz, bir taraftan geçmişten gelen borçlarla uğraşırken bir taraftan da sahnede kalabilmek için en azından rakiplerinden geri kalmayacak bir takım oluşturmak durumundalar. Takım oluşturmaları transfer merkezli olan bu kulüplerimize hem borçlar hem de transfer için ciddi acil para kaynakları lazım. Dolayısıyla kulüp başkan veya yetkililerinin bu ihtiyacı giderebilecek insanlardan olması gerekiyor.   

İşte bu durum kulüpler için aranan başkan ve yöneticilerde olması gereken ‘olmazsa olmaz’ kriteri dayatıyor: ‘’PARA’’. Para verecek veya para bulacak veya hem para verecek hem para bulacak birileri… 

Maalesef…

Bu, şu demek: ‘’Para verecek veya bulacaksan veya ikisini beraber yapabileceksen buyur. İşi bilip bilmemen çok da önemli değil! Hatta kulübü siyasetine, ticaretine, yeraltı-yerüstü faaliyetlerine alet edip etmediğin de paranın kaynağı ve aktarılış biçimi de sizi ilgilendirir!’’  gibi.

Bu süreçlerde, (kongre süreçlerinde)  camianın 3’üncü,4’üncü dereceden ilgilileri, bilgilileri kolları sıvayarak sahneye çıkarlar. Camianın dışından çoğu zaman futbolla ilgisi, alakası olmayan paralı veya para bulabilecek insanları sahneye sürerler. 

Bunu şöyle yaparlar: Önce, garantisi olmayan gelir ve minimize edilmiş gider kalemlerinden oluşan hayalî bir bütçe çıkarırlar. Bu bütçelerin kulübü istenen hedefe taşıyabileceğine o adayları inandırırlar. Genelde camianın dışından olan bu adaylar kendilerine göre bu sunulanın parasal olarak biraz daha fazlasıyla, yakalayacakları sportif hedeflerin biraz daha azını dahi işin içine girmeye değer bulup işe soyunurlar. Onlara göre işin karizması bile bu bedellere değer!  Bu adaylar yani, spor camiasının dışından bu görevlere gelmek isteyenler genelde spor camiasından birilerini -yalınız kontrollerinde tutabilecekleri birilerini- yanlarına alır öyle sahneye çıkarlar.

Camiaların kendini bilen bireyleri bilerek bu tür işlere ve oluşumlara bulaşmazlar.

İyi niyetle  ‘İşin bir yerinde olayım belki, bazı yanlışları düzeltme noktasında katkım olur.’ düşüncesiyle işe girişenleri ise genelde bekleyen hayal kırıklıklarıdır. Çünkü o düşündükleri zemini o oluşumlarda bulamazlar.

            Devam edelim…

Taraftar, sportif başarı istediğinden bunun yolunun da o sihirli sözcükten- paradan- geçtiğine inanmışlığından bu gelişmeleri destekler veya en azından sesiz kalır. 

Tabi bu gelişmeler olurken perdenin önünde veya arkasında gelişmeleri takip eden mahallinin üst düzey seçilmiş ve atanmışları var. Bunlara rağmen hiçbir şey yapılamayacağı kanaatindendir ki onlarla direkt veya endirekt temaslar kurulur. İcazetleri, varsa tavsiyeleri alınır. Bu görevlere talip olanlar zaten ya onların adayı ya da onlara rağmen bir yönetim biçimi sergilemeyecek kişiler olmak durumundadır. Aksi halde işler sarpa sarar, her şey zorlaşır. En azından onların maddi manevi destekleri kesilir. Bunları söylerken çarkın usûlüne uygun işlemediği zamanlarda o seçilmiş ve atanmışların işe müdahil olmalarının çoğu zaman daha büyük tehlikeleri bertaraf ettiğinin altını da çizmek durumundayız. Hatta onların müdahil olması ve maddi manevi katkılarıyla iyi sezonlar geçirmiş bölgemizden birçok kulübü örnek göstermemiz de mümkün.

Fakat istisnalara rağmen, bu coğrafyalarda işin yazılı olmayan,  ama gerçek yol ve yordamı budur. Başkan ve yönetimler benzer biçimlerde iş başına gelir. Devamında başkan, yönetim ve camiaların o malum 3’üncü, 4’üncü dereceden futbolun ilgilileri ve bilgilileri, hep beraber işe koyulurlar!

Tabiki işten kastımız transfer! Çünkü transfer sezonu bitene kadar neredeyse herkesin yaptığı tek iş transferdir. Sözüm ona bir transfer komitesi veya bulunmuşsa takımın başında transfere yön veren bir teknik heyet vardır. Fakat bu kâğıt üzerinde, söylemde böyledir. Eylemde, yönetim organlarının tamamının elleri işin içindedir. Zaten piyasadaki menajerler onları rahat bırakmazlar. Bütün profesyonel kulüp başkan, yönetici ve hatta 3’üncü dereceden ilgililerinin telefonları ajandalarında kayıtlıdır.

Transfer sezonu boyunca ortalık savaş alanına döner! Her gün bomba üstüne bomba patlar! Transfer sezonu bittiğinde kurulabilecek en iyi takım kurulmuş, başlarına getirilebilecek en iyi teknik heyet getirilmiştir! Mahallindeki diğer dinamikler takımı maddi manevi desteklemek adına üzerine düşeni yaparsa konulan hedef veya hedefler sepettedir!

Sezon başlar. İlk beklenmeyen skorlara cilalanmış mazeretler bulunur. Haftalar ilerledikçe: ‘Şunlarda yanılmışız. Ara transferde işi düzelteceğiz.’ denir ve ara transferde 3-5 transfer daha. O zamana kadar gönderilmemiş ise belki de teknik heyet değişikliği. Bu defa kesin iş tamam! Derken sezon biter. Çoğu zaman kocaman bir hayal kırıklığı…

Biraz realist, süreci doğru okuyabilen zaten aktif bir iki kişi kalmış başkan ve yöneticiler: ‘Bu bizim işimiz değilmiş. Zararın neresinden dönersek kardır. Hem kendimize hem camiaya daha fazla zarar vermeyelim.’ der ve sahneden çekilirler. 

Doğru tespitler yapamayan veya başka beklentiler içinde olan başkan veya yönetimler ise: ‘İlk yıl acemiliğimize geldi. Artık işi öğrendik. Bu defa başaracağız. Göreve devam.’ der ve macera aramaya devam ederler. Karşılarına rakip falan çıksa da nafile. Tedbir kongre üyeleri noktasında alınmıştır! Sözüm ona seçimle gelen başkan ve yöneticiler artık kulübün başkanı veya yöneticisi değil, kulübün sahibidirler!

Aynı filmin değişik versiyonları değişik sezonlarda sahneye konur. Genelde hayal kırıklıklarıyla geçen yıllar…

Ve büyüyen sorunlar…

Yönetim taraftar sürtüşmeleri…

Yönetim ve siyasi, bürokrat gerginlikleri, güvensizlikleri…

Profesyonel futbolun yaşadığı değişime bölge kulüp yöneticilerinin uyum sağlayamamasının getirdiği sorunlar…

 Büyüyen ekonomik problemler vb...

            Çok az da olsalar süreçte bir şekilde görev alıp, iyi niyetle karınca kararınca hizmet etmişleri ayrı bir yere koyuyor ve onları saygıyla anıyoruz. 

Peki, camia dışından insanlar neden bu kulüplerde söz sahibi olmak ister?

Gerçekten futbol sevgisi mi?

Yöreye, ülkeye hizmet sevdası mı?

Hizmet ve beraberinde tanınma arzusu-içgüdüsü mü?

Spor kulüplerinde kâr olmazsa da rant olur derler. Rant hesabı mı? 

Peki, sizce ne? 

‘Herkesin bildiği kendinde kalsın! Parayı veren düdüğü çalar! Üzümü ye, bağını sorma! O günün arz ve talebi oymuş! Koşullar ona zorluyormuş!’ denmiş genelde.

Biz de, ‘Bunlar hukuksal zemini hazır olmadan ‘parasallaşan-ticarileşen’ kulüplerin etik olmayan durumlara karşı korumasız kalışının getirdiği sorunlar…’ diyelim ve konuya şu paragrafla devam edelim:

‘’Spor kulüplerine yönetici veya sahip olma durumu ile, dışarıdan bu çarka akan veya çıkan fonlarla ilgili sorunlar, futbolun evrensel sorunlarından. Bu konular AB, UEFA ve FİFA’nın ilgili organlarının gündemini uzun süre işgal etmiştir. Gelinen noktada işin hukuksal çerçevesi, UEFA tarafından UEFA Kriterleri başlığı altında önemli ölçüde çizildi. 

Hukuksal çerçeveye sığmayan sorunlar için ise etik değerleri etkin kılabilmekten başka seçenek kalmıyor. ’’

Bunlara rağmen özellikle profesyonel futbolun her geçen gün insanların-toplumların hayatında artarak yer alacağı kabul gören bir öngörü olduğuna göre bu coğrafya profesyonel futbolsuz düşünülemez.

Şu an için bu bölgelerde futbol kan kaybediyor olsa da, gerekli irade ortaya konulabilirse her türlü sorun aşılabilir. Ve bu coğrafyada profesyonel futbol en üst düzeylerde hem de bölge insanları tarafından icra edilebilir. Bu icranın sosyal, kültürel ve ekonomik kazanımlarından bu bölge yaşayanları da maksimum düzeyde faydalanabilir.

Bunun için Amerika’nın yeniden keşfine de gerek yok.

Çözüm, kulüplerin kurumsallaşması,  kurumsal yönetim ilkeleri ile yönetilmesidir.

Bunun dışında yapılması gerekenlerin çerçevesini yine UEFA, ‘UEFA Kriterleri’ adı altında çizmiştir. Hangi ligde, hangi ölçekte olursa olsun ilgili kulüp yönetimlerinin yapılanmalarını adım adım bu kriterlere göre dizayn etme kararlılığını gösterip gereken adımları atmaları başlangıç için yeterlidir. 

‘Türkiye’de kaç kulüp UEFA kriterlerini tamamen yerine getirebilmiş ki biz getirebilelim?’ gibi söylemler de ucuz söylemlerdir.

UEFA Kriterleri, her seviyedeki kulübün kendisine amaç edinip kademe kademe hayata geçirebileceği bir yapılanma rehberidir. Futbol dünyasında kabul görmüş evrensel doğrular demetidir.

Türkiye de UEFA Kriterlerinin uygulanmaması veya geciktirilmesinin olumsuzluklarından en fazla etkilenen ve daha da etkilenecek olan bölgelerin başında Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinin geldiği kanaatindeyim. Bundandır ki bu kriterleri kamuoyuna anlatmak, bir an önce hayata geçirilmeleri için mücadele vermek bu anlamda kulüp yetkililerini teşvik edip, destek olmak daha çok bu bölge ilgililerine düşüyor. Bu anlamda ilgililerin özelikle de bölge ilgililerinin sükûnet ve sessizliklerini bozmalarının sorunların çözümünü hızlandıracağına inanıyorum.

            UEFA kriterlerinin kapsama alanı dışında kalan bölgemizdeki yörelere özel futbol ve futbol kulüpleriyle alakalı sorunları ve çözümleriyle ilgili önerileri ise en doğru şekilde o yöredeki spor adamları yapabilir. Yani UEFA kriterlerinin kapsama alanı dışında kalan yöreye özel sorunlarda rehberlik o yörenin spor adamlarının işi ve görevidir diye düşünüyorum.

Bölgemiz futboluyla ilgili söyleyebileceğimizi bu şekilde özetlemiş olalım.

İlimiz özeline gelince; Adıyaman’ın futbolda ülkedeki temsil düzeyi hiç bu kadar alt seviyelere inmemişti. Daha önce amatör seviyede temsil edildiği yıllar oldu fakat o yıllar, bu kadar profesyonel kulüp ve profesyonel liglerin altındaki BAL' (Bölgesel Amatör Lig) da bu kadar çok takım yoktu. Bugün profesyonel liglerde mücadele edecek 126 takım var. Statü olarak bunların gerisindeyiz. BAL’ da mücadele edecek 155 takım arasındayız. Bu yıl BAL’ da mücadele edecek 2 takımımız var (Adıyaman 1954 spor kulübü ve Kâhta 02 spor kulübü) bu iki takımdan biri bu sezon lig atlayamaz ise sıralamada alta kalan takım BAL’dan mahalli lige düşecek ve il olarak BAL’da tek takımla temsil edileceğiz. Takımlarımızın ligi ortalarda tamamladıklarını var saydığımızda ülkedeki yaklaşık ilk 200 takım arasında yokuz. İlk 300 takım arasında ise ikinci bir takımımız olmayacak. Tablo bu.

Dünyanın ilgisinin her geçen gün arttığı ve bir endüstriye dönüşen bu faaliyet alanındaki bu pozisyonumuz istinasız Adıyamanlıyım diyen hatta Adıyaman’da bir şekilde ikamet eden herkesin en hafif söylemle; “AYIBI”.

Bu ayıpta herkesin payı var. Ama az ama çok.

Futbol ekonomisinden ve futbolun diğer kazanımlarından bu ilin yeteri kadar yararlanamaması hepimizin “AYIBI” olduğu gibi aynı zamanda hepimizin “KAYIBI”.

Bu ayıp, kayıp oranları ile ilgili tartışmaların, sorunların çözümüne katkısı yok.

Peki, ne yapılmalı?

Çözümü şimdiye kadar yapılanların tekrarında aramak yeni hayal kırıklıklarına yelken açmaktır. Yani kulüp idaresini para verecek veya para bulacak veya ikisini beraber yapacak kişi veya kişiler veya parasal ihtiyaçları karşılayabilecek belediye veya benzeri bir kuruma teslim etmekle sorunu çözmüş olmayız. Bu yolla ciddi bir bütçe oluşturulabilinirse daha önce yapılan sezonlarda olduğu gibi transfere dayalı bir yapılanmayla sportif başarı anlamında iyi bir sezon da geçirilebilir. Fakat bunun soruna çözüm getirmediğini artık anlamamız lazım.  Bu ilkel yapılanmanın ve idare biçiminin kendisidir sorun olan. Bırakın sorun çözmeyi, sorunların kaynağıdır. Günümüzde futbolun yaşadığı evrime bu idare ve yapılanma biçimi cevap veremiyor. Bu anlayışın tek hedefi var; kısa yoldan sportif başarıya ulaşmak. Bunun için ihtiyaç duyulan neredeyse tek şey ise hazır para veya kullanılabilir maddi varlıklar. Bu bütçeleri oluşturmak eskisi gibi kolay olmuyor. Toplum güven kaybetmiş bu yapılara destek olmaktan imtina ediyor. Çünkü bulunan kaynakları bu yapılar yerinde kullanamıyor. En önemlisi ekonomik organizasyonlara dönüşen futbol faaliyetleri bu tarz ile çarkını döndüremiyor. Yani zarar ediyor. Kimsenin sınırsız parası olamayacağına göre, bu sürdürülebilir bir durum değil.

Futbol faaliyetlerinin sportif organizasyonlardan, parasal (ekonomiyle ilgili) organizasyonlara dönüştüğünü kabullenip kulüp yapılarımızı  ve yönetim tarzımızı buna göre dizayn edemez isek bu arenada yaşama şansımız yok denecek kadar azalır.

Artık öncelikli sorunumuzun para değil, kulüplerimizin ilkel yapılanma ve idare biçimleri olduğunu kabul etmeliyiz.

Ve çözmemiz gereken temel sorunun ili temsil noktasındaki kulübümüzü UEFA kriterlerini benimsemiş, kurumsal yönetim ilkeleriyle idare edilen çağdaş bir kulübe dönüştürmek olduğunu kabullenmeliyiz. Bunun bugünden yarına hemen ulaşılacak bir hedef olmadığına, bir süreç gerektirdiğine bu sürecin planlanması (yol haritasının çıkarılması ) için gerekirse işin profesyonellerinden destek alınabileceğine, bu süreçte sportif başarının öncelikli hedef olamayacağına, öncelikli hedefin sürecin kendisinin selameti olduğuna inanmalıyız. Bu süreçte kurumsal yönetim ilkeleriyle idare edilen UEFA kriterlerini benimsemiş bir kulübe sahip olma adına maddi manevi her türlü destek ve katkıyı sunmalıyız.

Maddi destek dönüşüm sürecinin sağlıklı yürütülebilmesi için de gereklidir, para verecek veya bulacak kişi ve kurumlara bu süreçte de ihtiyaç var.

Fakat sürecin sonunda bu kulüp bu maddi desteklere ihtiyaç duymayacak, kendi çarkını döndürebilen hatta gelişen büyüyen bir yapıya dönüşecektir. Kurumsal yönetim ilkeleri ile idare edilen kulübe her kesimin güveni, sempatisi ve desteği artacak muhtemel kriz dönemleri veya kulübü büyütme hedefleri için gerekecek maddi manevi destekleri vermekten imtina etmeyeceklerdir.

Bu aynı zamanda şuan BAL’daki temsilcimiz Adıyaman 1954 spor kulübünün temsil yetkisinin devamı, kendini toparlama ve yaşamasının gerekliliğidir. Bugün için kulübe sahip pozisyonundakiler hesabı kitabı buna göre yapmalı. İli temsil vasıflarını kaybetmeleri durumunda onlar için de her şeyin daha zorlaşacağını biliyor olmalılar.

Kendi imkânlarıyla bu dönüşüm sürecini yürütemeyecek durumda iseler kongre kararı almalı, gerekiyorsa hiçbir koşul ileri sürmeden kulübü taliplilerine bırakmalılar. Taliplilerin çıkmaması durumunda yeniden bir durum değerlendirmesi yapılmalı ve gerekiyorsa kulüp mührü dernekler masasına teslim edilmeli.

Belediye başkanımız Sayın Süleyman KILINÇ ve ekibinden, ilimiz için bu kadar önemli olan çağdaş bir kulübe sahip olma ve beraberinde yeniden profesyonel statüye kavuşma süreci için gerekli maddi manevi desteği esirgemeyeceği umut ediliyor.

Bu destek, süreci yürütmeyi bizzat üstlenme, yani kulübü belediye bünyesine alarak (ki arzulanan budur) veya sürecin yürütülmesini üstlenenlere destek olma biçiminde olabilir.

Bu ilin UEFA kriterleri ışığında kurumsal yönetim ilkeleriyle idare edilen bir kulübe ihtiyacı var. Çabalar ‘böyle bir kulübe sahip olmak’ için harcanmalıdır. Bu ilin futboldaki en önemli sorunu budur diye düşünüyorum.

Bugün kulübün sahibi pozisyonundaki Adıyaman 1954 spor kulübü yetkililerinin böyle bir dönüşüm sürecini başlatmaması veya başlatamaması durumunda, ilde bu rolü üstlenecek kulüp bulunur veya kurulur. Gönül ister ki zaman kaybı olmaması adına mevcut kulübümüz bu misyonu üstlensin. En kısa zamanda hatta hemen bu süreç başlatılsın.

Bu irade ortaya konulabildiğinde sürecin yol haritası (planlaması) çıkarılabilir. Bana göre bu süreç yani kulübün kurumsallaşma süreci için gerekli zaman 3 yıl veya 3 sezondur. Bu süre bulunacak maddi  imkânlar ve manevi destekler oranında kısalır veya uzar.

Muhakkak ki bu süreçte öncelikli hedef sürecin selametidir. Sportif başarı hedefleri ikinci-üçüncü sıraya iner. Fakat yeterli desteklerle sürecin planlanmasından taviz vermeden sportif hedeflere ulaşmakta mümkündür. Yani 3 sezon içinde profesyonel statü kazanmış kendi ayakları üzerinde durabilen çağdaş bir spor kulübüne sahip olmamız mümkün.   

Yukarda yaptığımız tespitler (kulüp özeliyle ilgili olanlar dışında) BAL’daki diğer temsilcimiz Kâhta 02 Spor Kulübü için de geçerlidir.

Bu sezon ilimizi BAL’ da aynı grupta temsil edecek bu takımlarımızın sahada rakip; saha dışında dost kalabilmeleri adına gerekli ehemmiyeti göstereceklerini umut ediyor her iki kulübümüze de başarılar diliyorum.

Muhtemel yanılgılarım için hoşgörü bekliyorum.

                                                                                                                      M. Nuri SEVER

Editör: TE Bilişim